Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
03.05.2012 Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir Depremler de Alan Açar, Kentsel Dönüşümler de… Ayşenur Gönen

İstanbul yüzyıllardır depremlerle sarsılmış, yangınlarla savaşmış, istilâlara sahne olmuş ve bu sebeplerle demografik yapısı her yüzyılda köklü değişikliklere uğramış bir şehir. Doğu ile Batı arasında bir köprü olduğu gibi eski ile yeni arasındaki geçişlerde de ilk etkilenenlerden olagelmiş. Bütün bu değişkenlere, isminin önüne eklenebilecek iyi-kötü pek çok sıfata rağmen öyle bir sabite var ki yüzyıllardır hiçbir savaş, hiçbir deprem, hiçbir yangın bunu değiştirmeye muktedir olamamış. O da İstanbul’un kelimenin ete kemiğe bürünmüş timsali olacak denli “şehir” oluşu.

 

Cumhuriyet İstanbulu’nun bugünkü görünümünün gerisinde Henry Proust plânı ve Menderes dönemi iskân hareketleri gösterilir. Son dönemde İstanbul’u hâlihazırdaki “kır-kent” görünümünden kurtarmayı ve bir “megakente” yakışır görünüm kazandırmayı hedeflediği iddia edilen kentsel dönüşüm projeleri hayata geçirilmeye çalışılıyor. Fakat bu projeler pek çok belirsizliği ve soruyu da peşinden sürüklemekte. Gayrimenkul firmalarının yeryüzü cennetleri inşa etme vaadi taşıyan reklâmlarını saymazsak televizyon ekranlarında imar faaliyetleri ile ilgili bilgi aktaran programlara rastlanıldığı söylenemez. İmre Azem’in yönetmenliğini yaptığı Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir bu projeleri mercek altına alan belgesel bir film.

 

Nüfus eşiği, ekolojik ve doğal eşikler aşınıyor. Sonuç biraz daha kaos…

Filmin amacı öncelikli olarak dönüşümle ilgili itirazları yüksek sesle dillendirmek. Uzmanların bu projeler hayata geçirilirken seslerini yükseltemedikleri, yükseltmek istediklerinde de dinlenmedikleri yönünde haklı şikâyetlerini ve projelerle ilgili itirazlarını dillendiren filmin tam da bu itirazların seslendirilmesine zemin oluşturmayı hedeflediği söylenebilir. Peki, bu itirazlar neler?

 

Anti-kapital itiraz: Bu projeler Dünya Bankası’nın talebi doğrultusunda, İstanbul’dan Ortadoğu’ya uzanan bir finans köprüsü kurulmak amacıyla hayata geçirilmektedir. Gayri insani uygulamalarla, şehir merkezinde kalan işçi sınıfı ve mahallelerin eski sakinleri kapital sermayeye kurban edilmektedir. Şehir sınıfsal olarak ayrıştırılmakta, bir arada yaşam yok edilmektedir.

 

Şehir plânlamacılarının itirazları: Dönüşüm bölgeleri yeniden inşa edilirken trafik hesaba katılmamaktadır. Merkezileşmesi öngörülen bu bölgelerde ana yollara açılan bağlantı yolları, oluşacak yoğunluğu karşılamayacaktır. Üstelik TOKİ modeli dünyada geçerliliğini yitirmiş, OECD ülkelerinde geride bırakılmış bir modeldir. Kısa süre sonra hatanın farkına varılacak ve bu inşaatların yıkımına başlanılacaktır.

 

Demografik itiraz: Götürüldükleri bölgeler altyapı ve ulaşım bakımından sorunlu olduğu için aileler göç ettikleri mahallelerden eski mahallelerine dönmektedirler. Örneğin, Taşoluk’a taşınan üç yüz otuz Ayazmalı aileden sadece biri Taşoluk’ta kalmış, diğer aileler ne yapıp edip Ayazma’ya dönmüştür. Dolayısıyla ihtiyaç fazlası emlâk balonları ve hayalet şehirler oluşmaktadır.

 

Ekolojik itirazlar: Üçüncü köprünün inşası çevre yolu bağlantıları ve buralarda oluşacak yeni yerleşim yerleri son üçte birlik dilimde kalan orman alanını yok edecek, yeşil alanlar ister istemez yerlerini alışveriş merkezlerine, otellere vb. mekânlara bırakacaktır. Trafiğe çözüm bulma amacıyla yapılacak yeni yollar yeni araç kapasiteleri yaratacak, otomobil kullanımı artacak, bu da daha çok kirlilik yaratacaktır. Yine bu bölgelerde yeni bir nüfus potansiyeli oluşturacak, bu da su sorunuyla yeniden burun buruna gelmemize neden olacaktır.

