Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
25.09.2012 Araf Dumanlı Kentin Kader Mahkûmları Tuba Deniz

Filmlerinde arada kalanlar üzerine düşünmeyi sever Yeşim Ustaoğlu, farklı kültürler, coğrafya, kimlikler, zamanlar arasındaki belirsizliğin, aidiyetsizliğin izini sürer. Arada kalanların mütemadi arayışlarını, bu muğlâk halin gerilimini izleyiciye anlatmaktır niyeti. Bulutları Beklerken (2005)’de Rum kimliği ile mecbur bırakıldığı Türklük arasında sıkışan Ayşe’nin (Eleni) tedirginliğinde, Güneşe Yolculuk (2000)’ta esmer teni nedeniyle Kürt gibi muamele görmek ile Tireli olmak arasındaki garip uçurum Mehmet’in şaşkın ifadelerinde, Pandora’nın Kutusu (2009)’nda ise geçmiş ile gelecek arasındaki irtibatsızlıktan kaynaklı huzursuzluk Murat’ın isyanında perdeye yansımıştı. Ustaoğlu’nun son filminin isminin Araf olması bu manada şaşırtıcı değil.

 

Film bir otoban üstünde kurulu, herkesin gelip geçtiği kimliksiz bir mekân, devasa bir benzin istasyonunda, yirmi dört saatlik vardiya usulüyle çalışan iki gencin hikâyesine odaklanır. Zehra ile Olgun’un bu “araf”taki hayatları iki ucu açık bir belirsizlikten ziyade, adetler, din ve sosyal ilişkilerle kuşatılmış bir hapishane, çıkışsızlık, içinde yaşadıkları kısır döngüye mecburiyet anlamına gelir. Daha önceki filmlerinde karakterleri, mekânları ve kadraja dâhil ettiği nesneleriyle hep geçmiş ile bugün arasındaki menzil üzerinde gezinen ve aidiyet, bellek, kimlik gibi kavramları irdeleyen Yeşim Ustaoğlu’nun son filmi diğerlerinden farklı olarak bugüne odaklanmış durumda. Şimdiye ve kesif gerçekliğin ta içine sabitlenmiş kamera.

 

Karanlığa Duyulan Aşk

Zehra’nın rutin hayatı ev ile çalıştığı benzin istasyonunda mekik dokumaktan ibarettir. Arkadaşı Olgun’un kendisine yönelik alakasına kayıtsız değildir fakat onu çok fazla ciddiye de almaz. Yaşadığı yerden, işten, hayattan sıkılmıştır Zehra, öyle ki eline fırsat geçtiğinde ilk işinin buradan “basıp” gitmek olacağını dile getirmektedir. Bu sıkışmışlık halinden kurtulabilmek için bir ihtimal, umuttur karşısına çıkan kamyon şoförü Mahur (Özcan Deniz). Ustaoğlu’nun filmlerinin alâmet-i fârikası yol fikri burada da Zehra ile Mahur’un birleşme ve yaşadıkları yerden uzaklaşma ihtimaline yaslanır. Zira Zehra nasıl yaşadığı hayata mahkûmsa, Mahur da yollara, kamyonuna mahkûmdur. Filmdeki herkes için var olmak bir nevi mahrumiyet, mecburiyet, sıkışmışlık anlamına gelir. Zehra’nın Mahur’a olan aşkının yörüngesindeki ikinci adam Olgun’un sözlerinde sabitlenir bu motto: Başına gelen en kötü şey doğmaktır. Filmde, önce televizyon ekranında izletilen daha sonra Zehra ve Olgun’un da bu seyrin bir parçasına dönüşeceği “Kader Mahkûmları” programının ismi aslında tam da buhranlı karakterlerin hal-i pür-melâlini tarif eder.

 

Zehra’nın yaşadığı yerden kopma, “yeni bir hayat” hayallerinin bir başka ifadesi olarak da okuyabileceğimiz Mahur’a duyduğu alaka; bir belirsizliğe, karanlığa duyulan aşk gibidir. Hiç konuşmayan, hakkında hiçbir fikre sahip olamadığımız filmin içinde dolaşan bu karaltı için bir karakter demek dahi güç. Zehra zaviyesinden baktığımızda ise onun düşlediği hayatın belirsizliğinin, çözümsüzlüğün bir resmi olarak da yorumlanabilir Mahur’un tasviri. İlişkilerinin başlangıcında, Mahur’un kırmızı kamyonunun geçişini bekleyişlerinde her ne kadar Selvi Boylum Al yazmalım (1977) romantizminden izler olsa da ilerleyen dakikalarda çok daha sert bir açılım yapar film. Çalıştığı benzin istasyonuna sık sık uğrayan bu “gizemli” kamyoncu ile yakınlaşır genç kız, ondan sahip olacağı bebek gibi hayata yeni bir başlangıç yapma umudu da ölü doğuma gebedir.

 

Filmde sık sık fonda televizyon programlarından görüntüler, diyaloglar belirir. Evlendirme programları, yarışmalar, insanların acılarını ilân ettikleri reality şovlar… Kendi realitelerinden bir kaçış olarak da görebileceğimiz bu programlarla sürekli alışveriş halindedir karşımıza çıkan her bir karakter. Zehra’nın filmin başında yeni bir televizyon alma isteği de yaşadığı kasaba Karabük’ün ona yetmediğinin ilk işaretidir. Evlerin içinde yanıp sönen bu ışık uzaktaki farklı, yeni bir hayata davet eder muhataplarını. Mesela Olgun’un dilinden düşmez Acun abisi, “Var mısın Yok musun” programına katılarak zengin olma fikrine takılıp kalmıştır. Zehra ile Olgun’un hikâyesi de ekranda seyrettikleri bu hayatların bir izdüşümüne dönüşecektir neticede.

