Söyleşi
Yüksel Aksu SÖYLEŞİ:Barış Saydam, Celil Civan "Hikâyeyi alışılagelmiş biçimde entellerin madara olduğu biçimde kurgulasaydık çok daha fazla seyirci yapardı. Çünkü seyirci Karagöz’ün eninde sonunda Hacivat’ı pataklamasına alışkın. Ben Hacivat’ı haklı çıkardım."
21.03.2012 “Türkiye’nin trajikomikliğini resmetmeye çalıştım”

Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-Televizyon Bölümü mezunu olan Yüksel Aksu, sinemaya belgesel ve kısa filmler çekerek başladı. Yönetmenin en önemli çıkışı ise 2006 yılında Dondurmam Gaymak filmi ile oldu. Profesyonel olmayan oyuncuların yer aldığı, mizahı ve üslubuyla seyirciden büyük ilgi gören film yurtiçi ve yurtdışında birçok ödüller aldı. Anadolu’nun Son Göçerleri Sarıkeçililer belgeseliyle 47. Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Belgesel” ödülünü alan Aksu geçen yıl gösterime giren Entelköy Efeköy’e Karşı filmiyle mizahı ve eğlenceyi eksik etmeden köylülerle entelleri karşı karşıya getirdi ve birçok toplumsal, kültürel meseleyi tartıştı. Biz de Aksu ile filminde ele aldığı konuları ve sinemasını konuştuk.

 

Entelköy Efeköy’e Karşı filminde köyde yaşananlar daha çok doksanlı yılları hatırlatsa da, doksan sonrasıyla paralel bir şekilde okuyarak, eleştirinizin bugün de dünyanın geneline yayılan kalkınma modelini kapsadığını söyleyebilir miyiz?

 

Evet, sadece sanayileşmeye endeksli kalkınma modellerine karşıyım. Hatta kavramı daha da genelleştirirsek sadece ekonomik prodüktiviteye endeksli kalkınma modellerini ilkel ve barbarca buluyorum. Sadece tüketime odaklı üretim yapmak dünyayı devasa bir çöplüğe çevirdi. İnsan’ın iç zenginlikleri, kültürel tarihsel değerleri hiç’e sayılıyor. Bu da karşımıza ne kadar tüketirse o kadar mutlu olan değil, o kadar nevrotik insanlar yığını çıkartıyor. “Tüketici” yerine “kullanıcı” olmak... Bu daha değerli…

 

Bölümler arasındaki geçişlerde yer alıyorsunuz ve hicvettiğiniz grubun bir parçası haline geliyorsunuz. Kendinizi bir anlatıcı olarak bunun dışında bırakmıyorsunuz. Hikâyede kendi konumunuzu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Önemli ve özel bir yere yerleştiremiyorum… Belki eski bir orta oyunu tekniği. Hikâyeyi sunan ve bağlayan. Hikâyeyi yazmış ve çekmiş biri gelip seyircisine sunup onu hikâyeye bırakıyor, sonunda da geleneksel Doğu anlatılarında olduğu gibi kıssa’dan hisseyi söyleyip çekip gidiyorlar. Dünya drama sanatlarının birçoğunda olan bir şey. Özelikle Antik komedyalarda yazar ve oynar hatta. Sonunda epilog ile de derdini dümdüz söyler.

 

Filminizde bir yanda tez (Efeköy) diğer yanda anti-tez (Entelköy) var. Filmin sonunda köylülerle entellerin senteze ulaştıkları görülüyor. Filminizin böyle bir diyalektiğe oturduğunu söyleyebilir miyiz? Diyalektiğin sinemanızdaki yeri nedir?

 

Size katılıyorum. İndirgemeci bir denklem kuracak olursak böyle bir tez-anti tez- sentez denklemine özen gösterdim. Diyalektik yaşamımın bir kılavuzu olduğu gibi onu sahne sanatlarına en iyi uygulayan Brecht’te bu projede kılavuzlarımdan biriydi.

