Balkan Sinemasından “Dünya” Damıtmak
HAYAL PERDESİ - Gündem 16.12.2013

Balkan Sinemasından “Dünya” Damıtmak

 

Eski ve köhne bir ev ve o evin bir odasında unutulmuş bir sandık düşünün. İddiasız, kendi halinde ve zamanın derinliklerine gömülmüş olsunlar... Ta ki bir nostalji meraklısı gelip onları bulana kadar... Hayal Perdesi okurlarına tam da böyle bir evi andıran Balkan coğrafyası ve o coğrafyanın bir odası sayılabilecek Balkan Sineması üzerine yazılmış bir bilgi sandığından, Dina Iordanova’nın kaleme aldığı Balkan Sineması: Alevler İçinde Sinema adlı eserden söz edeceğiz. Balkan Sineması, ilk basımı 2001 yılında yapılmış ancak Türkçe’ye yeni kazandırılabilmiş son derece kapsamlı bir kitap. Oysa hayli spesifik bir konu başlığıyla piyasaya sürülmüş olduğundan ilk bakışta çoğu okurun ilgisi dışında gibi görünüyor. Kapağını açıp biraz derinlerine daldığınızda ise size koca bir âlemin kapılarını açıyor, hem de görece ufak ve sönük bir coğrafyadan yola çıkarak bütün bir dünyanın nasıl anlaşılabileceğini, daha doğrusu dünyanın “sorgulanabilirliğini”  ispat ederek...

 

Konu ilk bakışta dar bir kitleye hitaben yazılmış izlenimi veriyor, hatta yazar da kitabın muhayyel muhatapları için şu ifadeleri kullanıyor: “...gözümde canlanan okuyucu kitlesi, çok sayıda uluslararası sinema öğrencisi... Geleneksel araştırmanın neredeyse yok olmaya yüz tuttuğunu hisseden ve Balkanlar’a yaklaşımımın araştırmalar için yeni ufuklar açacağı hayali okur topluluğum, Güneydoğu Avrupa kültürü üzerine öğrenim gören, sayıları gittikçe artan öğrencilerden oluşmaktadır.” Iordanova’nın zihninde kitap için yarattığı oldukça sınırlı bir ilgi çemberi var. Oysa bir okur olarak, Balkanlara özel bir ilgi duymamama ya da Güneydoğu Avrupa’ya dair akademik bir merak beslemememe rağmen kitabın, genel okuyucu kitlesi diyebileceğimiz “dünya meselelerine ilgili” herkes için keyifle okunacaklar listesinde yerini alabileceğini düşünüyorum. Elbette bu düşüncenin birtakım somut gerekçeleri var.

 

Gerekçeler kabilinden ilk olarak, kitabın kapsayıcılığının izahı açısından içerikten bahsetmek gerek. Iordanova, kitabın ortaya çıkış serüvenini anlattığı ilk altı sayfada okuru -belki de öyle bir amaç gütmeksizin- kitabı okumaya teşvik ediyor. İkinci gerekçem ise şu: Balkanlara dair gerçekliği idrak ve ifade ediş biçimi, araştırma esnasında yaşadığı sıkıntılar, coğrafyanın kendine has dinamiklerini şahsi hikâyesiyle kesiştiren bakış açısı ve her şeye rağmen kendi topraklarına dışardan/objektivite çerçevesinden bakabilen duruşuyla yazar, ilk sayfalardan itibaren iyi bir sınav veriyor.

 

Kitap, dört ana kısım altındaki 13 başlıktan oluşuyor. Avrupa: Yerleşim mi,İstikamet mi?, Savaşın Ortasında Yükümlülükler, İnsanlar, Yerler/Mekanlar şeklinde sıralanan bu dört kısmın her biri kendi içinde birer Balkan anlatısı. Bölgenin hem kavramsal ve jeopolitik olarak kapsayıcı ve geniş, hem de psikolojik ve siyasal bakımdan son derece içine kapanık ve dışlayıcı olduğu uzun tarihini ve “Avrupa” ve “Avrupalılık” ile olan derin bağlarını/bağlantısızlığını ustaca aktaran yazar, güncel politik-ekonomik ve sosyokültürel tartışmaları dayanak yaparak sinematik deneyim üzerine dersler çıkarıyor. Avrupalılık tartışmasıyla başlayan kültürel ve siyasal çekişmelerin Balkanlarda bıraktığı psikolojik tahribatın izini sürerek Sovyetlerin dağılmasından sonra kopan büyük toplumsal kıyamete ve bu kıyametin doğurduğu “kendi içinde zengin” ve problematik film üretimine dair ipuçları yakalıyor.

