Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
22.05.2015 Tepecik Hayal Okulu "Olduğu Gibi" Ahmet Uluçay Aybala Hilâl Yüksel

 Ahmet Uluçay 2009 yılının Kasım ayında bu dünyadan göçtü. Vefatının üzerinden dört yıldan fazla zaman geçmişken seyirciyle buluşan bir belgesel Uluçay’ı bir kez daha gündemimize taşıdı. Tepecik Hayal Okulu neredeyse Uluçay’ın kendi filmleri kadar onun hayatı, karakteri ve sineması hakkında ipuçları sunan bir yapım. Filmde Uluçay’ın 2000’lerin başında ilk beyin ameliyatından önceki süreç belgelenirken, yönetmenin filmleri ile hayat hikâyesi arasında bir köprü kuruluyor. Ayrıca belgeseli tamamlayıcı olarak 2013 yılında yakınları ile yapılan söyleşiler de Ahmet Uluçay’ı farklı yönleriyle perdeye taşıyor. Belgesel Uluçay’ın hayatındaki farklı kulvarları ele almasına rağmen; yönetmenin yaşadıkları, düşündükleri, ürettikleri arasındaki tutarlılığı tespit ediyor.

Yönetmen Güliz Sağlam ve yapımcı İlker Berke henüz kısa filmlerini çektiği 90’lı yıllardan beri Ahmet Uluçay’ı tanıyor. Daha o tarihlerde birkaç uzun metraj senaryo yazmış olan Uluçay bu projelerini hayata geçiremiyor. Bu durum karşısında Berke ve Sağlam Uluçay’ı yurtiçi ve yurtdışında tanıtacak, böylece projelerinin finansmanına yardımcı olacak bir belgesel çekmek için harekete geçiyorlar. Çekimleri 2000’lerin başında başlayan belgesel Kütahya’nın bir köyünde, Tepecik’te türlü imkânsızlıklar içinde hikâyelerini anlatmaya çalışan bir sinemacının görüntüleri ile başlıyor. Ancak aynı dönemde Uluçay’ın beynindeki tümörün harekete geçmesi ve ameliyat kararının verilmesi ile çekimler İstanbul’un muhtelif hastanelerine taşınıyor. Kapı kapı dolaşıp filmlerine destek bulmaya çalışırken hasta olan Ahmet Uluçay, bu kez de hastane bürokrasisi içinde oradan oraya sevk edilerek ameliyatını gerçekleştirmeye çalışıyor. O yıllarda tamamlanamayan belgesel, Uluçay’ın hayatını kaybetmesi ile rafa kalkıyor. Ancak bir zaman sonra, Uluçay’ın bugün için de söyleyecek sözü olduğunu düşünen ekip, yeni röportajlar ekleyerek filmi tamamlıyor.
 
Peki geride bir uzun metrajlı film ve ona yakın kısa film bırakan, köyünde “lüzumsuz” işlerle uğraştığı için küçümsenen, şehre gelince “köylü” olduğu için yüceltilen, yalnızca hikâyelerini anlatmak için uğraşan ve anlattığından fazla hikâyeyi yanında götüren Uluçay bugünden bakıldığında sinemaseverlere ne verebilir? Hiç şüphesiz Uluçay’ın -sinemanın sihirbazı Méliès’yi hatırlatan- tutkusu, azmi, yaratıcığı ve inancı bugün bilhassa film yapmak isteyip de yapamayanlar için çok şey ifade ediyor. Onun sarsıcı ve ilham verici hikâyesi; üretmiyor olmanın bir bahanesi olamayacağını hatırlatan, hayalleri gerçekleştirmek için teşvik eden bir özellik taşıyor. Hikâyelerini anlatmak uğruna önce sağlığından, sonra da canından olan bir sinemacı Uluçay. Üstelik ödediği bedelin de farkında, zira ilk beyin ameliyatından sonra gelecek planlarını anlatırken dolaylı olarak hastalığının sebebini de dile getiriyor: “Sağlıklı bir şekilde, kendimi harcamadan, hırsa kapılmadan sinema yapmayı düşünüyorum. Başka hiçbir şey aklıma gelmiyor. Sinema yapmayı düşünüyorum.”
 
Yalnızca Ahmet Uluçay
Tepecik Hayal Okulu her şeyden önce Ahmet Uluçay’ı tanıtan bir film. Tüm insani yanlarıyla, hayalleriyle, zaaflarıyla, aile ve arkadaş ilişkileriyle… Zaten belgeselden de anladığımız üzere, onu tanımak ile sinemasını anlamak birbirinden pek de uzak değil. Zira Ahmet Uluçay çocukluğunun hikâyelerini gördüğü, duyduğu, idrak ettiği, bazense inandığı biçimde anlatan bir sinemacı. “Kendi” yaşadığını, “kendi” hissettiği gibi, “kendi” yöntemleriyle perdeye taşıdığı, kısaca “kendi”ni anlattığı için inandırıcı ve etkileyici. Gece sokağa çıkıp cinlerle karşılaşmak, türbeye gidip dertleşmek gibi unsurlar bir şekilde onun hayatının parçaları olduğu için filmlere sızdı. Onun dünyasında zaman durabilir, genişleyip daralabilir; yumurtalar canlanır ve hatta “kımıldayabilirdi”. Uluçay’ı Uluçay yapan; hiç eğip bükmeden, reddetmeden veya değiştirmeye çalışmadan, bilakis büyük bir özgüven ile kendi gerçekliğini hikâye etmesiydi. Şüphesiz özgünlüğünün sırrı da bir köyde yaşayıp orada film yapmasından değil, kendisi olmaktan korkmamasından geliyordu.