 

Brechtyen estetiğin bir parçası olan epizodik anlatımı, epilog ve prolog kullanımını ve sizin anlatıcı olarak geleneksel mizahımızda yer alan meddahlık geleneğini devam ettiren konumunuzu göz önüne alırsak; yeni bir sentez oluşturmaya çalıştığınızı söyleyebilir miyiz?

 

Bilmem, bunu ben söyleyemem. Ama kendi coğrafyamın estetik birikimleriyle dünyanın birikimleri arasında oryantasyon kurmaya en azından gayretim ve niyetim var. Sonuçta bunu sinemanın tözünün izin verdiği kadar yapabilirsiniz. Sonuçta sinema modern’e ait bir sanat, sanayi devrimiyle yaşıt ve onun çocuğu. Geleneksel, kadim başka sanatların birikimini bu aygıtı kullanarak ne kadar yapabilirsiniz, bilemiyorum. Sonuçta öyle veya böyle özü itibarıyla lineer bir sanat… Geleneksel anlatı sanatlarının çoğu non-lineer… Sentez kurmak, akım olmak bunlar şimdilik çok iddialı kavramlar.

 

Şu beni çok ilgilendiriyor. Filmin künyesine bakmadan nerede, nasıl bir coğrafyada, hangi tarihsel konjonktürde, hangi sosyo-ekonomik, hangi sınıf ilişkileri içersinde geçtiğini seyircinin okuyabilmesi. Esasen de hangi “zihniyet” evreni içersinde geçtiği ve bu zihni yapının verilerinin iyi okunabilmesine dikkat etmeye çalışıyorum.

 

Film köylülerle entellerin mücadelesinde, entelleri haklı çıkarıyor ve aslında filmin esas mesajı köylülere yönelik. Kendinize gelip kültürünüze, toprağınıza ve doğanıza sahip çıkın mesajı veriyor film. Bu anlamda, genel görünün tersine bir yerde durup risk aldığınızı söyleyebilir miyiz?

 

Evet, risk aldık ve bunun bedelini ödüyoruz. Böyle bir hikâyeyi alışılagelmiş biçimde entellerin madara olduğu biçimde kurgulasaydık çok daha fazla seyirci yapardı. Çünkü seyirci Karagöz’ün eninde sonunda Hacivat’ı pataklamasına alışkın. Ben Hacivat’ı haklı çıkardım. Bu risk ve almaya değerdi. Çünkü yıllardır amorflaşmış köylülüğün ülkeye egemenliğinden ve kutsanmasından gına geldi. Bunun karşıtı kolaycı elitizm veya snobluk değil, anlamaya çalışmak, değer vererek, önemsediğimi göstererek eleştirmek…

 

Milliyetçiliğin ırk ve etnik kökenden çok kavrayışla ve sahip çıkmayla ilişkili olduğunu ortaya koyarken, bir yandan da bunun üzerinden folklorizm ve elitizm gibi kavramları da eleştiriyorsunuz. Diğer yandan “Aşırı” karakteri üzerinden Türkiye’deki sol hareketi de hicvediyorsunuz. Bu anlamda, film enteller ve köylülerin mücadelesinin ötesinde genel resmin trajikomikliğine de göndermede bulunuyor diyebilir miyiz?

 

