Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
01.04.2014 Köksüz Şablona Yerleştirilmiş Güçlü Hikâye Meltem İşler Sevindi
Yarım Elma, Hayat Bilgisi, Ayrılsak da Beraberiz, Küçük Kadınlar, Şöhret gibi döneminde popülerlik kazanmış dizilerin senaristi Deniz Akçay bu kez karşımıza ilk uzun metraj filmi Köksüz ile çıktı. Köksüz, bir ailede yaşanan baba kaybının ardından aile üyelerinin yaşadığı histeriyi ve şekillenen anne kız ilişkisini anlatıyor. Eşinin ölümüyle gücünü kaybeden Nurcan, evin bütün sorumluluğu üzerine yıkılan Feride, babanın yokluğunda iktidarı ablasına kaptıran İlker, yaşananları sessizce izleyip odasına kapanan Özge…

 

Film, İlker’in babasından kalan arabanın anahtarını annesinden gizlice yürütüp bir tur atmaya yani aile arabasının direksiyonunun başına geçmeye çalışmasıyla başlar. İlker’in bu çabasının annesi tarafından engellenmesi onun her gün biraz daha evden uzaklaşmasına ve yaşadığı ergenlik bunalımında boğulmasına sebep olur. İlker’in babasının yerine koyduğu araba, erki simgeleyen direksiyon bize en başından merkeze alınacak konuyu imliyor.  

 

Öykünün temeline yerleştirilen “baba yoksunluğu” aile içinde yaşanan sinir patlamalarını, iktidar problemini, kıskançlığı, tahammülsüzlüğü tetikleyen bir kıvılcım gibi. Aile üyelerinin ilişkilerine baktığımızda ortaya çıkan manzaranın babanın yokluğuyla filizlendiğini söylemek mümkün değil. Kapıdan içeri baba girse bu histerik ilişki yumağının çözüleceğini düşünemiyoruz. Bunun yanında aile üyelerinin babaya duydukları özleme, babanın evde gezinen ruhunu maddeleştirecek belirgin bir fotoğrafa ya da herhangi bir eşyaya rastlayamıyoruz. Baba, film boyunca sadece bizim için arada bir sunulan “sebep” unsurundan öteye geçemiyor. Yönetmenin anne-kız arasında yakaladığı -Türk Sineması’nda pek rastlamadığımız- güçlü ilişki babanın yokluğunu bize hissettirmezken araya babanın ruhunun sokulması senaryonun bir şablona oturtulduğunu hissetmemize sebep oluyor. Babayla duygusal bir ilişkiye girmemize izin vermeyen yönetmen, bizi evde yaşanan histerik hallerin ortasına atıyor.

 

Filmde karakterler arasında yakalanan kuvvetli çatışmaya psikanalitik bir dayanak arayan yönetmen, bunu elektra kompleksi ve oidipus kompleksi ile yapmaya çalışıyor. Ancak yönetmenin bu çabası yakaladığı güçlü karakter çatışmalarına gölge düşürmekten öteye geçemiyor. Anne-kız arasında yaşanan ilişkide elektra kompleksinin aksine annenin kızına duyduğu kıskançlık, tahammülsüzlük, bağlılık yatarken kızında annesinin ona yüklediği sorumluluktan bir an önce kurtulma isteği görülüyor. Bu ilişkide “baba” bizim aklımıza gelmeyen fakat yönetmenin defa kez unutmamamızı söylediği bir “sebep” sadece. İlker’in yaşadığı ergenlik bunalımına babanın kaybı da eklenince kendini aileye karşı sorumlu hissetmesi, direksiyonun başına geçme isteği, eve meyve alması, annesiyle yaptığı tartışmalarda maskülen tavırlar sergilemesi bize oidipus kompleksini imliyor. Bu hal çıkmazının altı, İlker’in annesinden uzaklaşarak arkadaşının annesine tecavüz etmesi ile çiziliyor. Daha sonra tecavüz ettiği kadınla birçok kez ilişkiye girmesi ve kadının da bundan haz duyması tecavüzün meşruiyetini ilan ediyor. Senaryo yazılırken beslenilen psikanalitik unsurlar karakterlerin üzerine giydirilen büyük beden bir gömlekten fazlası olamıyor. Aynı zamanda bu durum aile üyeleri arasında akan doğal ilişkiyi de bozuyor.

