Neden Film Seyrediyoruz?
Her sayıda farklı bir isme yönelttiğimiz sorumuzu bu kez öykücü ve editör Zeynep Delav cevapladı.
Neden Film Seyrediyoruz?


Mustafa Nezihi Pesen "Sinema yoğunlaştırılmış duygular, yaşamlar, fikirler, aşklar, mücadeleler, arayışlar, kaybedişler, bulmalar, keşfetmeler, hüsranlar, kırgınlıklar, sevinçler barındırıyordu."
25.07.2014 Bir Arayış Filmi Olarak Hayatım
 
Bölüm 1
 
Köyden Kente Göç
Çocukluğumla başlayayım bu anlatıya. Maceramın renkli ve hareketli yönüne. Elbette hafızanın oyunlarını da barındırıyor buraya dökülen kelimeler. Çünkü geçmiş anlatılırken “şimdinin” kurgulanışına maruz kalır. Bu konuda ne yazarsam, ne anlatırsam anlatayım; bir iyi niyet ve asl’a sadakat çabası olduğu için mazur görülmeyi umabilirim.
 
Bingöl’den gelmişiz İstanbul’a. 80’lerin başı. Evimizde televizyon yok. İlkokula devam ediyorum. İstanbul'un kenar mahallelerinden birinde ikamet ediyoruz. Çok kardeşiz. Kentin zorlukları her tarafımızı sarmış. Hem bir mekâna hem çok karışık, kirli ve yabancısı olduğumuz bir yaşama alışmaya çalışıyoruz. Mahallemizdekilerin çoğu da bizim gibi buralara yeni yerleşmişler. Ama onların çoğunun televizyonu var. Cumartesi günleri, siyah-beyaz ve genellikle acıklı Yeşilçam filmleri oynuyor TRT’de. Komedi filmlerinde de acı ve hüzün var. O zamanlar komşulara kaçıp onların televizyonlarında izlediğim bütün o filmlerden hüzün ve acı bulaşıyordu benim gurbetteki ruhuma. Mutlu sonları çok seviyordum. Cüneyt Arkın’ın kahramanlığı ve mücadelesi bana cesaret ve sevinç aşılıyordu. Hadi aşk demeyelim ama sevgi, kahramanlık, fedakârlık ve sonlarda yakalanan mutluluk benim gizli gizli gözyaşlarımı akıtmama sebep oluyordu. Gözyaşlarımı içime akıtıyordum aslında. Sonra yatılılık günleri...
 
 
Bölüm 2
 
Leylilik Yılları
Çamlıca’da bir Kur’an Kursu’nda başlayan gurbet içinde gurbet yılları. İki haftada bazen üç haftada bir eve gidiyorum. Beş yıl kesintisiz devam etti buradaki maceram. Ergenliğin zorlu yılları... Çalışkan ve içe kapanık bir öğrenciydim. Hayır, konuşuyordum, geziyordum ama hep bir şeyler içimde saklı ve gizli kalıyordu. Çözmek istesem de bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Ama yürümek zorundaydım. Okula gitmek, arkadaşlar edinmek, biraz dağılmak, biraz toparlanmak gerekiyordu. Böyle böyle büyüyecektim arkadaşlarımla birlikte. Evet, filmler de vardı bu yıllar boyunca. Çağrı ve Ömer Muhtar o yıllardan başlayarak vazgeçemediğim ve tekrar tekrar seyretttiğim filmler oldu. Onlardan bizim çocukluğumuza, ilk gençliğimize, delikanlılığımıza iman, adanmışlık, mücadele, ashaba büyük muhabbet, asla davadan vazgeçilmemesi gerektiği sirayet etti. Yürüyorduk ve büyüyorduk. Başka filmler de vardı bize seyrettirilen. Bir ada-hapishaneden kaçış filmi olan Kelebek (Papillon) bunlardan biriydi. İyi filmdi. Adam kaçıp kurtuluyordu uzun yıllar kaldığı hapishaneden. En çok bunun için seviyordum filmi. Başka ne için beğenip sevebilirdim ki o yaşlarda öyle karanlık ve ruh karartıcı bir filmi? Elbette sonunda kurtuluşu ve özgürleşmeyi vaat ettiği için. Demek ki umutsuzluğun dibinden, ergenliğin o kapkara varoluşsal ve içgüdüsel labirentlerinden de kurtulabilirdik. Hem Tango olmazsa Cash, Cash olmazsa Tango vardı kötülerle savaşan. Bruce Lee bütün kung-fu taktiklerini, yöntemlerini öğreten büyük dövüş ustasıydı. Bir de arkadaşlarımın daha eğlenceli buldukları -ara sıra benim de kapıldığım- uzakdoğu dövüş sanatı filmlerini izliyorduk. Nihayet günü gelmişti ve “Hadi çıkalım burdan!” deyip yola koyulduk.
 