Milliyetçiliğe karşı ama “milli”yi önemseyen biriyim. Biri “çi” ekinden dolayı ayrımcılığı, ırkçılığı içeriyor. Diğeri “milli” ise bir değerler toplamını, bir miras’ı , rengi, duruşu içeriyor. Kültürel, tarihsel, etnografik, antropolojik vs. Söylediğiniz kavram ve edimlerin hepsine hem içerden hem de dışarıdan bakmaya çalıştım. Kavramlar ve kavrayışlardan yola çıkarak; ki bu kavrayışları karakterler ve tipler üzerinden yaparak basit anlamda Türkiye’nin trajikomikliğini resmetmeye çalıştım… Kim milli, kim sosyalist, kim yerel, kim evrensel, kim köylü, kim değil yer değiştirterek, yerinden ederek filmin içersinde tedavüle soktum. Aslında bir “anarşit” olarak nitelenen aşırı üzerinden “milli” önermeleri (milliyetçi asla değil), kendisine milliyetçiyim diyen ama asla “milli” olmayan, yalan yanlış globalist sanayi politikalarının savunucusu muhtar, onlara karşı “yerel”i savunan ama evrensel bir kavrayıştan gelen Katrin ve anarşistler; zihniyet ve temsiliyetlerin karmakarışık olduğu bir köy…. Aslında Türkiye gibi. Türkiye’deki milliyetçi muhafazakâr politikalar bu ülkenin ne mimarisine, ne doğasına, ne folkloruna, ne şehirlerine sahip çıkıp muhafaza etmiştir. Adı üzerinde muhafazakâr neyi muhafaza etmişler. Hasankeyf sular altında, Dünyanın en büyük ve ilk sağlık kurumu Allianoi gömüldü, türkü derlemezler, masal derlemezler, halı dokumazlar, medrese, kümbet, cami restore ettirmezler. Ne yaparlar, eski model çarpık çurpuk kalkınma modelleriyle doğayı, çevreyi, kültürü yağmalarlar. Muhafaza etmek gene solculara, entelektüellere, doğacılara kalır.

 

Filmin finalinde herkesin organik tarım ve ekolojik turizm hususunda anlaşması ve bunu çözüm yolu olarak önermeniz bir ironi yaratmıyor mu?

 

Yaratmaya çalıştım ama onu seyirciye sormak lazım ya da sinemaseverlere.

 

Filmin sonundaki çözümden yola çıkarsak “sonuna kadar muhalefet yapmaktansa bazen yetersiz de olsa pratik eylemler daha gerçekçidir” diyebilir miyiz?

 

Evet, diyebiliriz. Türkiye’de çok kötü bir muhalefet geleneği var; ya mızmızlık, pesimizm, şikayet ya da protesto. Evet, bunlar muhalefet için gerekli olabilir ama ilk evre ilk duyarlılık ya da dışavurum olarak kullanılmalı. Esas muhalefet alternatif olabilmek ya da sunabilmek. Evet, mızmızlanıyoruz, protesto ediyoruz, bağırdık, çağırdık. Dağıldık, dağıtıldık! Eee… ne öneriyorsun, ne oluyor, oldu-ru-yorsun… Bence sistemin ve toplumun karşısına alternatif yaşam alanlarımızla, duruşumuzla çıkmalıyız. Bence bu daha yaratıcı, daha değerli, daha insansever ve saygın bir şey. Sadece yıkıcılıkla muhalefet yerine yapıcı olmaya kafa yormalıyız.

 

Filmin devamının çekilip çekilmeyeceği finalde filmin beğenilmesine endeksleniyor. 400 binin üzerinde kişi filmi izledi. Bu oran devam filminin çekileceğinin garantisi olarak yorumlanabilir mi?

 

Devam filmindeki motivasyon sadece gişe ve paraya endeksli değil. Olmamalı da bence. Daha çok kamuoyunda yarattığı duyarlılık ve farkındalık motive edici bence. Durun bakalım, şu anda ikinci filmi çekmeye değil sağlam bir uyku çekmeye ihtiyacım var.

 

Devam filmini çekerseniz filmde ulaşılan “sentez”in anti-tezi olarak neyi öne sürmeyi düşünüyorsunuz?

 

Buluruz bir şeyler sorun olmaz.

 

Gerçek hayattaki politikacılarla filmin sonundaki politikacı arasında farklar var. Genelde politikacılar ekolojiden değil termik santrallerden yana çıkıyorlar. Filminizde böyle bir politikacı tipini koymaktaki amacınız neydi? İroni mi, iyimser bir bakış mı?