 

Sovyet Sonrası Balkanlar

1980 ve sonrası doğumlular için silik, belli belirsiz çocukluk hatıralarından sayılan SSCB’nin yıkılışı, dünyanın yepyeni ve karmaşık bir safhaya geçmesine de neden oldu. Asya ve Avrupa’nın önemli bir kısmında sınırlar tekrar çizildi, elbette hayatlar da. Sovyetlerin hemen ardından Yugoslavya’dan yükselen bağımsızlık çığlıkları ise Balkan coğrafyası için adeta kan ve ölüm çağının başlangıcı demekti. Önce Bosna, ardından Kosova krizi patlak verdi; milyonlarca insanın ölüm, göç ve sefaletle tanıştığı bu yıllar boyunca, -Osmanlı’nın bölgeden el etek çekmesi ve nihayetinde tarih sahnesinden silinmesiyle- neredeyse son 60 yıl boyunca Türkiye tarafından algı düzeyinde yok sayılır hâle gelen “Balkanlar”, Türk halkı için bir anda tarihsel ve dinî bir vicdan muhasebesinin kapılarını aralamış oldu.

 

En son Bulgaristan’dan zorla göç ettirilen 226 bin insan sayesinde gözlerini tekrar bu coğrafyaya çevirmiş olan Türkiye, bu olaydan sadece 3 yıl sonra Bosna Savaşı vesilesiyle son derece acı bir şekilde yeniden bölgeden söz eder oldu. Bugünden bakıldığında, o tarihte yaşananların -son derece ağır ve kabul edilemez zulümlere neden olmakla birlikte- Türkiye ve Balkan coğrafyası arasında 1915’ten bu yana parça parça yıkılmakta olan bir köprüyü onardığı da bir gerçek... Ancak maalesef yeniden inşa edilen bu köprü, bir bütün -hatta tam olarak kavranamaz bir bütün- olarak Balkan dünyasındaki yeni gerçekliği anlama adına çok yönlü bir çaba üretilmesine yetmedi. 60-70 yıl öncesinin gözlükleriyle ve sadece din ve tarih ortaklığı teziyle bir Balkan okuması yapan Türkiye, bölgeyi anlamakta maalesef hâlâ çok gerilerde.

 

Oysa Dina Iordanova, kendisini her daim bir Avrupa ülkesi olarak tanımlamak isteyen, özellikle de bir Balkan veya Ortadoğu ülkesi olarak anılmaktan ısrarla kaçınan Türkiye’nin Balkanlarla “bağ kurması” fikrini kapsam dışı bırakıyor, zira onun için Türkiye bu coğrafyayla etkileşime geçen bir dış unsur değil, aksine bir Balkan ülkesi. Iordanova, Balkanlar kelimesini coğrafi bir kavram olarak kullanmadığını üstüne basa basa söylüyor. Ona göre Balkanlar, “büyük ölçüde Bizans, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan ortak mirasıyla ve bölgenin Avrupa kıtasının batı tarafı karşısındaki özel sınırsal konumuyla tanımlanan kültürel bir unsur”; bu bağlamda Türkiye de tarihi, mirası ve öz-kavramsallaştırmasındaki birçok benzerlik nedeniyle “balkandır”. Dolayısıyla kitabın peşine düştüğü Balkan sineması, ülkemiz topraklarında doğup filizlenen her türlü sinemasal ürünü de bir sosyo-kültürel bütünlüğün mütemmim cüzü olarak araştırma evrenine dâhil ediyor. Bu an, aslında Güneydoğu Avrupa’ya ilgisi ne kadar yüzeysel olursa olsun, Türkiyeli okura da metnin akışına kapılmak için sağlam bir gerekçe sunuyor.