 

Bu itirazlara ilaveten yöneticilere yönelik önemli sorular da yönlendiriliyor filmde. Bu soruların en önemlisi sanırım şu: Yöneticiler yaptıkları plâna inanıyorlar mı? Son yıllarda dere boylarına kurulan mahallelerde yaşanan, can kayıplarına neden olan sel felaketleri gerçeğin inkârının, şehircinin imara açma dediği yeri siyasetçinin imara açmasının acı meyvesi değil midir?

 

Central Park’a bir otel yapabilir misiniz?

Bu tip itirazlar “yetkililer” tarafından “politik” bulunarak kolaylıkla kulak ardı edilebiliyor. Fakat konu politik olmanın çok ötesinde hayati bir önem taşıyor. Film sinematografik açıdan puanlansa, -örneğin vizyona girip film tanıtım sitelerinde izleyicilerin oylamalarına açılsa- ancak bir yıldızı hak ediyor diye düşünülebilir. Ana temanın kentsel dönüşüme, üçüncü köprünün yaratacağı tahribata kaymasından tutun da yönetmenin konuya uzaklığına; filme hiçbir katkısı olmayan figüran mesabesinde bile anlam ifade etmeyen unsurların aktörmüş gibi yutturulmaya çalışılmasına, müziğin baş ağrıtan kullanımına kadar yerden yere vurulacak pek çok malzeme veriyor elimize Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir. Fakat bir o kadar da önemli sorular soruyor. Örneğin “Central Park’a bir otel yapabilir misiniz?” sorusu oldukça can alıcı bir soru olarak karşımızda duruyor.

 

Mekânla birlikte dönüşen değer

İstanbul, Cumhuriyet Türkiyesi’nin devraldığı kültür mirasının reeldeki somut karşılığıdır desek abartmış olmayız sanırım. Dolayısıyla değil gökdelenler, uydu kentler, çakılacak her çivinin hesabı-kitabı inceden inceye ölçülüp biçilmelidir. Hayat koşullarını iyileştirelim derken mevcut yaşam daha da kaotik bir hale getirilmemelidir. Böyle büyük yargı cümleleri kurmak için ne yargıç, ne mimar, ne de plânlamacı olmak gerekir. Burada yaşamak ortak paydasında buluşan, bu şehirde eğitim alan, trafiğe çıkan herkes bu tür cümleler kurma hakkına sahiptir. İstanbul popülist politikaların deneme-yanılma tahtası haline getirilmeyecek kadar önemli bir miras. Eskilerin dediği gibi “haddini -sınırını- aşan zıddına dönüşür”. Ekolojik, demografik, doğal, ekonomik sınırların “megakente dönüşmek” gibi bir hedefe kilitlenilerek “çılgınca” tahrif edilmesi bu hedeflerin sahiplerini ulaşmak istedikleri yerin tam da karşı kutbuna taşıyacaktır. Filmde görüş bildiren uzmanlardan birisinin dediği gibi, “Yarattığımız mekânlar bizi yaratır. Nasıl bir insan olduğumuza bakmak için yarattığımız kentlere bakmalıyız.”

 

Ne yardan ne serden geçilebilmiş izlenimi veren iki ayrı konusu var filmin. Üçüncü köprünün yaratacağı tahribat ve İstanbul merkezli kentsel dönüşüm projelerinin serencamı. Daha doğrusu üçüncü köprü diğer konuya yedirilmek istenmiş. Yedirilebilmiş mi? Hayır. Anlaşılan o ki yiğidin gönlünde yatan aslan köprünün hikâyesiymiş, fakat süreç içerisinde konu genişleyip şekil değiştirmiş. Yahut tersi. Bir belgesel film kurgulanırken izlenebilecek yollardan birisi bu olabilir. Masabaşında her şeyin tamamlanması beklenemez. Ama film yön değiştirdiğinde kesip atılması gereken sahnelerin katli vaciptir. Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir ele aldığı konunun önemine ve yarattığı farkındalığa rağmen ne yazık ki sinematografik açıdan zayıf bir film. Buna rağmen temennim odur ki amacına ulaşır ve bu projeler tekrar gözden geçirilip hatalı uygulamalardan dönülür.

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..