Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
16.04.2015 Son Mektup Bana Çanakkale’ni Söyle Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim Aybala Hilâl Yüksel

18 Mart 2015 günü yani Çanakkale Deniz Zaferi’nden tam yüz yıl sonra seyirciyle buluşan Son Mektup filmi Çanakkale Savaşı’nda görev alan Osmanlı pilotu Salih Ekrem ile Nihal Hemşire’nin aşk hikâyesini anlatıyor. Kültür Bakanlığı’ndan rekor miktarda mali destek aldığı günden bu yana adından söz ettiren filme dair merak, “Uzun yıllardır beklenen Çanakkale Savaşı filmi bu sefer çekilebildi mi?” sorusu etrafında yoğunlaşıyordu. Film bu toplumsal talebe ne kadar cevap veriyor, neden aynı derecede sinemadan anlayan iki kişiden biri filmi göklere çıkarırken diğeri yerden yere vuruyor gibi sorulara cevap aramadan önce bugüne dek yapılan Çanakkale filmlerine bir göz atmakta fayda var.

İki bin sonrası Türk sinemasında Çanakkale hakkında bir filmin yapılması arzusu her zamankinden daha sık dile getirilir oldu. Öyle ya sinemamız o eski günlerin seyircisiz, üretimsiz, parasız ikliminden sıyrılmış Türk yapımı filmler gişede ağırlık göstermeye başlamıştı. Gerçekten de savaşı anlatan filmler peş peşe üretilmeye başlandı ve bugün bir elin parmağını geçecek kadar Çanakkale filmimiz var: Gelibolu (Gallipoli, 2005), Çanakkale Çocukları (2012), Çanakkale 1915 (2012), Sarı Siyah (2012), Çanakkale Yolun Sonu (2013) ve Son Mektup (2015).

Tolga Örnek imzalı Gelibolu belgeseli bu konuda öncü adımlardan bir tanesiydi. Uluslararası bir yapım olan belgeselde günümüze ulaşan asker mektuplarının yanında uzman görüşleri, arşiv görüntüleri, savaşa ilişkin çizimler ve canlandırmalar yer alıyordu. Ancak savaşın gerçeğini farklı aktörlerin gözünden anlatması belgeselin “fazla tarafsız” algılanmasına sebep oluyor, üstüne üstlük belgesel kurgusunun özdeşleşmeye imkân tanımayan yapısı sebebiyle duygulanım düşük seviyelerde seyrediyordu. Tüm bu sebeplerden Gelibolu milli duygularımıza hitap edecek “beklenen” film olmaktan uzak kalsa da dikkate değer bir çalışma olarak akıllarda yer etti.

Her İdeolojiye Göre Çanakkale

Çanakkale gibi mitik bir savaş hikâyesi, kuşkusuz her ideolojinin kendisine yontmak isteyeceği bir tarih anlatısıdır. Çanakkale’yi kendi “resmi tarih”inin parçası kılmak, kendi ideolojisinin referans noktası olarak kurgulamak her “mahalle”nin arzusudur. 2012 yılında peş peşe vizyona giren Çanakkale Çocukları ve Çanakkale 1915 filmleri bu bağlamda “iyi” örnekler olarak değerlendirilebilir. Zira bu filmler, Çanakkale Harbi’ni nasıl perdeye taşıdıklarından ziyade bugünün siyasi gündemine Çanakkale üzerinden cevaplar arayan politik mesajları ile gündem teşkil etti.

