Furuğ'un Ağır Kamerası
HAYAL PERDESİ - Gündem 25.04.2015

Furuğ'un Ağır Kamerası

İran’da yaşadığım yıllarda şair ve yazarların gündelik hayata karışan sesleri beni çok etkiler ve düşündürürdü. Sadece klasik şairler değil, modern şairler bile bir mısraı ve ismiyle bakkalda, manavda, takside, metroda karşınıza çıkabilirdi. Hafız ve Sadi, Firdevsi ve Mevlana cümleleri, çeşitli anekdotlar, tahsil farkına varmadan dillerde dolaşıyordu. Klasik isimlerin ev kitaplıklarında ve gündelik hayat kelamlarındaki yeri elbet anlaşılabilir. Ancak modern şairler Furuğ ve Söhrab Sepehri’nin, hatta modern şiirin öncüsü Nima Yusiç’in mısraları da beklemediğiniz bir yerde ve zamanda kulaklarınıza erişiyor ve giderek bunu normal karşılamaya başlıyorsunuz.  

Modern şiirin önemli temsilcilerinin orada burada ilk adlarıyla, sadece “Furuğ”, “Sohrab” ve “Nima” diye çağrılmalarını da ilginç bulurdum.  Hele kısacık ömrüne İran şiirinde özel bir yer kazandıran şiirler sığdıran ve Sohrab Sepehri’yi bile etkilediği söylenen Furuğ’un “aykırı” bir kadın olarak bunca kabul görmesi dikkate değer. Asi, sıra dışı, öfkeli, hüzünlü, komünist… Normal vatandaş, normal aile kadını, normal anne olamamış. Ağulu, ancak müptela eden bir dili var. Bunun nedenleri üzerine düşünüyorum: Furuğ, okuyucusunu samimiyetine inandırıyor. Lafı dolandırmıyor, imgelerle sarıp sarmalamıyor meramını. Şiiri için ödediği bedeli daha sonra taşımakta zorlandığı izlenimini ediniyor insan. Aşkla yaptığı evliliği taşra hayatı içinde sürdüremedi. Boşanmak için küçük oğlunu hayatı boyunca görmeme kaydıyla babasına bırakmayı kabul etmişti. Rızayla ilgili olmayan bir kabulü sineye çektiği düşünülemez. Kısa süren hayatı boyunca oğlu Kamyar’ı aklından çıkardığı söylenebilir mi?
 
“Budur benim payıma düşen,
budur benim payıma düşen,
benim payıma düşen,
bir perde asılmasının benden aldığı gökyüzüdür”
 
Diye akıp giden, İbrahim Gülistan’a ithaf ettiği “Yeniden Doğuş” şiirinde dile gelen manzarası kapatılmış gökyüzü aslında Kamyar değil miydi? Bir diğer şiirinde oğlundan “Sen o aydınlık ve pırıl pırıl gökyüzüsün” diye söz ediyor.
 
Halk tarafından benimsenmesinde ikinci sebep, dilinin gündelik hayat diline yabancı düşmemesi olmalı. Farsça’nın alfabede ve hayatta kesintisiz akışı, bu konuda bir avantaj kuşkusuz. Alfabe değişimi ile neler kaybettiğimizi düşündürüyor böyle bir dil. Yetmişlerde solcu sanatçılar bile Şiraz’da Hafız toplantıları yaparmış. Aynı dönemlerde Türkiyeli solcu sanatçı ve yazarlar arasında Kemal Tahir gibi farklı bir yorum getirmeye çalışan isimler mahalle baskısına maruz kaldılar. Bu baskının sinema alanında Metin Erksan’a da bir şekilde yansıdığı biliniyor. Ayşe Şasa’nın kitaplarında ilginç ayrıntılar var.
 
Furuğ sadece şair değil, eline kamera alarak cüzzamlılar evine giden bir sinemacı. Müslüman toplumlarda kadınların yönetmen olarak sinemayla tanışması açısından erken bir dönemde, altmışlarda veriyor eserlerini. Sinemaya başlama tarihi itibarıyla Bilge Olgaç’ı, Cezayirli yazar ve yönetmen Asiye Cabbar’ı getiriyor akla. Sinema görüşünün tecessüm ettiği ilk filmi, Ev Karadır (Hane Siyah Est, 1963). (Cihan Aktaş)

-Yazının devamı Hayal Perdesi 45. sayıda-
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..