Sinemada Türk İmajı
HAYAL PERDESİ - Yorum 28.08.2013

Sinemada Türk İmajı

 

Hayal Perdesi Sinema Dergisi Yayın Yönetmeni Celil Civan 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi’nin Piri Reis Yılı sebebiyle “Denizcilik” temasına odaklanan sayısında bir yazı kaleme aldı. Civan, “Sinemada Türk İmajı” başlıklı makalesinde Barbaros Hayrettin Paşa’nın Hollywood sinemasında dolaşan hayaletinin izini sürüyor ve buradan hareketle “Türk”ün Avrupalı bilinçdışındaki karşılığını araştırıyor. Civan'ın makalesini Hayal Perdesi okurları ile de paylaşıyoruz:

 

Sinemada Türk İmajı

 

Cem Yılmaz’ın 2010 tarihli filmi Yahşi Batı’nın başlangıcında, Aziz ve Lemi Beylerin aynı atlı arabada yolculuk ettikleri İngiliz yolcu “Siz deveye biniyorsunuz, değil mi?” sorusuyla Aziz Beyin damarına basar. Aziz Bey “İngilizin köylüsü” diye aşağıladığı yolcuya kızgın bir şekilde cevap verir: “We ride camels, camels everywhere, all the time camels.”

 

Türkiye’deki bazı üniversitelerde de hocalık yapmış olan Ian Almond The New Orientalists adlı kitabında günümüz entelektüellerinin pek sevdiği birçok ismin metninde örtük olarak bulunan oryantalizmi eleştirir. Borges’ten Deleuze’e, Derrida’dan Baudrillard’ya kadar Batılı yazar ve düşünürün metinlerinin ele alındığı kitapta özellikle Foucault’nun Tunus gezisine dair yazılanlar çarpıcıdır. Zira Foucault bizzat Tunus’a gidip orada yaşamış olmasına rağmen Tunus’a dair gözlemlerinde hâlâ Nerval’in Doğuya Seyahat’indekine benzer muhayyel tablolar kaleme alır. Bu anlamda Avrupalının oryantalist kurgusu “bizi görünce fikirleri değişir” gibi safça umutlarla ortadan kaldırılacak gibi değildir. Böyle olmadığı son dönem Hollywood yapımlarındaki “Türkiye imajıyla” aşikârdır. Takip: İstanbul ve son James Bond filmi Skyfall bizzat Hollywood ekiplerinin ülkemize gelerek çektikleri filmler olmasına, başka bir ifadeyle oyuncusundan set ekibine kadar herkes Türkiye’de otellerde kalmalarına, “Batılı” mekânlarda vakit geçirmelerine rağmen filmlerde yansıyan Türkiye, İran-Arap ülkeleri ve Hindistan’dan ilhamla çekilmiş gibidir. “Arap Baharı”ndan sonra çekilen Diktatör isimli komedi filminde aynı yaklaşımı daha kaba biçimde görürüz. Ortadoğulu diktatör imajıyla dalga geçen film Batılıların söz konusu diktatörlerle ilişkisine hiç değinmediği gibi filmin müzikleri de Hind ezgileri üzerine kurulmuştur. Kısacası Batılı için Arap da, Hindli de, Türk de birdir ve Şarklıdır. Batılının bu yargısı ise bir cehaletten ziyade peşin hükme dayanır.

 

Fakir de Fas’a ilk gittiğimde, Hollywood sinemasında yer alan Fas imgesinden yola çıkarak “develer nerede?” diye şakayla karışık sormuş, Fas’ın da aynı dertten muzdarip olduğunu görmüştüm. Avrupalının gözde Fas şehri Marakeş’e gittiğimde ise karşıma çıkan develer, yılan oynatıcılar, dövmeciler ve müzisyenlere dair Faslıların yorumu yukarıda bahsettiğim Avrupalı bakış açısını özetler nitelikteydi: “Avrupalılar Marakeş’i böyle görmek istiyorlar!”

 

Barbaros, Barbar ve Barba

Karayip Korsanları serisinin 2006’da çekilen ikinci bölümü olan Karayip Korsanları: Ölü Adamın Sandığı’ndaki kısacık bir sahnede bir korsan gemisinde Kıbrıs lehçesiyle Türkçe konuşan “aptal tayfaları” görürüz. Korsanlardan bahseden bir filmde Türklerin olması şaşırtıcı değildir. Nitekim ilk filmin “baş kötüsü” Hector Barbossa’nın ismi de bize tanıdık gelir. Hector Barbossa kızıl sakalıyla Barbaros Hayreddin Paşa’dan ilhamla yaratılmıştır. Barbaros isminin kökeni hem kızıl sakaldan hem de Oruç Reis’in “Oruç Baba” diye isimlendirilmesinden dolayı Baba-Orucca’dan gelmektedir. Halil İnalcık Barbaros 1543 yılında İtalya sahillerine vardığında Roma’da Papa’nın korku içinde François’dan yardım istediğini söyler. Paşa Marsilya’ya geldiğinde olanları ise İnalcık şöyle özetler:

 

“Kapudân-ı Deryâ, Marsilya’da görkemli bir merasimle karşılandı. Onun şehre geleceğini duyan halk uzak yerlerden koşup gelmiş, bu efsane korsanı yakından görmek için sabırsızlanıyordu. Şehir büyüklerinin verdiği ziyafette Babaorucca, taht gibi bir koltukta Fransızların merak dolu gözleri önünde azametle oturuyordu.”

 

Roma’nın korkusu ve halkın ilgisi Barbaros’un “korkutucu imajının” yaratılmasında önemli bir etki yaratmıştır. Karayip Korsanları’nın fantastik havası Batılının Türklere dair bakış açısının bilinçdışını okumak anlamında önemlidir.

