Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
23.06.2015 Kuzu Kurtlar ve Kuzular Hilal Turan
“Tanrı İbrahim’e dedi ki, git ve bana bir evlat kurban et! İbrahim cevap verdi: Aman Tanrım! Bana ne büyük bir yük yüklüyorsun!”
 
 Bob Dylan, Highway 61
 
Kutluğ Ataman’ın 64. Berlin Uluslararası Film Festivali’nden “Uluslararası Sanat ve Deneme Sineması Konfederasyonu (CICAE) Özel Ödülü” ile dönen ve Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü’nü alan, uzun süredir sinefiller tarafından merakla beklenen Kuzu filmi nihayet beyazperde ile buluştu.
 
Erzincan’ın küçük bir köyünde sünnet olmaya hazırlanan Mert ve onun sünneti şerefine bütün köye yemek vermek için çabalayan yoksul ailesinin öyküsüne odaklanan Kuzu, aslında karakterlerinin ismiyle de müsemma mertliğe, vicdana, şefkate dair önemli sorgulamalara girişiyor.
 
Karlarla kaplı Erzincan’ın muhteşem doğasında masalsı bir atmosfer kuran Kuzu, kıskanç ablası Vicdan tarafından koyun bulmazsa düğünde kendisinin babası tarafından kurban edileceğine inandırılan küçük Mert’in "kuzu"nun yerini almamak için büyük kaçışı üzerinden toplumda yerleşmiş olan “hegemonik erkeklik” mitine keskin oklar fırlatıyor. Bu mitin nasıl da küçük bir toplulukta bile tüm bireyleri "kurban"ları haline getirdiğini vurguluyor Kuzu.
 
"Sürüne Sürüne Erkeklik"

Sünnet olmak içinde bulunduğumuz coğrafyada sadece dini bir vecibe değil, aynı zamanda askerlik, iş güç sahibi olma ve evlilik ile tamamlanan “erkeklik” dairesine ilk adım. "Erkeklik" doğuştan gelen fıtri yönlerinin ötesinde toplumun beklentilerini karşılayarak "olunan", toplumsal yaşam içerisinde süreç içerisinde "kazanılan" ve kamusal alanda her daim "kanıtlanması, ispatlanması" gereken bir mit.

Hal böyle olunca erkekliğe ilk adım olan bu şöleni layıkıyla kutlayabilmek için Kuzu filminin baş kahramanı Mert’in annesi Medine, Baba İsmail’e bir kuzu alıp köye ziyafet vermesi için baskı yapıyor. Erkekliğe ilk adımını atacak Mert için şöyle dillere destan bir düğün istiyor annesi. Ancak henüz kasabada bir mezbahada yeni işe başlayan babanın böyle bir düğüne imkânı yok. Medine’nin “sen bu evin reisi değil misin, elbet yaparsın düğünü” baskısıyla köylünün “senin gibi çulsuzun neyine gerek sünnet düğünü” küçümsemeleri arasında kalan ve “erkeklik” mitinin en çok da “erkeği” ezdiğinin timsali olan Baba, sonunda kendini kasabada mesai bitiminde sanatçı(!) Safiye’nin kollarına atıyor. Ele güne mahcup olma ile aldatılma sancısı arasında kalan Medine ise her şeye rağmen kuzuyu kesip ziyafet verme ısrarında devam ediyor ve bu ısrar zamanla seyirciyi, ablası Vicdan tarafından eğer kuzu alamazlarsa babasının onu kurban edeceği yönünde kandırılan Mert’in korkusu üzerinden trajik bir sona hazırlıyor. Ancak filmin sürpriz finali hikâyeyi seyircinin hazırlandığı trajedinin karanlık dehlizlerinden absürdün konforlu alanına sürüklüyor.
 
Trajediden Absürde

Habil’le Kabil kardeşlerden bu yana insanoğlunun yeryüzündeki varoluşuyla yaşıt bir öyküsü var Kurban'ın. Mitolojilerden dinlere hayatın tüm alanında ve anlatılarında yer bulan Kurban hadisesi, özellikle kutsal kitaplardaki yansıması açısından Mert’in kâbusunun altyapısını oluşturuyor. Hristiyanlıktaki kurban metaforu Tanrı’nın kendi oğlunu yani kuzusunu kurban edişi fikri üzerinden kötücül bir dünya tasavvuruna yol açarken, İslam’daki kurban anlayışı ise İbrahim peygamberin İsmail’i kurban etme öyküsünde son anda Cebrail tarafından getirilen bir koç ile birlikte trajediden ziyade, sabır ve itaat imtihanını kazanan kahramanların tümünü yücelten epik bir sona kavuşur. Kuzu'da hikâyenin ilerleyişi ise dini anlatılardaki kurban hadisesinden mülhem, Mert’in ablası Vicdan tarafından yüreğinde uyandırdığı korku gerçeğe dönüştüğü imasıyla yüreği ağza getirse de sürpriz finaliyle film, dini anlatılardaki trajedi ve epiğin düzleminden ustalıkla absürde dümen kırıyor.

 Hristiyanlıktaki “Tanrının kuzusu” imgesinin cisim bulmuş hali olarak Mert, masumiyeti ve sempatisiyle dikkati üzerine toplarken, köy halkı ise çıkarcılıkları, ikiyüzlülükleri ve ötekileştirmeleri ile hikâyenin kötücül tarafını temsil ediyor, ki burada kuzunun peşindeki kurt, tüm bu sistemin kurucu çarkı ve tüm bu gayri meşruluğu meşrulaştırma aracı olan “hegemonik erkeklik” miti olarak öne çıkıyor.
 
Sahici Bir Taşra
 
Kuzu filminin en önemli başarısı kuşkusuz kurbanın dini anlatısını ustaca öykünün arka planına yerleştirirken bir yandan da toplumsal gerçekliğe, yani somut alana eleştirel bir ayna tutmaya çabalaması. Bunu yaparken hiç tökezlemiyor değil doğrusu ama nihai anlamda hikâyeyi ayakları yeren basan bir hikâye yapmayı başarıyor. Bunda kuşkusuz yönetmeni Kutluğ Ataman kadar başta Mert ve Vicdan'a hayat veren küçük ama bir o kadar büyük oyuncuların payı da büyük.
 
Bu sahicilik, son dönemde giderek daha fazla "taşra"ya eğilen Türk sineması açısından da melankoli ve nihilizm ile romantizm arasında salınan “taşra” anlatılarına alternatif bir pencere açıyor.

    

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..