Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
01.04.2014 Rüzgar Yükseliyor Büyük Usta Veda Ediyor Koray Sevindi
Animasyon dünyasının usta isimlerinden biri olan ve eserleriyle yediden yetmişe herkesin beğenisini kazanan Hayao Miyazaki, son filmi Rüzgar Yükseliyor (Kaze tachinu, 2013) ile artık emekli olacağını açıkladı. Animasyon dünyasına yaptığı son "dokunuşunda" bilinen çizgisinin dışına çıkan yönetmen, gerek Japonya'da gerekse dünyada çeşitli tepkiler aldı. Miyazaki ise bu tepkilere karşı çıkarak animasyonu yapmaya karar verirken etkilendiği Jiro Horikoshi'nin bir sözünü dile getirdi ve suçlamalara son noktayı koydu:
 
“Bütün istediğim, güzel bir şey yapmaktı.”
 
Tatsuo Hori'nin kısa öyküsü Kaze Tachinu’dan yola çıkarak Miyazaki tarafından hazırlanan bir mangadan uyarlanan film, II. Dünya Savaşı sırasında Japon ordusu tarafından kullanılan ve Pearl Harbor saldırısında da yer alan “Zero” adındaki uçağı tasarlayan Jiro Horikoshi'nin biyografisine odaklanıyor. Bazı kurgusal bölümler de içeren film, genel olarak “bir Miyazaki filmi” özelliklerini içermiyor. Sinematografik anlamda değerlendirildiğinde Miyazaki’nin tarzına yaklaşan film, sahip olduğu “gerçekçi” altyapı nedeniyle ustanın tarzından bizi biraz uzaklaştırıyor ve oldukça çarpıcı bir film olan Isao Takahata'nın Ateşböceklerinin Mezarı’nı (Hotaru no haka, 1988) anımsatıyor. Filmlerinde fantastik öğelere yer veren, kendine has bir dünya kuran ve bu dünya içerisinde vicdana, sağduyuya, iyimserliğe vurgu yaparak savaşa, çevresel felaketlere ve pek çok konuya sahip alt metinleri işleyen Miyazaki, bu son filminde yer yer bu duyguları yakalasa da daha farklı bir işle karşımıza çıkıyor. Filmde iyi-kötü çatışması vermek yerine daha ortada yer alan ve hatta neredeyse kötülüğe hiç yer vermeyen bir film ortaya çıkarıyor. Filmdeki patronlardan, Jiro'nun arkadaşlarına kadar herkes “iyi” bir şekilde çiziliyor. Kötü karakterlerin köşeli hatlarla çizilmesi ve daha çok çizgiyle ifade edilmesi durumu bu filmde de yer alıyor; ancak “kötülük” genel olarak derinleşemiyor. Bu, iyi bir durum olarak görülse de filmdeki çatışma zeminini oluşturulamadığı için filmin seyri oldukça zorlaşıyor. Zaten “çocuklara yönelik olmayan bir film” yapmayı tercih eden Miyazaki, daha büyük yaştaki izleyiciyi yakalayabilecek seyir imkânını da sunamayınca beklentinin altında kalıyor. Daha çok son dönemde Hollywood’da popüler olan “biyografi filmleri”ne benzeyen film, senaryonun çok yoğun olması ve filmdeki güç noktalarının tam olarak anlaşılamaması nedeniyle genel olarak beklentiyi karşılayamıyor. Senaryosunun Yeşilçam’dan çokça alıştığımız bazı sahneler içermesi de filmi, melodram filmlerinin zeminine çekiyor ve istemeyerek de olsa filmle Türkiye’deki izleyici arasına biraz mesafe koyuyor. Ders verme niteliğindeki pek çok sahne de filmin gerçekçi zemini nedeniyle oldukça didaktik bir anlatıma neden oluyor ve Miyazaki'nin önceki filmlerinde kurtulduğu bu durumla iyi bir şekilde yüzleşemediğini izleyiciye gösteriyor.
 
Filmlerinde daha çok küçük kızlar ve güçlü kadın karakterler kullanmasına alıştığımız yönetmen bu filminde gerçek hayattan seçilerek çizilmiş bir erkek karakter kullanarak biraz farklı bir yol izliyor. Aslında Miyazaki’nin Horikoshi gibi önemli bir uçak tasarımcısını seçmiş olması çok da şaşılacak bir durum değil. Miyazaki'nin birçok uçak tasarımının olduğu, uçmaya ve gökyüzüne yoğun bir sevgi beslediği filmlerinden ve hayatından biliniyor. Bu yönüyle Jiro'nun küçükken gökyüzüne olan sevgisini anlatması ve pilot olma hevesinin altını çizmesi bir noktada Miyazaki’nin kendisinden de yola çıktığını bize gösteriyor. Sonuçta bir savaş uçağı tasarlamış ve sayısız insanın ölümüne yol açmış bir karakterden bahsedildiği için filmi izlerken bir ön yargı oluşabiliyor. Miyazaki, kahramanının bu yönünden ziyade hayal gücüne, çabasına ve gerçekleşen düşlerine odaklanarak olaya farklı bir açıdan yaklaşmaya çalışıyor. Savaş görüntülerine ve savaşa dair şeylere bir perdenin arkasından bakıyor ve Jiro’nun günlük hayatına odaklanarak onu ayakları yere basan bir karakter olmaya doğru götürüyor. Bu yönüyle, Miyazaki’nin aracı değil amacı eleştirdiği ve savaşın karanlık yüzüne bulaşmadan bir hayali anlatarak savaşa karşı tavrını gösterdiği söylenebilir.
 