 

“Kötücül ve yabani” Barbossa karakteri Barbaros Hayreddin Paşa’dan mülhemken Derin Tarih dergisinde yazan M. Hasan Bulut’tan filmin ana karakteri Jack Sparrow’un da Jack Birdy isimli İngiliz bir korsandan ilhamla çizildiğini öğreniyoruz. Bulut yazısında bir zamanlar Karayiplerde hapis yatan Jack’ın daha sonra müslüman olup Yusuf Reis adını aldığını ve Tunus’a yerleştiğini ekliyor. Filmde “tuhaf huylarıyla” dikkat çeken Jack’in tarihsel hikâyesine dair bir atıf yapılmıyor ama dikkatli baktığımızda Johnny Depp’in canlandırdığı karakterin ay-yıldızlı aksesuarlar kullandığını görüyoruz.

 

Barbossa ve Barbaros isimlerinin barbar’ı çağrıştırıp çağrıştırmadığına dair bir fikir “komplo teorisi” olarak görülebilirse de çocukluğumuzda bolca seyrettiğimiz Temel Reis’in kaba, vahşi ve iri yarı baş düşmanı “Kaba Sakal”ın orijinal isminin “Barba” olması tesadüf müdür sorusunu ihtiyatla da olsa sormak gerekir. Çizgi filmlerde oryantalizm var mıdır şeklinde gelebilecek bir itirazaysa Belçika sömürgesi Kongo’da veya “miskin” Arapların yaşadığı Fas’ta maceradan maceraya sürüklenen Tenten cevap versin!

 

Anlamıyorum… Anlamıyorum

Şarklının, özeldeyse Türkün izlerine sadece ana akım filmlerde rastlamayız. Fellini’nin Satyricon’undaki (1969) bir sahnede bir kadın aniden çıkıp Türkçe şiir okur. Michelangelo Antonioni’nin 1964 tarihli Kızıl Çöl filmindeyse Monica Vitti’nin canlandırdığı Giuliana karakteri filmin sonunda bir limanda dolaşır. Limandaki gemilerden birine yaklaştığında gemiden inen bir tayfa kendisiyle Türkçe konuşur. İçine yaşadığı küçük burjuva hayatın sıkıntılarından kaçmak isteyen ancak hayatı bir çölden ibaret olan Giuliana’nın İtalyanca dile getirdiği dertleri karşısında tayfa İtalyanca bilmediği için Giuliana’ya yardımcı olamadığı gibi limandan hızlıca kaçan kadının arkasından “Anlamıyorum… Anlamıyorum…” diye söylenir. Giuliana’nın İtalyanca tayfanın Türkçe konuşmaları filmin anlatmak istediği iletişimsizliği vurgulayan çarpıcı bir sahnedir.

 

Hem Fellini’nin hem de Antonioni’nin bir yabancılaştırma efekti olarak Türkçeyi kullanmaları dikkat çekici olduğu kadar söz konusu sahneler Türklerle Avrupalıların yüzyıllardır süren diyalogunu da ironik bir biçimde yansıtır. Zizek bir konuşmasında Avrupa’nın yaşadığı krizden kurtulması için Öteki’ne kapıları açmasını gerektiğini söyler ve Öteki’den kastı Türklerdir. Türkiye’nin Batı’yla yüzyıllardır süren münasebeti sağırlar diyalogu olarak ifade edilemese bile Avrupa’nın krizi karşısında Batılaşmaya çalışan Türk’ün sözleri Kızıl Çöl’deki tayfayı hatırlatır: “Anlamıyorum… Anlamıyorum…”

 

Türkçe Biliyor musunuz?

Lost dizisinin dördüncü sezonunun dokuzuncu bölümünde dizinin gizemli karakteri Benjamin Linus uyandığında kendisini bir çölün ortasında bulur. Üzerine doğru gelen bedeviler ona silah doğrulttuğunda can korkusuyla olsa gerek birkaç dilde konuşur. Bu dillerden biri de Türkçedir ve Linus kırık dökük bir aksanla “Türkçe biliyor musunuz?” diye sorar. Burada “çölde yaşayan herkesi Türk” gören Batılının yüzyıllardır süren bir peşin hükme dayalı oryantalist yaklaşımını eleştirmek mümkün ama kolaya kaçmamak ve bu tür sahneleri görünce “Biz böyle değiliz” diye tepki göstermenin ardında yatan sebeplere de bakmak gerekir. Biz böyle değiliz ifadesinin altında yanlış bir Türk imajı çiziyorlar, gelip ülkemizi görsünler, tarihimizi öğrensinler diye bir tepki mi yatmakta yoksa bir tür self-orientalist bakış açısıyla kendi tarihimizi, coğrafyamızı mı görmezden mi gelmekte ve kendimize muhayyel bir Türk imajı mı çizmekteyiz?

 

“Türkiye hâlâ bir Ortadoğu ülkesi mi olacak?” diye tepkiyle soran yazar-çizer takımının olduğu bir ülkede tarih ve coğrafya derslerine özellikle önem vermek gerekir. Anadolu coğrafyasına on birinci yüzyıldan beridir Türkiye denilirken on ikinci yüzyıldan beridir de Avrupalı için Müslüman -biz kabul etmesek de- Türk’e eşittir. Nitekim Jorge Amado’nun “el Turco” lakaplı müslüman Arap denizcilerin Güney Amerika’daki hayatlarını anlattığı Amerika’nın Türkler Tarafından Keşfi kitabı da bu hakikati dile getirmektedir. Kitabı açıp “yahu Türkler bunun neresinde?” sorusunu soruyorsak kabahat biraz da bizde. (Celil Civan)

 

 

ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..