 
Bölüm 3
 
Aşkın Tetikleyiciliği
Bundan sonraki meskenim Üsküdar oldu. Önce Atik Valide’deki külliyenin bir bölümünden aparılan Üsküdar İmam-Hatip Lisesi, o bitince de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi... Lisede sevdim ve şiire başladım. Hem yazmaya hem okumaya. Zihnim, tahayyül gücüm, kalbim genişlemek istiyordu. Bunu hissediyordum. Sorularım çoğalıyordu. Ama azla yetinmeliydim. Çünkü imkânlarım sınırlıydı. Kendimi pek çok konuda denetleyip yavaşlatıyormuşum. Şimdi buradan bakınca bunu daha net anlayabiliyorum. O dönemde iyi filmler izleyen bir sinema seyircisi olabilseydim muhtemelen üniversite yıllarında içine düşeceğim büyük sorgulayış odamdan” daha az yara alarak kurtulabilirdim. Ama mukadder olan gerçekleşir. Liseyi bir çeşit uyurgezerlikle bitirdim. Bu dönemin bana en büyük kârı iyi şairlerden bazılarının kitaplarıyla tanışmış olmamdır. Böylece incelikli, bir çeşit rafine olmuş, değişik bir bilgiyle de âşina olmaya başlamış oldum.
 
 
Bölüm 4
 
Buhranlı Bir Patlayış
Gerçek sinema yıllarım üniversite yıllarıdır. Bendeki arayış ve açlık buhranlı bir patlayışla ortaya çıkmıştı. Kendimi zapt etmeye güç yetiremiyordum ve zaten bunu istemiyordum da galiba. Sinema yoğunlaştırılmış duygular, yaşamlar, fikirler, aşklar, mücadeleler, arayışlar, kaybedişler, bulmalar, keşfetmeler, hüsranlar, kırgınlıklar, sevinçler barındırıyordu. Sinemaların karanlığında heyecanla bekliyordum filmin başlamasını. Başlıyor ama bitmiyordu. Dışarı taşıyordu. İçime hapsoluyordu o duygular, o sorgulamalar, o aşklar, o mücadeleler. İçimde biriktiriyordum o yoğunlukları. Taşımakta zorlanıyordum. Yaşamakta zorlanıyordum. Müthiş bir ayartıcılık vardı o filmlerde. Mesela İhtiras Rüzgarları’nda. Mesela Paramparça Aşklar ve Köpekler’de... böyle uzayıp gider meselalar. Hayat böyle renklenerek, çeşitlenerek, kirlenerek, arınarak, sorular sorarak, kendimi sorgulayarak devam ediyordu. Bir film hiçbir zaman sadece bir film olarak kalmıyordu. İmgeler, göstergeler, imajlar, göndermeler, sahneler, kavgalar, ölümler, kaybedişler, aşklar gelip gelip ruhumun, aklımın çeperlerini zorluyor, kanırtıyor, kanatıyordu. Beni bazen kedere ve acıya, bazen de sevince ve coşkunluğa gark ediyorlardı. Beni şiire, romana, öyküye ve felsefeye ve hatta bir kurtuluş simidi olarak tasavvufi metinlere kışkırtıyorlardı. Genellikle yürüyüşümün belalı ve hızlı ayaklarıydılar. Daha pek çok şey söylenebilir bu dönemle ilgili. Ama şimdilik bu en hareketli ilk dönemimi bu kadar anlatmakla yetineceğim. Çünkü film açlığımın en yoğun dönemlerini otuzlu yaşlarda gidermeye çalıştım ben. Biraz da o dönemi anlatayım.
 
