Son ve Başlangıç Arasında Tarr, Trier ve Haneke
HAYAL PERDESİ - Gündem 24.11.2012

Son ve Başlangıç Arasında Tarr, Trier ve Haneke

 

Godard’ın meşhur bir sözü vardır, “Sinema, Griffith ile başlar, Kiyarüstemi ile sona erer.” Esasen Kiyarüstemi’nin “son” değil “başka” bir geleneğin devamı olduğunu düşünüyorum ama konumuz Kiyarüstemi değil, daha çok Godard’ın gördüğü ve Kiyarüstemi’yi de eklediği “son”a, sinemanın sonuna, bu sonun bağlı olduğu diğer sonlara ve belki de doğrudan “son” söylemine ilişkin. Batı düşüncesi Hegel’den beri sürekli son’lardan söz eder oldu; sanatın sonu, tarihin sonu, insanın sonu. Hıristiyanlığın yanı sıra eleştirisini aynı ölçüde metafizik felsefeye ve Hegel’e de yönelten Nietzsche ise başka bir sonu, “Tanrı’nın ölümünü” ilan etti ve “baş”a nasıl dönülebileceğini gösterdi, insanlarla tanrıların birlikte yaşadıkları o mutlu zamanlara, sanat yoluyla yeniden ve yeniden yaratılan dünyaya, geçmişe ve geleceğe.  Bu yüzden Godard’ın cümlesini değiştirerek şöyle söylemeyi tercih ederim: “Sinema Griffith ile başladı ve Bela Tarr ile sona erdi”.

 

Bela Tarr’ı ve Torino Atı’nı (A torinói Ió, 2011)  sinemanın “son”u için yeterince görkemli bir kapanış olarak görmeyenler bulunabilir. Ancak bu film hem umutsuzca Nietzsche’ye adanmış hem de Nietzsche’yi tersyüz eden ve Tarr’ın onunla birlikte sinemayı bıraktığını ilan ettiği film. Ve ironik olarak “son”u başa döndürmeye çalışan, insana ve sanata “yedinci gün” diyen Nietzshe’yi de kendi ilan ettiği son’a dâhil eden Heidegger eleştirisinden bakıldığında, represantation [temsil] yoluyla metafizik felsefeye eklemlenen sanatın ve -o dile getirmese de yedinci sanatın, sinemanın-  sonuna ilişkin yeni bir söylemle ilişkili.

 

Torino Atı’nı Atlas Sineması’nda, yönetmenin de katıldığı ve filmden sonra soruları cevapladığı gösterimde izlemiştim. Yönetmen, filmi izlemeden önce de duyduğumuz “sinemayı bıraktığı” bilgisini yineledi. Orada sormadığım ve beni uzun süre meşgul eden sorunun/itirazın –“fakat Nietzsche hayatı olumluyordu!- cevabının, aslında sorunun kendisinde gizli olduğunu anlamam başka Avrupalı yönetmenlerin filmlerinden sonra mümkün oldu, Lars von Trier’in Deccal (Antichrist, 2009) ve Melankoli’si (Melancholia, 2011), Michael Haneke’nin Beyaz Bant (Das Weisse Band, 2009) ve Aşk’ ı (Amour, 2012). Bu listeye belki “bir açıdan” Alexandre Sokurov’un Faust’unu (2011) da eklemek gerek. (Zeynep Gemuhluoğlu)

 

Makalenin devamını okumak için tıklayın.

 

ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..