Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
07.02.2014 Çocuk Pozu Gücün Kanunları Aybala Hilâl Yüksel
Romanya sinemasının son yıllarda yaptığı rahatsız edici güzelliklerden biri de Çocuk Pozu (Pozitia Copilului, 2013) idi. Filmin Altın Ayı ile de taçlandırdığı başarısının arkasında güçlü sinema dili ve sağlam senaryosu kadar tartıştığı mevzuun her daim güncelliğini de aramak gerekiyor. Filmde, -sorunlu bir ilişkiye sahip- anne ve oğlun sıkıcı hayatları bir “kaza” ile sarsılır. Suyun dalgalanmasıyla dibe çöken pislik meydana çıkar ve güç, sorumluluk, suç mefhumlarına dair tartışmalara gebe sancılı bir dönem başlar.
 
Filmin ilk dakikasından itibaren anne Cornelia ve oğlu Barbu’nun arasında var olan gerilim ve şiddet, aslında birbirinden “ayrı” var olamama hâllerini ele veriyor. Annenin oğlu üzerinde egemen olma isteği ile Barbu’nun pasifliği birleştiğinde ortaya tatminsiz bir anne ile çocuk kalmış bir yetişkin çıkıyor. Neyse ki yönetmen beyazperdedeki sayıları günbegün artan “olgunlaşamayan veya olgunlaşmak istemeyen erkekler” filmlerine bir yenisini eklemeyeceğini -hikâyeyi annenin gözünden aktararak- en baştan açıklıyor ve izleyenin yüreğine bir parça su serpiyor. Bu tercih; filmi birçok benzerinden ayrı bir yere koyarken, suç ve sorumluluk temaları üzerine yapılan tartışmanın derinleştirmeye de yarıyor. Arızayı gizleyen yüzeydeki kabuğu kırıveren bir “kaza” çözülmesi gereken daha ciddi problemleri ortaya döker. Kahramanlarımız her ne kadar kaza ve sonuçları ile meşgul olduklarını düşünse de süreç içinde hayatlarını, ilişkilerini ve daha da önemlisi değer yargılarını gözden geçirmek zorunda kalırlar.
 
İktidarın Köleleri
Filmdeki kazanın bir felakete yol açtığı tartışmasız bir gerçek. Ancak filme konu olan, büyük kıyametin yaşandığı kazanın kurbanının ailesi değil; hatta onların dünyasına son sekans hariç neredeyse hiç girilmiyor. Çünkü esas dikkate değer ve hayreti mucip olan Cornelia ve ailesinin kendi yarattıkları küçük dünyalarında kopan küçük kıyametin ibretlik hikâyesi. Yani oğullarının işlediği suç, bu suçun ört bas edilmesi, dolayısıyla isimlerinin aklanması ve bu uğurda bir annenin göze alabilecekleri…
 
Filmin yakaladığı en can alıcı nokta hiç şüphesiz ki muktedirlerin, saygınların, yani düpedüz burjuvanın nasıl sahibi olduklarına inandıkları mevkiin kölelerine dönüştüğünü ortaya koymasıdır. Kişi kendisini elinde bulundurduğu gücün veya mevkiinin ve bunun getirdiği itibarın “sahibi” zannetmeye başladığı zaman bütün varlığını o konumu korumak için feda etmek zorunda kalacaktır. Onun varlığını sürdürmek için kendinden dahi vazgeçebilir ve tuhaf şekilde bunu da aslında bunu da kendi nefsi için yapar. İnsan kişisi gücün idaresi altına girdikten sonra artık kurallar iktidar tarafından koyulacak, onun kanunları diğer tüm kanunların üzerine geçecektir. Sahip olduğuna inandığı toplumsal mevki tarafından ele geçirildiğinin farkında olmadan, bile isteye ve hatta canla başla… Toplumun efendileri arasındaki yerini korumanın şartı, ironik biçimde yeni efendisinin her emrine amade olmaktan geçecektir.
 