 
Bölüm 5
 
Korsan Filmler Peşinde On Yıl
Öğretmendim. Bu şu demekti benim için: Okulda geçen boş mesai saatlerinde ve erken biten mesaiden sonra okumak, okumak… Türkiye’de öğretmen olup da okumayana taaccüp ediyorum. Öyle müsait vakit var ki; değerlendirmemek için tembelliğin ve amaçsızlığın yavan girdabına girmiş olmak gerekiyor. Neyse… Biz film bahsine geçelim. İnsan nasıl iyi kitaplarla tanış olduktan sonra okumaktan ve yeni kitaplara ulaşmaktan kendini alıkoyamıyorduysa; aynı şey iyi filmler için de geçerliydi. Üstelik romanın, öykünün, şiirin sinemayı çağıran bir yönü de var gibi geliyordu bana. Bu yüzden maddi gücümün yeteceği bir kanalı keşfetmekten uzak duramadım. Özellikle Kadıköy’de başlayan korsan CD ve Divx dalgası -sonrasında DVD eklendi buna- yüzlerce belki binlerce filme ulaşmamı sağladı. Dostum Lütfullah Şentürk’le dalga dalga yayılan film maceramız genişledikçe genişledi. En iyi filmleri keşfettikçe ona benzeyen başka filmler, temalı filmler, devrim filmleri, biyografi filmleri, western filmleri, en iyi yönetmenlerin filmleri, yüzyılın en iyi 100 filmi, 250 filmi, Rus filmleri, Avrupa filmleri, İran filmleri, Fransız filmleri, siyah beyaz filmler, bunu nasıl izlememişiz dediğimiz filmler… Nerdeyse on yıl sürdü bu yoğun film izleyiciliği. Ama şimdi anlıyorum ki iyi bir filmi hazmetmenin, anlamanın en iyi yöntemlerinden birini ıskalamışız o dönemde. Çünkü üstüne fazla konuşmamışız. Anlatmamışız bizi niçin ve nasıl çarptığını, dağıttığını, etkilediğini. Bir çeşit kıskançlık mı desem, abartılı tutulma mı desem, söze gelemeyen tutukluluk mu… ne dersem diyeyim bir eksiklik olduğunu son beş yıldır anlıyorum. Daha doğrusu bunu sezmiş olsam da nasıl ifade edeceğimi bilememişim. Ne diyeyim her şeyin bir zamanı var. Mukadder olan gerçekleşir. İçerde birikenler vakt-i merhunu gelince dışarı çıkar, kelimelerle somutlaşır. Yazıya dökülür. Mevsimini bekler çiçekler, açmak için. Demek izlenen filmlerin de konuşulma ve değerlendirilme zamanı varmış. Bu, rahmeti bol Padişah’ın bize acımasıdır. Bize yol açıyor. Onca hayatın, acının, kavganın, karanlığın, ayartıcılığın, farklı aşk öykülerinin, varoluş sorgulamalarının, cinayetlerin, korku çeşitlerinin bizi zehirleyip yok etmesine izin vermiyor. İman ve ümitle yok olmaktan, kaybolmaktan, karanlığa gömülmekten bizi muhafaza ediyor. Şükürler olsun. Zehri devaya dönüştürüyor. O tehlikeli ve ayartıcılık gücü çok yüksek “hareketli resimler alanından”, daha güçlü ve nurlu hakikatlerle elimizden tutarak bizi kendi medeniyetimizin ummanına daldırıyor.
 
 
Bölüm 6
 
Son ve/ya Bakıp Görenlere Selam Olsun!
Bir yazıda filmlerle ilgili düşüncelerimizin, fikirlerimizin, eleştirilerimizin ancak bir kısmını aktarabiliriz. Umuyorum ki ben de çok derli toplu olmasa da sinema ve filmler hakkındaki duyuşlarımdan ve düşüncelerimden bir bölümünü sizlere aktarma ve sizlerle paylaşma konusunda başarılı olmuşumdur. Dikkat ve rikkatimize zarar veren trajik yapımlara karşı donanımlı olmak ve kalbin dilini yakalamak durumundayız. Bu da açımlanmaya ve üzerinde konuşulmaya muhtaç bir uyarı sayılsın. Semih Kaplanoğlu’nun üçlemesini, bu topraklarda hâlâ yaşayan bir hikmet pınarının akmakta olduğuna bir işaret olarak gördüğümü de buraya not olarak düşeyim. Ayrıca son yıllarda özellikle genç neslin dizilerden daha fazla beslendiğini de belirtmek isterim. Diziler sinemanın, filmlerin geçmişte oluşturduğu etkinin sanal tahtına talip gibi görünüyor. Üstelik bunu çok daha uzun bir zaman dilimine yayılarak veya kişinin daha fazla vaktini işgal ederek gerçekleştiriyor. Bir kerede çekilip biten bir şey değil dizi. İlgilere ve seyredilme, beğenilme yani rayting durumuna göre şekillenen ucu açık kurgular sözkonusu diziler için. Diziler seyircilerini etkiliyor, seyirciler dizilerin iyilerini ve kötülerini etkiliyor. Hatta nerdeyse belirliyor. Bu toprakların çocuklarının, sanatçılarının, sinemacılarının acilen insanımızı en derin yerlerinden en iyi şekilde yakalamaları için olağanüstü gayret sarf etmeleri gerekiyor. Allah yardımcıları olsun. Hikmetle, bilgelikle, ilimle “nazar” etmeleri; derlenip toparlanmamız ve dirilişimiz için büyük önemi haizdir. Selam olsun bakıp görenlere!  
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..