Sinan Çetin imzalı Çanakkale Çocukları, Çanakkale Savaşı’nda biri Anzak biri Türk saflarında, birbirine karşı savaşan iki kardeşin hikâyesini anlatıyor. Yönetmen Çetin’in evinin bahçesine siperler kazıp kurduğu platoda çektiği, sert bir gerçekçilik ile masalsı düş sahnelerini bir araya getirerek yaptığı çalışma, film olmaktan ziyade tek bir sahneyi göstermek (bayraklar yüzünden yüzlerini göremeyen kardeşlerin birbirini süngülemesi) için yapılmış bir video klibi andırıyor. Çanakkale Savaşı’nı benimsediği liberal ahlâk marifetiyle anlatmaya çalışan Çetin’in filminde savaş karşıtlığı ve insan hayatının yüceltilmesi ile ilgili mottolar geniş yer tutuyor. Filmde Haluk Bilginer’in ağzından insanın yalnızca çocukları için feda-yı can etmesinin anlamlı olduğunu söyleyen Çetin, Çanakkale şühedasının niçin can verdiğini tefekküre ihtiyaç duymuyor. Kahramanlık mitinin altını oymayı deneyen bu atıfların yanında Sinan Çetin savaşın gerçek mağdurunun anneler olduğu, siyaset uğruna daha fazla çocuğun feda edilmemesi gerektiği, kişinin anadilini konuşmasının engellenemezliği, Türk olmayan unsurların Türkleştirilmeye çalışılmasının haksızlığı gibi bir imparatorluk savaşı içinde oldukça eklektik duran sözler söylemekten de geri durmuyor. Filmdeki bu vurgular Çanakkale için anlamlı olmasa da bugün halen devam eden ve o dönemde daha hararetli olan Demokratik Açılım veya Çözüm Süreci tartışmalarına Çetin’ce bir selam gönderme olarak okunabilir.

Şu Çılgın Türkler kitabının yazarı Turgut Özakman’ın aynı isimli Diriliş-Çanakkale 1915 romanından senaryoya bizzat uyarladığı Çanakkale 1915 filmi ise herhangi bir hikâyeye ya da film kahramanına dahi teveccüh etmeden Çanakkale Harbi’ni beyazperdede canlandırmayı deniyor. Bir noktadan sonra Yarbay Mustafa Kemal’in Anafartalar’da gösterdiği kahramanlıkları merkeze alan Çanakkale 1915, savaşa öyle bir noktadan bakıyor ki karşısında savaşılan düşmanın İtilaf Devletleri mi yoksa Osmanlı Devleti’ni temsil eden padişah mı olduğu dahi muğlaklaşıyor. İktidara sahip olanların gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunduğu bir zamanı tasvir eden Özakman, Çanakkale’nin bir imparatorluk savaşı olduğunu göz ardı etmekte mahsur görmeden ve savaşı ulus devlet kodları için bir başlangıç (veya diriliş) noktası olarak kurguluyor.

2013 yılında sessiz sedasız vizyona giren ve Çanakkale’de şehit düşen Mektep-i Sultani öğrencilerinin hikâyesine odaklanan Sarı Siyah filmi de Çanakkale 1915 ile benzer bir kurgunun izinden gidiyor. Yönetmen Levent Akçay’ın bizzat canlandırdığı Hasan karakteri müthiş öngörüsüyle Hasta Adam’ın artık bittiğinden, bu millet için yeni bir güneşin doğmasının gerekliliğinden, çocukların boş yere öldüğünden dem vuruyor. Filmdeki bu ileri görüşlülük yer yer o kadar ileri gidiyor ki 1915 yılında henüz ortada başka bir hükümet yok iken Osmanlı Hükümeti’nden “İstanbul Hükümeti” diye bahsedilmesi bile yadırganmıyor.

Görünmeyen Kahramanlar

2013 yılında seyirciyle buluşan Çanakkale Yolun Sonu ile Çanakkale filmlerinin dramatik anlamda bir üst seviyeye ulaştığı söylenebilir. Çanakkale hakkında bir filmde mutlaka en büyük taarruzun hikâye edilmesi gerektiğini, en büyük komutanın merkeze alınmasının olmazsa olmaz sayıldığı, savaşa dair bugüne kadar dilden dile anlatılan hikâyelerin her birinin filmde canlandırılmasının zorunlu görüldüğü zihniyeti aşabilmiş olmak filmin yaratıcılarının en önemli başarılarından. Anaakım savaş filmlerinin denenmiş ve sonuç vermiş formüllerinden faydalanılan filmde, büyük savaş içinde ismi bilinmeyen “küçük” insanların kahramanlıklarına odaklanılır. Cepheye giden bir abi-kardeşin hikâyesini perdeye taşıyan filmde, karakterler bütünlüklü ve özdeşleşmeye açık çizilir, dinamik aksiyon sahneleriyle de filmin atmosferi desteklenir. Her ne kadar düşman askerlerinin tek boyutlu yansıtılması filmi zayıflatsa da, iyi oyunculuklar ve dengeli bir senaryoya sahip olan Çanakkale Yolun Sonu “Çanakkale ruhunun” sinema dilindeki mümkün temsillerinin belki de ilkidir. Çanakkale 1915’in ulusalcı duruşuna karşılık, Çanakkale Yolun Sonu savaşa milliyetçi/muhafazakâr bir perspektiften bakar.