Bugüne kadar Uluçay’ın filmlerindeki “otantik lezzet” çevresinde pek çok teorik tartışma yapıldı. Farklı kesimlerden sinemacılar tarafından Ahmet Uluçay bir fedai, Tepecik köyü ise bir laboratuar olarak algılandı. İsminin önüne “köylü sinemacı”, “yerli sinemacı”, “sürrealist sinemacı”, “metafiziksel sinemacı” gibi pek çok sıfat getirildi. Ancak isminin başına getirilen her sıfat onu anlatmaktan ziyade, onun başarısını çeşitli sinema görüşlerinin destekleyici argümanı hâline getirmeye yaradı. Kimi zamansa Uluçay’ı Uluçay’dan uzaklaştırmak pahasına yüceltildi ve yegâneleştirildi. Tepecik Hayal Okulu tüm bu tartışmalara mesafeli duruyor ve seyirciyi yalnızca o filmlerin yeşerdiği zihnin içinde dolaşmaya davet ediyor.
 
Tepecik Hayal Okulu’ndaki Ahmet Uluçay aslında hemen her köyde veya mahallede karşımıza çıkabilecek “meczup” veya “garip”lerden çok farklı değil. Belki de Uluçay’ı diğerlerinden ayıran ve ilgiyi üzerinde toplayan kendisinin gerçekten “özel” olduğunu kazandığı başarılar ile ispatlamış olması. Belgeselde Ayşe Uluçay’ın rahmetli eşinin film yapmak için giriştiği mücadeleyi ve kendisinin verdiği desteği anlatırken kullandığı bir ifade oldukça ilginç: “Kimi insanın kahvesi, içkisi, kumarı vardır, onun da sineması vardı işte.” Eşinin uğraşlarından bu denli sadelikle bahsetmesi, sanatın ve sanatçıyı kutsallaştırmaya teşne bizler için oldukça ilgi çekici bir detay olarak akıllarda yer ediyor. Tıpkı yıllar önce Ahmet Uluçay’ın söylediği “Bizim köyden güldür güldür kamyon şoförü çıkar. Bir ben çıktım, arıza.” sözlerinde veya epilepsi krizinden önce gelen aura’nın hikâyelerine katkılarını anlatırken “Bilmiyorum epilepsiyi çok mu yüceltiyorum. En sonunda bu bir hastalık.” ifadesinde olduğu gibi… Tepecik Hayal Okulu küçüksemekten olduğu kadar yüceltmekten de kaçınarak anlatıyor Ahmet Uluçay’ı.
 
Belgeselde Ahmet Uluçay’ın hayatına dair kimi ilginç detaylar da yer alıyor. Mesela kısa filmlerini çekerken Uluçay’ın hayat arkadaşı Ayşe Uluçay’ın kimi zaman görüntü yönetmeni, sanat yönetmeni ve yardımcı yönetmen rollerinin hepsini birden üstlendiğini öğreniyoruz. Ancak Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak (2004) filminin çekimleri için İstanbul’dan kalabalık bir ekip köye geldiğinde Ahmet Uluçay eşinin ve kızının sete gelmesini yasaklıyor. “Sizi orada kameralar çeker” düşüncesiyle onları festivallere götürmekten de kaçınıyor. Görme ve göstermeye dair bir iş ile meşgul bulunan Uluçay’ın kendi mahremine olan özeni dikkat çekici bir not olarak akıllarımızda yer ediyor. Ancak Uluçay eşine olan vefasını da İstanbul Film Festivali’nde ödülünü alırken yaptığı kısa konuşmada gösteriyor: “Bu filmi eşim Ayşe’ye adamıştım. Ödülü de onun adına alıyorum. Ben sinema yapmak için onu buradaki birçok insanın tanımadığı bir yoksulluğun içine ittim. O benim her şeyime katlandı. Büyük yönetmen o.”
 
Tepecik Hayal Okulu röportajlar üzerine kurulu yapısıyla her ne kadar alışılmış belgesel diline yeni bir şeyler katmıyorsa da filmin başarılı kurgusu ve hikâyedeki hüzünle karışık tutku seyirciyi yakalamayı başarıyor. Röportajlar ile Uluçay’ın filmlerinden kesitler arasında yapılan geçişlerdeki denge ve ritim oldukça iyi kotarılıyor. Ayrıca doğaçlama bir şekilde belgelenen hastane sürecinde sağlığına kavuşmak için çabalayan Uluçay’ın karşılaştığı bürokratik engeller ve yetersizlikler, hikâyelerini anlatabilmek için çalınmadık kapı bırakmayan yönetmenin kaderinin “Minyatür Cosmosda” bir yansıması olarak akıllarda yer ediyor. Hepsinden önemlisi Tepecik Hayal Okulu peşin fikirlerden ve yakıştırmalardan arınmış, “olduğu gibi” bir Ahmet Uluçay portresi sunuyor. Kendi gibi olmayı, görünmeyi ve yapmayı kendine şiar edinen bir sinemacıdan bahsederken Ahmet Uluçay’dan ilham alan pek çok sinemacıya onun başarısının gerçek sebebini fısıldıyor. (Aybala Hilâl Yüksel)
 

Belgeselin yönetmeni Güliz Sağlam ile gerçekleştirilen söyleşiyi Hayal Perdesi 41. sayıdan okumak için tıklayın.
 
YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..