 

Son dönem sinemamızın yoğun alaka gösterdiği üçüncü sayfa hikâyelerinden biridir Araf, bu tarz filmlerdeki genel eğilime denk düşer bir şekilde olabildiğince teşhirci bir yaklaşımla ele alır konuyu. Diyaloglardaki bol küfürler, Zehra’nın travmatik doğum sahnesinin tüm çıplaklığı ile perdeye yansıması ya da Olgun’un arkadaşıyla muhabbetindeki “argo” ifadeler gibi birçok genel ve detay sahne gerçeklik duygusunu beslemek, pekiştirmek adına alenen perdeye yansıtılır. Kaba gerçeklik estetize edilir; bunalım, hayatın anlamsızlığı gibi ölü doğan bebek cesedi bile bu bakış açısının bir nesnesine dönüşür.

 

Arafta olmak başta da değindiğimiz gibi dipte olmak anlamına gelir filmde. Bu kara atmosferi sürekli kapalı ve yağışlı hava, filmin gri tonları, ışık ve müzik kullanımı ile destekler Ustaoğlu. Önceki filmlerine kıyasla daha çok yakın plân tercih eder. Kadrajları ve yarattığı atmosfer ile karakterlerin özellikle Zehra’nın ruh halini izleyici ile paylaşmayı dener ki bu manada isabetli bir görüntü yönetimi ve mekân kullanımı söz konusu. Oyuncu tercihleri kadar yönetimi de başarılı. Zehra karakterindeki Neslihan Atagül zaman zaman iniş çıkışlı bir performans sergilese de Olgun rolündeki Barış Hacıhan’ın oyunculuğunun, rolüne uyumlu fiziğinin filme olumlu manada katkısı büyük.

 

Kendi Üzerine Kapanan Bir Anlatım

Araf’ta özellikle üç kadının durumu ön plâna çıkarılmakta. Olgun’un annesi kendini evine adamış, içi geçmiş bir kadın tipidir. Babası ile oğlunun, seyir boyunca neden olduğuna bir türlü anlam veremediğimiz, izâha da gerek duyulmayan gerilimi ve garip bakışmalarının arasında belli ki yılları geçmiştir. Filmin nihayetinde aniden evi terk edişi senaryonun iknadan uzak tenakuzlarından yalnızca biri. Olgun’un annesinin yaşadıkları Zehra’nın geleceğine dair bir ihtimali resmeder, tıpkı en yakın arkadaşı Derya ablasının başına gelenler gibi. Derya da yıllar önce babasız doğan çocuğunu sırf toplumsal dayatmalar nedeniyle terk etmek zorunda kalmıştır. Zehra ve Olgun’un annesi gibi onun da hayatını ataerkil düzenin tahakkümü karartmıştır. Üç kadının birbiriyle hem ilişkili hem de birbirinden ayrı bağımsızlaş(ama)ma mücadelesine şahitlik ederiz filmde. Lâkin bu tecrübeyi, yolun çok daha başında olan Zehra en ağır yaşar. Bu kadınların mağduriyetinin sebebi her ne kadar birincil olarak ataerkil zihniyete işaret etse de arka plânda bu fikri besleyen adet, gelenek ve dini dayatmalar, muhafazakâr toplum yapısı vardır. Bilinçaltına sinmiş bir baskıdır söz konusu olan, yanı başlarında, içlerinde her daim duran bir korku.

 

Bu manada Zehra’nın hamileliği toplumun kadına yüklediği kutsiyet, değer ve anlamlar bütününün bir temsili olarak da okunabilir. Zehra taşıyamadığı bu “yük”ten kurtulmanın sancısını, ızdırabını doğum sahnesinde izlediğimiz üzere bir başına yaşamaya mecburdur. Büyük oranda kadınların hayatını karartan, fakat esasında erkeklerin dünyasına da zarar veren bir tahakkümdür söz konusu olan. Zehra ve Olgun yaşadıkları kasabanın kabuklarını kırmayı dener ama başarılı olamaz. Zira Zehra’nın Mahur ile birleşerek içinde bulunduğu şartlara meydan okuma, isyan etme tecrübesine paralel Olgun da Acun ağabeyinin sunduğu yarışma programının bir parçası olmak için hayatını tehlikeye atacak bir çılgınlık girişiminde bulunacaktır. Zehra’nın yaşadığı travmatik doğumdan sonra hayattan psikolojik olarak kopması ile yine oldukça muğlâk bırakılan Olgun’un cinayet işleyerek hapishaneye düşme süreci de birbirine denk düşer. Filmin sonunda Zehra ile Olgun’un cezaevinde, arabesk müzik eşliğinde, “Kader Mahkûmları” programının sunucusu Yalçın Çakır’ın iştirakiyle canlı yayında televizyona yansıyan nikâhları bir umut ya da “mutlu son” anlamına gelmez. Aksine sürekli içinde dönüp durdukları sindirilmiş, çürümüş hayatlara metfun olduklarının altını kalınca çizer.

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..