Kendi Halkına Kurşun Sıkmak
HAYAL PERDESİ - Gündem 28.09.2016

Kendi Halkına Kurşun Sıkmak

15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişimi iki şeyi; darbecilerin darbe yerine ülkeyi işgal etmek istediğini ispatlayacak biçimde halka ateş edecek ve milleti temsil eden meclisi bombalayacak kadar eli kanlı olduğunu, bugüne kadar sayısız darbeyi sessizce karşılamış milletinse sokağa çıkarak vatanını ve devletini savunduğunu gösterdi. Ülkemizde pek çok darbe yaşanmış olsa da hem darbecilerin saldırgan tutumları hem de milletin darbeye gösterdiği tepki bir ilkti. 

Türk sinemasında da dünya sinemasında da darbe ve isyan filmleri epeyce fazla. Ancak bunların daha çok darbe öncesini, darbe sürecini veya darbe sonrasında yaşanan zorlukları anlattıkları ve çoğunlukla tarihte yaşanmış darbeleri hikâye ettikleri söylenebilir. Ülkemizde gerçekleştirilen meşum hadisenin nasıl geliştiğini anlamak içinse darbe filmlerinden ziyade darbecilerin nasıl adam kazandıklarını, hangi kılıkta saklandıklarını ve darbe sürecine giden yolda çevirdikleri entrikaları anlatan filmlere bakmak daha doğru gözüküyor.
 
Aşağıdaki seçkide yer alan Mançuryalı Aday (The Manchurian Candidate, 1962 ve 2004), kendi seçilmiş siyasetçilerine suikast düzenleyen askerlerin beyninin yıkandığını, Arlington Yolu (Arlington Road, 1999) sıradan görünen bir karı kocanın bombalı saldırılar düzenleyen bir terörist hücre olabileceğini, Ölümsüz (Z, 1969) ise muhalif bir gazetecinin öldürülmesinin ardında hangi güçlerin yer aldığını ve bu güçlerin soruşturmayı durdurmak için yaptığı darbeyi anlatıyor. Dolayısıyla söz konusu filmler bir bakıma 15 Temmuz’daki darbe girişimine giden yolun nasıl döşendiğini gösteriyor. 
 
Mançuryalı Mankurt
Cengiz Aytmatov, 1991 tarihli Gün Olur Asra Bedel romanında meşhur bir Çin işkencesini anlatır. Efsaneye göre Juan-Juanlar, savaş esirlerinin saçlarını kazır ve başlarına deve derisi geçirerek günlerce kızgın güneşin altında bekletirler. Bu işkenceden sonra sağ kalan esirler, hafızası tamamen silinmiş kusursuz kölelere, birer mankurta dönüşür. Efendisine itaatte bir hayvan kadar sadık olan mankurt, yetenekleri sebebiyle hayvandan çok daha tehlikelidir. Juan-Juanlar öz annesini dahi gözünü kırpmadan öldürebilecek kadar iradesiz mankurtları, en zorlu görevler için kullanırlar. Kırgız yazar Aytmatov’un kimliğini muhafaza etme mücadelesi veren halkını ikaz etmek için anlattığı hikâyede, Juan-Juanların iradenin zaptı ile hafızanın zaptı arasındaki ilişkiyi keşfetmiş olması dikkate değer. Bir insanın güçlü bir silaha dönüştürülmesi, bir zihnin işgal edilebilmesi için onu teşkil eden anılardan ve o anılara tutunan değer yargılarından arındırılması gerekir.
 
İsmi ve metodu değişse de mankurt, gerek tarihte gerekse romanlar ve filmlerde sıklıkla karşımıza çıkar. Sinemadaki mankurtların en meşhuru ise herhalde Mançuryalı Aday filminin Raymond Shaw’udur. 1962 tarihli orijinal film, 1952’de Kore Savaşı sırasında esir alınan bir grup Amerikan askerinin zihinlerinin Pavlov Enstitüsü’nde, enstitünün ismine yakışır yöntemlerle, yani koşullama ve hipnozla Çinli ve Rus bilim adamları tarafından zapt edilmesiyle başlar. Filmin 2004 tarihli yeniden çevriminde ise Amerikalı askerin beyin yıkayan şer odaklarının eline düşmesi hikâyesi, tarihsel sürece uygun olarak değişir, işin failleri ve metodu güncellenir. Bu kez Körfez Savaşı sırasında kaçırılan askerler, uluslararası bir silah şirketinin ürettiği yüksek teknoloji ürünü beyin çipleri kullanılarak köleleştirilir.
 
Mançuryalı Aday filmlerinin her iki versiyonunda zihin zaptının odağındaki asker, Raymond Shaw, ülkesine döndüğü zaman seçime giden yolda ülke siyasetinde kilit bir noktaya yerleştirilir. Zira operasyonun nihai amacı zihinleri zapt altındaki askerlerin ülke yönetimini ele geçirmek için kullanılmasıdır. Neticede bir asker zihinsel ve fiziksel kapasitesi yüksek bir insan olmanın yanı sıra toplum nezdinde de son derece saygın bir şahsiyettir. Üstelik değiştirilen bir hafızayla döndüğü ülkesinde, halkını kandırdığını bile bilmeden kandırarak bir savaş kahramanı olarak anılmaya başlamış ise terör örgütlerinin gizli hizmetkârı olmaya hazırdır. 1962 ve 2004 yapımı her iki filmde de ülkenin seçilmiş siyasetçilerini darbeyle alt etmek isteyen güçlerden kurtulması, bir askerin ilk ve en önemli vasfı olan vatan sevgisinin galip gelmesiyle mümkün olur. 
 