 

Başlarda okura Balkan sineması değil de Balkan tarihi okuduğunu düşündüren metin kurgusu, ilerleyen aşamada sinemayı bu tarihsel projeksiyonda öyle kritik bir noktaya yerleştiriyor ki coğrafyayı ve sinemayı birbirinden ayrı düşünmek adeta imkânsızlaşıyor. Iordanova sinemasal üretimin geçirdiği aşamalardan yola çıkarak Balkanlarda şiddet, kargaşa, asimilasyon, kadınlık, azınlık olmak ya da azınlığa dair politika ve söylem üretimi, coğrafyayı terk etmek veya coğrafyaya geri dönmek üzerine derinlikli analizler yapmış. Bu anlamda Balkanlar’da hayat değil de Balkan hayatı denebilecek kadar yekpare bir kavramsallaştırmayla anlaşılabilecek yaşam pratiklerini hemen hemen her boyutuyla ele alma gayreti içinde olduğu söylenebilir. Bilhassa Sovyet sonrası dönemde coğrafyanın alamet-i farikası olan “savaş”a dair çıkarımlarıysa, tüm coğrafyayı etkisi altına alan uzun ve yorucu bir geçmişin ağır izlerini taşıyor. Örneğin 1990-2000 arasında çizilen, etkileri bugün de devam eden Bosna imajı “doymak bilmez şekilde kana susamış paraşütçü askerlerin kolay avları olan ve her adımlarında şiddete maruz kalmaya hazır pasif yerlilerin yaşadığı bir ülkeden” başkası değil. Ya da yaşam alanı olarak yeraltı dünyasını seçmiş gençlerin, Yugoslavya’nın dağılmasından sonra ülkenin çok geniş bir bölümünü kaplayan Karadağ, Bosna, Sırbistan ve Kosova topraklarını topyekûn yeraltına çevirmesi, Iordanova’nın savaş ve kargaşadan yıllar sonra, o dönemleri anlatan yapımları seyrederek elde ettiği Balkan izlenimleri…

 

Kitabın kendi içinde önemli birer makale hüviyetindeki her bölümünü burada ele almak çok zor, ancak “Kadınların Kaygılarını Temsil Etmek” başlığı altında anlatılanlar, Balkan kadınlarının iç içe olduğu vahim sosyal problemleri bu çetin coğrafyanın bir ferdi olarak anlatmaya koyulan birinin kaleminden çıktığı için önem arz ediyor. Bu bölümün en çarpıcı savı ise Sırp kadınlarına da Bosnalı Müslüman ve Hırvat erkeklerce tecavüz edildiği… Iordanova’nın çeşitli akademik makaleler ve doktora tezlerine dayandırarak verdiği bu iddianın doğruluğu elbette somut kanıt gerektirir, ancak Iordanova bu savı daha çok şiddetin her türlüsünün toplumun kılcallarına kadar nasıl işlediğini anlatmak için kullanıyor. Nitekim yazara göre, döneme dair filmlerde tecavüz olgusu insanlık dışı bir savaş suçundan çok şiddetin mubah olduğu bir zaman diliminde ulusu kurtarmak için seçilen metotlardan biri olarak resmediliyor. Iordanova bu durumu “cinsel şiddet filmin anlatısının merkezinde değildir. Kahramanların hayatlarına hâkim olan bezdirici şiddet yelpazesinin sadece ilave dilmiş bir boyutudur” cümleleriyle açıklıyor. En çarpıcı olansa, tecavüzün failini sinemada temsil ederken her zaman şahsı ifşa eden bir pozisyon takınan ve bu tavrıyla “yabancı” olarak tanımlamayı seçtiği suçlu imgesini belirgin kılarak Balkan insanını aklayan Balkan film geleneğinin, Bosna örneğinde tam aksi bir tutumla asıl suçlular olan Sırp ve Hırvatları gizlemeyi seçmesi…

 

Balkan Sineması: Alevler İçinde Sinema, okura vaat ettiğinin çok ötesinde açılımlar sağlayan, Balkanların sosyo-psikolojik, kültürel ve siyasal manzarasına hâkim bir kitap. Sinemadan yola çıkarak bir toplumu, içinde bulunduğu tarihsel şartlar dâhilinde ve var olma ve ait olma arasındaki bitmez-tükenmez gerilimi çerçevesinde anlamak için çok önemli bir başlangıç metni. Eserle ilgili söylenmesi gereken belki de son şey, giderek daha da köhneleşen dil kullanım alışkanlıklarının aksine, hem orijinal dilinde hem de çeviri esnasında hayli emek harcanmış olduğu. Küçük bir ayrıntı gibi görünse de sadece bu özellik bile, kitabı son derece seçkin bir konuma yerleştirmeye yetecek cinsten. Balkan sinemasından bir dünya damıtan yazarın belki tevazu göstererek dar tuttuğu hayali okur topluluğu, umarız bu yazı sayesinde -hak ettiği ölçüde değilse bile- biraz olsun genişler.

  

 

 

 

ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..