 

İkisi de. Hem böyle de olunabilinir, demek istedim hem de bu ironik bir durum. Genelde iktidarlar muhalefet çok yükseldiği zaman askıya aldık, rafa kaldırdık, son çare iptal ettirdik gibi söylemler geliştirerek muhalefetin gazını alıp, massediyorlar. Benim bölgemde böyle oldu. Filme ilham olmuş Gökova’ya termik santral projesi Özal döneminde başlamıştı. Yükselen muhalefet sonucu askıya alındı, sonra SHP-DYP koalisyon hükümeti döneminde sanki iptal edilecekmiş gibi hava yaratılarak yükselen muhalefet massedildi. Sessiz sedasız o güzelim Gökova körfezinin ortasına termik santrali diktiler. Bergama siyanürlü altın hikâyesinde de öyle oldu. Allianoi’de de… Belki ikinci filmde termik geri gelir grayder’ler, kepçeler çalışmaya başlar…

 

Filminizde politik göndermeler bulunurken mizahla eğlenceyi de buna katıyorsunuz. Sinemanın gitgide “eğlence sineması” ve “sanat sineması” olarak ayrışması hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Bu konu çok uzun, başka bir söyleşinin konusu yapalım. Neye göre eğlence, neye göre sanat? Şenliksi olan, ritüelistik olan, seyir konforu olan her zaman konvansiyonal olan mıdır? Uzun konuşmak lazım. Bence hem Türkiye hem dünya sinemasının geçmişinde de bugününde de geleceğinde de bir üçüncü yol var ve olmalı...

 

Mizahın genel olarak muhalif olduğu kanaati yaygın. Ancak Adorno mizahın basmakalıp düşünceleri ve tipleri yeniden üreterek muhafazakârlaşabileceği tehlikesine vurgu yapıyor. Bu basmakalıplaşmayı aşmak için ne yapmak gerekir? Diyalektiğin bu tehlikeyi önleyebileceğini söyleyebilir miyiz?

 

Brecht’in diyalektik tiyatrosu bunu önlemiş ve yirminci yüzyıl tiyatrosu ve sinemasında hatta düşün hayatında önemli bir alan yaratmış. Kaldı ki Benjamin üzerinden Adorno ve genel olarak Frankfurt Okulu üzerinde de önemli bir etki yaratmıştır. Mizahta her şey gibi, nasıl yapıldığı, nasıl kullanıldığı, kimler tarafından icra edildiği, tüketildiği, gibi etkenlerle biçimleniyor.

 

Anadolu’nun geçmişten bugüne gelen bütün entelektüel ve mizahi birikimine sahip çıkıyorsunuz. İsmail Dümbüllü kadar Homeros’a da atıf yapıyorsunuz. Ülkemizde mizah ve sanat üzerine düşündüğümüzde bu verimli miras hakkında neler söyleyebilirsiniz? Sanat üretimi sürecinde bu mirastan nasıl yararlanılabilir?

 

Mizahla toplumun değil belki ama bir kısım kültür-sanat “elit”inin sorunu var. Mizah’a, mizah’ın ontolojisine, psikolojisine, estetiğine yönelik pek fazla kafa yoran yok. Dolayısıyla bu coğrafyadaki mizah birikiminin akademik analizleri yapılamıyor. Bir biçimde Aristotales etkisi sürüyor. Pan, satirler, silenoslar antik dönemin bu coğrafyadan çıkarttığı mizah öğeleri, mizah ve keçi dolayısıyla Dioniysos kültü… Yüzyıllar sonra Nasreddin Hoca’nın aynı coğrafyada Türk İslam’ın satiri olarak nüksetmesi, hem de pan kültünün çıktığı yerde. Meddahlar, ortaoyuncuları, TV ve sinema öncesi Anadolu’nun her yerinde oynanan köy seyirlikleri, on binlerce fıkra ve hikâye. Bu mirastan beslenmeliyiz bence. Ama bunu yaparken dünya kültürüne ilişiklenerek yapmalıyız. Sadece kendimize kapanırsak folklorizmin, otantizmin ötesine geçemeyiz diye düşünüyorum.

 

Dondurmam Gaymak ve Entelköy Efeköy’e Karşı ile gişede başarıya ulaştınız. Yeni projeleriniz hakkında bilgi verebilir misiniz?

 

Çok var, hangisini nasıl yetiştireceğim diye endişe ediyorum. Üstüne üstlük tembel bir Egeliyim.

 

ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..