Komşum Bir Terörist
Asker üniforması giymiş bir teröristle mücadele etmekten daha korkuncu, belki kapı komşumuz olan “sıradan insanların” yarattığı terör ile baş etmek olsa gerek. Güzel işlerde çalışan, güzel evlerde yaşayan, çoluk çocuk sahibi olan, nezih bir cemiyet hayatına mensup görünen herhangi bir vatandaşın vahşi terör saldırılarına imza atabileceği kimin aklına gelir? Hollywood’un gelmiş. Arlington Yolu bugün ülkemizdeki teröristlerin karşısındaki şaşkınlığın ve yaşananların getirdiği toplumsal paranoyanın en iyi anlatımlarından.
 
Filmin, üniversitede terör hakkında dersler veren, görevi başında hayatını kaybeden FBI ajanı karısının yasını tutan kahramanı Profesör Faraday, Pennsylvania Üniversitesi’nden gelen bir mektubun izini sürerek kapı komşusunun bir şeyler gizlediğini fark eder ve onun hakkındaki araştırmasını derinleştirir. Her gün selamlaştığı, zor zamanlarında dertleştiği, yerine göre oğlunu emanet ettiği aile babasını terörist olmasından şüphelenir. Faraday son derece organize ve bir o kadar iyi kamufle olmuş, geçmişteki birçok gizemli terör olayının faili bir yapılanmanın ipuçlarını bulsa bile buna kimseyi ikna edemez.
 
Çocuklara yönelik sevimli “kamplar” düzenleyip sapkın öğretisini taze zihinlere zerk eden bu örgüt, masum insanları suçlu gerçek suçluları ise pirüpak göstermekte mahirdir. Bir teröristle iç içe yaşıyor olmanın dehşeti ile “iyi komşular” olarak tanıdığı bu insanlara haksızlık etmesi ihtimalinin vicdan azabı arasında sıkışır. Makul şüphe ile paranoyayı giderek birbirine karıştıran Profesör Faraday’ın yaşadığı açmaza artık yabancı değiliz.  
 
Darbenin Zemini
Darbeyi gerçekleştirecek insan ve asker gücü elde edilse de hayata geçmesi için politik zemine, “ehveni şer” kabilinden olsa bile toplumsal kabule ihtiyaç vardır. Askeri darbeyi hazırlayan süreçlerin, “geliyorum diyen darbenin” en etkileyici anlatımlarından biri Costa Gavras imzalı Ölümsüz filmidir. Toplumsal kutuplaşmayı derinleştirecek bir suikast ile başlayan film, devlet içinde önemli makamları gasp eden suikastın azmettiricilerine ulaşan dava sürecinin askeri darbe ile kesintiye uğramasını anlatır. Film, Yunanistan’da 1963-67 yılları arasında yaşanan olaylardan esinlenir.
 
1967-1974 yılları arasında Yunanistan’da hüküm süren Albaylar Cuntası, tıpkı Türkiye’deki 12 Eylül 1980 darbesi gibi öncesindeki kanlı toplumsal anarşiden beslenir. 1963 yılında solcu milletvekili Grigoris Lambrakis’e düzenlenen (pek çok yönden Hrant Dink cinayetini hatırlatan) suikastı takip eden süreçte sağ-sol kavgası kızışır. Takip eden süreçte, darbeciler toplumsal kararsızlık üzerinden meşruiyet elde eder. Bir savcının kararlılıkla sürdürdüğü soruşturma sonucunda suikastın, dönemin sağ iktidarı tarafından ört bas edildiği ve hatta azmettirildiği ortaya çıkar. Ancak devletin üst düzey makamlarına yerleşmiş faillere ulaşmak kolay olmaz.
 
Devlet içerisinde yapılanmış bu çete, emir komuta zinciri içinde kolluk kuvvetlerini kişisel çıkarları için kullanır. Üstelik bu örgütün “gizli ama herkesin bildiği” bir sivil uzantısı da vardır: CROC, yani Anti-komünist Kralcı Hristiyan Örgüt. Bazen iş bulma vaadi, bazense ufak tefek yolsuzluklarına göz yumarak kontrol altında tutulan her meslek grubundan, her yaştan mensuplar “gerektiğinde” örgüt adına suç işlemekten çekinmez. Böyle tanıdık bir tablo içerisinde, hukuk suçluları kim olursa olsun adalete teslim etmeye kast ettiğinde, tek kurtuluş yolu hukuk düzenini askıya almak gibi görünür. Davanın bütün tanıkları şaibeli kazalar sonucu ölür, en nihayetinde askerin yönetimi ele geçirmesi sonucu davanın yargıcı görevden alınır.
 
Görünen o ki, eğer Ölümsüz’deki gibi darbe gerçekleşseydi yaşananları anlamak için başvurulacak filmler burada ismi geçenlerden çok daha korkunç olacaktı. Darbecilerin tek gecelik kanlı ve akıl almaz performansına bakılırsa, onların olası iktidarını herhalde kendisi gibi düşünmeyene tahammülsüzlük ve kontrolsüz şiddetiyle zirveyi koruyan Nazi dönemini konu alan filmler tasvir edebilirdi.
(Celil Civan - Aybala Hilâl Yüksel)
 
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..