Çanakkale Yolun Sonu Osmanlı ordusunun tek keskin nişancısını anlatırken, yeni Çanakkale filmimiz Son Mektup da savaşa katılan tek Osmanlı tayyaresinin pilotunun hikâyesini perdeye taşır. Film Türk pilotu Salih Ekrem ile aynı cephede hizmet eden Nihal Hemşire’nin aşk hikâyesini anlatırken, 18 Mart Deniz Zaferi’ni ve sonraki süreçleri de gösterir. Filmin en dikkat çekici unsuru, daha ilk sahneyle birlikte içine düştüğümüz aksiyon sahneleridir. Filmde gerek tayyareler arasındaki mücadelede gerek savaş sahnelerinde kullanılan görsel efekt ve animasyonların gözü rahatsız etmeyecek kadar iyi kotarıldığı söylenebilir. Filmin senaryo bazındaki en büyük handikabı -pek çok yerli filmde olduğu gibi- nerede duracağı, nerede son vereceği konusunda mütereddit davranmasındadır. Hem filmin final sahnesinin geciktikçe gecikmesi hem de gitgide kalabalıklaşan yan hikâyeler “fren”in neden bir aracın en önemli parçası olduğunu bir kez daha hatırlatır. Yine de Son Mektup yüz yıl önceki karakterlerin bugünün insanları gibi konuştuğu, bugünkü gibi oturup kalktığı, bugünkü gibi giyindiği tarihi filmler kervanından ayrılmayı başarır ve bir dönem filminde olması gereken detayları ve bir savaş filminde olması gereken aksiyonu yakalar.

Son Mektup’un gösterime girdiği günden beri en çok eleştiri aldığı konu, filmde Mustafa Kemal’e yer verilmemesi oldu. Belki İstanbul’un Fethi hakkındaki bir filmin başkahramanın Fatih Sultan Mehmet Han olmasının normal karşılandığı bir sinema ortamında bu talep tabii görülmeli. Yine basit meselelerin bile siyasetten bağımsız tartışılamadığı hiper-politize gündemimizde, hemen her konuda yaptığımız gibi bu filmi de siyaset üzerinden konuşacaksak de bu itiraz anlaşılabilir. Ancak sinema konuşulacak ise Son Mektup’un eksik bıraktıklarından ziyade fazlalıklarını tartışmak daha doğru görünüyor. Bir Çanakkale filminde mutlaka olması gereken on hikâye, diye bir liste hazırlandı mı bilinmez; ancak yukarıda bahsi geçen hemen her filmde senaryonun dengesini bozmak pahasına “eklenmiş” fazlaca yan hikâye mevcut. Filmin dramatik yapısını sekteye uğratan ve birbirini tekrar eden bu yan hikâyeler, özellikle tüm filmler üst üste seyredilince bir çeşit deja vu duygusunu çağırıyor.

Çanakkale gibi âlimi ve arifiyle birkaç jenerasyonun yitirildiği, bu toprakların kaderinde bir dönüm noktası sayılabilecek ve hâlihazırda “dramatik” bir yaşanmışlığın sinemadaki temsilleri şimdilik bu kadar. Çanakkale’yi anlatabilmek elbette önemli zira orada kaybedilen insan sermayesini anlamadan; savaştan hemen üç yıl sonra İstanbul’un nasıl işgal edilebildiğini, sonraki nesilleri yetiştirecek medreselerin ve dergâhların nasıl kapatılabildiğini anlamak mümkün görünmüyor. İlber Ortaylı’nın “ancak kırk yılda telafi edilebilecek” diye nitelediği bir insan kaybı söz konusu. Yüz yaşını doldurmuş sinemamızdan, yüz yıllık bu destana yakışır filmler çıkarması yönündeki haklı beklenti ise devam ediyor. Bu beklentiyi karşılamaya aday Son Mektup çıtayı bir parça yukarı taşımakla birlikte, gelecekte çekilecek daha iyi filmlerin habercisi olmakla yetiniyor.

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..