Kendi köleliğinin farkındalığından veyahut çözümünden yoksun bulunan Cornelia içinse her şeyden daha önemli olan itibarıdır. Sahip olduğu toplumsal imtiyazları korumak, onun ismini daha da yukarılara götürecek oğlunun kaderini tayin etmek zorundadır. Hatta bu yolda giriştiği türlü yüzkızartıcı işler de bu yüksek amaç uğruna meşrudur. Bundan sonrası ise aşina olduğumuz durumlardan ibaret. Telefon edilen emniyet müdürleri, yeniden düzenlenen bilirkişi raporları, yalancı şahitler, rüşvet ve sanığın ailesinin türlü iyi niyetli gayretleri… Netice itibariyle “itibar” sözkonusu olduğunda yürürlükte olan insanlığın kanunları değil gücün/iktidarın kanunlarıdır.
 
Anneler ve Oğullar
Filmdeki annenin oğlunu “bir evlattan çok daha fazlası” olarak gördüğü çok açık. Aralarındaki ilişkinin çarpıklığı özellikle birkaç sekansta zirve yapıyor. Psikanalitik okumalar ile yeni tartışmalar açabilecek konu hakkında şunu söylemek elzem görünüyor. Filmdeki annenin, Cornelia’nın gözünde oğlu Barbu kendisinden ayrı bir yerde durmuyor. Kendi vücudundan yarattığı ve hâlâ vücudunun bir uzantısı olarak gördüğü bir varlık. İşte tam da bu sebepten Barbu tüm hayatı ve varlığı ile annesinin nefsine hizmet etmekle yükümlü. Onun gerçekleşmemiş bütün hayallerine ulaşmak ve ailesinin seçkinliğine değer katmakla vazifeli. Ama zaten her şeyin mutlak sahibi olmaya çalışan bir “kadın” karşısında oğlunun güç ve enerjisi de farklı bir muamele görmeyecektir. Sahip olma zannıyla birlikte gelen köleleşme sürecinin farklı bir tezahürü olduğu için bu hususta da yukarıdaki iddiaları ayniyle sıralamak mümkün.
 
En nihayetinde sürekli sahip olunmaya çalışılan oğul yetişkinlik çağını sürmesine rağmen hayatı boyunca hiçbir şey için sorumluluk alması gerekmemiş, gerektiğinde de bundan geri durmuş bir adam olarak resmediliyor. Fakat hâl böyle olsa bile filmin sonunda ulaşılan nokta dikkate değer. Annesiyle yaptığı son konuşmadan ve suçuyla yüzleşebilmesinden anlaşıldığı üzere oğul Barbu’nun annesinin egemenlik alanından kurtulması, büyümesi ve rüştünü ispat etmesi mümkün. Fakat kendi kendisine veya görünüş itibariyle kendi gücüne “kul” olan anne için durum bir o kadar karamsar. Tam da bu noktada, hâli hazırda yirmi küsur senelik bir cumhuriyete sahip olan ve öncesinde ciddi bir değerler yıkımına uğrayan Romanya devleti ile oğul Barbu arasında kurulabilecek paralelliğe işaret etmekte fayda var. Ülke tarihiyle birlikte düşünüldüğünde; Barbu’nun pek çok anlamda sıfırdan başlayan ve hızla kapitalistleşen bir ülkenin genç yetişkin kuşağını temsil ettiği anlaşılıyor. Ayrıca hikâye kurgusu, “yeni” olanın kendi varlığını ortaya koyabilmesi için “eski”nin ona alan açması gerekliliğinin ve talebinin dile getirilişi olarak da okunmaya imkân tanıyor.
 
Tüm psikolojik ve politik okumaları bir kenara bıraksak bile Çocuk Pozu’nu her bir seyirci için anlamlı bir yere koyan insana dair, insanı insan yapan “değerlere” ve aynı zamanda insanı insanlıktan çıkaran “gereçlere” dair sorduğu sorular olmalı. Film insanın köleleşmesini gözler önüne sererken onu özgürleştirecek olanı ise yalnızca ima etmekle yetiniyor. Fakat yine de “insan” olabilmek için yürünecek yolda birkaç önemli basamağa işaret ediliyor: “fiilinin faili olmak” ve “neye hizmet ettiğinin şuuruna varmak” gibi…
 
 
 
YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..