Filmin, Horikoshi’nin hayatına odaklanırken bunu Japonya ve dünya tarihinde meydana gelen olayların etkileri üzerinden yapması oldukça başarılı bir anlatım. 1923 yılındaki Kanto depremi ve ardından meydana gelen yangınlarla Tokyo’nun yok olması, bu felaketten sonra kısa bir sürede tekrar toparlanan Japonya’nın yaşadığı kalkınma süreci ve modernizasyonu, 1929 ekonomik buhranının etkisiyle yoksullaşan ülke, Almanya’nın ve Naziler’in yükselişi ve II. Dünya Savaşı’na doğru giden karamsar yolculuk... Film bu yönüyle bir çeşit belgesel görevi de görüyor; fakat yaklaşık yirmi yıllık bir süreci bu kadar yoğun olaylarla anlatmaya çalışması filmin bazı yerlerde dağılmasına ve konunun sarkmasına neden olabiliyor. Uzun süreci anlatırken bazı yerlerde yapılmak zorunda kalınan kurgusal atlamalar izleyicilerin filmin hikayesine kolay dahil olamamalarını sağlıyor. Bu olaylara ek olarak Miyazaki’nin Jiro’nun aşk hayatına, çalıştığı kurumdaki kişilerle ve ailesiyle olan ilişkilerine de odaklanmak istemesi, filmin akışını büyük ölçüde zorluyor. Bu geniş yelpazede ele alınan anlatım nedeniyle filme pek çok karakter dâhil oluyor fakat bu karakterler üzerinde çok fazla derinleşilemiyor ve bir müddet sonra bu karakterler unutulup gidiyor. Örneğin Jiro’nun Miyazaki’nin filmlerinde görmeye alıştığımız küçük kızları hatırlatan küçük kardeşi Kayo, filmin başında oldukça önemli bir rolde olacakmış gibi yer alıyor; fakat sonradan filmdeki ağırlığı bir anda kayboluyor. Aynı durum nedeniyle Nahoko’nun da filmdeki pozisyonu biraz yapıştırma gibi duruyor. Bunların yanında filmde geçen Jiro’nun Batıya gönderilmesi, düşünce suçundan aranıp kaçması gibi konular da bir yere bağlanmadan havada kalıyor ve filmin gücünü zayıflatıyor.
 
Filmin siyasi boyutu ele alındığında Miyazaki’nin tarafsız bir bakış açısıyla filmi yönetmeye çalıştığı söylenebilir; fakat konu itibarıyla pek çok kesimle muhatap olan olurken eleştiri alması da olağan görülüyor. Nitekim film, savaş uçağı tasarlayan bir adamı ele alan konusu itibarıyla hassas dengeler üzerine kurulmuş bir yapıda. Miyazaki, bu zorluğu filmin diliyle bertaraf edebiliyor. Örneğin filmin başındaki rüya sahnesinde Jiro’nun uçağına doğru gelen bombaları insana benzeten ve nefes alıp verme yetisi ekleyen yönetmen, burada kusurlu olanın bomba ya da uçak değil, direkt insan olduğunun altını çiziyor ve Jiro’yu aklamaya çalışıyor. Miyazaki’nin Jiro’nun en önemli eseri olan uçağı tasarlarken uskumru balığının kılçığından yola çıkmasının altını çokça çizmesi de kahramanın naifliğine yaptığı bir atıf gibi görünüyor. Depremden kurtardığı hizmetçi, karısının elini tutarak işlerini yapması ya da ağlama sahneleri seyircinin Jiro ile olan bağlantısını güçlendiriyor.
 
Filmde Japonya kültürüne ve o dönemdeki sınıfsal farklara da çeşitli göndermeler mevcut. Deprem öncesi trende yolculuk eden Jiro’nun bulunduğu kompartımanla diğer kompartıman arasındaki fark o dönemdeki Japonya’nın durumunu çok iyi gösteriliyor. Jiro’nun kardeşinin doktor olma isteğini ailesine iletmesi için abisinden yardım istemesi, Şirket patronunun bir sahnede Jiro ile Nahoko'nun evlenmeden aynı odada kalamayacaklarını belirtmesi, geleneksel evlilik merasimi gibi sahneler o dönemki Japonya hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlıyor. Bunun yanında filmin pek çok yerinde ülkenin perişan haline vurgu yapılıyor. Örneğin Japonya’nın en modern uçağının öküzler tarafından çekiliyor olması ülkenin o dönemki durumunu oldukça güzel özetliyor.
 
Miyazaki’nin bu son filmiyle iç dünyasını izleyiciye daha çok açtığı söylenebilir. Bundan önceki filmlerinde hayal dünyasını seyirciyle paylaşan yönetmen, bu sefer gerçek dünyasını izleyiciye gösteriyor. Rüya sahneleriyle “gerçekte” olmasını düşlediği dünyaya gönderme yapan Miyazaki, filmin sonunda “düşler krallığı”nın “ölüler ülkesi”ne dönüştüğünü söyleyerek savaş karşıtı olduğunu açık bir şekilde ifade ediyor. Söylemek istediği şeyleri de filmin içinde kullandığı Caproni ve Castorp gibi karakterlere söyleten Miyazaki, artık kendi dünyasını izleyicilere kapatırken Japonya’nın geçmişini unutmaması gerektiğinin de altını çizerek son noktayı koyuyor. 
YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..