 

Filmde özdeşleşebileceğimiz karakterlerden biri olan Özge, tutunacak bir aile büyüğü arayışı içine giriyor. Özge’nin tek isteği annesinin sevgisini kazanmakken annesinin onunla kurduğu ilişki onu bakkala göndermesinden öteye geçmiyor. Çocuklarının hayata tutunma çabasını göremeyen Nurcan, ailenin dibe çöküşünü acizliğin ve güçsüzlüğün gücüyle yapıyor. Nurcan’ın kocası öldükten sonra evin alt katını kapatıp üst katta yaşamaya başlaması ailesinden vazgeçişini gösteriyor. Kendini evine hapseden, dışarı yalnız çıkmaktan korkan Nurcan, yaşam alanını sürekli temizleyerek kendine kurduğu bu yeni düzeni böyle kontrol etmeye çalışıyor. Kızı Feride’yi evin erki olmaya zorlarken Feride’nin güçsüz olduğunu göz ardı ediyor.

 

Filmin, aile içinde bir iktidar olması gerektiğini olumlayan bir tarafı da var. Bir yandan da erk olmayı beceremeyen güçsüz kadınları… Anne kız arasındaki histerik ilişki tam da bu noktada başlıyor. Annenin kızına duyduğu derin bir kıskançlık var aynı zamanda. Kızının dışarı çıkabilmesi, çalışması, evleniyor olması… Kendi yapamadığını kızının yapıyor olması onun felaketi oluyor. Feride ise bir felaketin içine atlıyor; ama anne kendini görmekten bunu anlayamıyor. Kendini hiçbir işi halledecek yeterlikte görmeyen, her daim mutsuz, çocuklarının kendisine annelik yapmasını bekleyen bir karakter Nurcan. Böylece hâkim anne algısının da dışında kalıyor. Onun bu anne olamama hali kendi annesi tarafından sürekli azarlanmasına sebep oluyor. Yönetmen “annelik” kavramını bir yapı sökümüne uğratıyor. Görmeye alıştığımız koruyan, kollayan, sarılıp koklayan bir annenin dışında ne yapacağını bilmeyen bir kadın duruyor karşımızda. Feride’nin üstesinden gelemediği şeyleri damat adayı Gülağa’nın yapması dahi Nurcan’ı mutlu etmiyor. Annenin bu ne istediğini tam olarak bilememe hali Feride’nin de üzerine siniyor. Feride, üstlendiği rolden kaçmak için başka istemediği bir rolü seçiyor. Üstelik bunu sevmediği bir adamla evlenerek yapıyor.

 

Filmde dramla mizahı buluşturan yönetmen, girdiğimiz aile kavgasının içinde nefes almamızı sağlıyor. Nurcan, “üç kadının bir adam” edemeyeceğini söyleyerek bizi buhranının içine çekerken bir yandan da Gülağa’yla yaptığı sohbette “sizin oranın kadınları çalışan kadına alışkın değildir” diyerek kendi içine düştüğü ironiyle yüzümüzü güldürüyor. Nurcan’ın yaşadığı bu çelişki, aklımızda beliren Gülağa’nın neden Doğulu bir karakter olarak seçildiği sorusunu cevaplıyor. Gülağa’nın direksiyonun başına geçmesi, sürekli tıkanan lavabo deliğini açması dahi Nurcan’ın istediği şeyi karşılamıyor. Bu noktada film, Nurcan’ın ruh halinin bir erkek yoksunluğundan çok Feride’ye duyduğu kıskançlık ve bağlılıktan kaynaklandığını bize düşündürüyor.

 

Klasik yapıda bir kurmaca film olan Köksüz, bize tatmin edici, boşlukları olmayan bir senaryo sunuyor. Karakterlerin ruh hallerinin başarılı bir şekilde perdeye taşınması, ışığın doğal olması, oyunculuklardaki profesyonellik filmi izlemeye değer kılıyor.

 

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..