Söyleşi
Elçin Musaoğlu SÖYLEŞİ:Sinan Sertel "Bakü’de birkaç tane sinema salonu bulunuyor. İki milyon nüfusu olan Bakü için bu rakam çok yetersiz. Sinema salonları özel olduğu için iş adamları yabancı filmlere daha fazla önem vermekte. Bu yüzden milli sinemanın seyircisiyle buluşması sıkıntılı gerçekleşiyor."
10.08.2011 “Sanatçı doktor gibi ağrıyan yerleri gösterir.”

Elçin Musaoğlu, kardeş ülkemiz Azerbaycan’da yetişmiş, inandığı sinemanın kodlarının peşinde koşan, kendi özgün dilini geliştirmeye gayret eden bir yönetmen ve senaryo yazarı. Elliden fazla belgesel filme imza atmış yönetmen uluslar arası alanda birçok ödülün de sahibi. Türk Sinemacılar Birliği'nin üyesi olan yönetmen ile jüri üyesi olduğu İran'daki Kish Uluslarası Film Festivali'nde tanıştık. Yönetmenin ilk uzun metraj filmi 40’ıncı Kapı (2009) özelinde, Azerbaycan ve Türk  sineması üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

 

Azerbaycan sineması deyince aklımıza ne gelmeli? Azeri sinemasının belirgin motifleri var mıdır?

 

Azerbaycan sinema sanatı 2 Ağustos 1898’de başlıyor. İlk filmler fotoğrafçı ve yazar A. Mişon tarafından çekilmiş; “Balahanı petrol yangını”,“Şehir parkında halk gezintisi”, “Kafkasya dansı” gibi basit konulardan ibaretti.  

 

1915 yılında Bakü petrol sanayicilerinin sponsorluğunda, İbrahimbey Musabeyov’un  Petrol ve Milyonlar Saltanatında romanının beyaz perdeye uyarlaması olan ve aynı adlı ilk Azerbaycan sinema filminin çekimlerine başlandı. Filmi çekmek için St. Petersburg’tan yönetmen Boris Svetlof davet edildi. Fakat Azerbaycan sinema tarihine geçen ilk film 1945 yılında çekilen Arşın Mal Alan (yönetmen: R. Tahmasib) ve 1956 yılında çekilen O Olmasın Bu Olsun (yönetmen: H. Seyitzade) filmleridir. Bunların her ikisi klâsik Azerbaycan müziğinin banisi Üzeyir Hacıbeyov’un müzikalleri kullanılarak çekildi. Arşın Mal Alan filmi Stalin’in en sevdiği filmlerden biri oldu. Bu filmler, özellikle Sovyetler Birliği olmak üzere, tüm dünyaya Azerbaycan sinemasını tanıttı. Sonraları bizim sinemamız da diğer ülkelerde olduğu gibi Sovyetler siyasetinin güdümüne girdi. Tabii, bu yıllarda birkaç yönetmen tüm baskılara rağmen kendi sanat prensiplerine sadık kalarak, kendi filmlerini yaptılar.

 

Ülkenizde yılda kaç film üretiliyor? Sektörün durumu ile ilgili bilgi verebilir misiniz?

 

Azerbaycan sineması tamamen devlet bütçesine bağlıdır. Son yıllarda bu rakam 6.000.000 avro civarındadır. Bu bütçeyle bir yılda 5 ila 7 film çekilebiliyor. Krediler sinema sektöründe aşağı-yukarı sıfır faizdir. Sinema festivali diye bir şey yoktur. Bakü’de yalnızca birkaç tane sinema salonu bulunuyor. İki milyon nüfusu olan Bakü için bu rakam çok yetersiz. Sinema salonları özel olduğu için iş adamları yabancı filmlere daha fazla önem vermekte. Bu yüzden milli sinemanın seyircisiyle buluşması sıkıntılı şekilde gerçekleşmektedir.  

 

Azerbaycan sineması ile Türk, Rus ve İran sineması arasındaki etkileşim ne boyuttadır?

 

Azerbaycan sinemacıları son birkaç yıldır, bu üç devletle beraber projeler yapıyor, ortak filmler çekiyor. Bu üretimler çok daha artabilecek potansiyele sahiptir. Şahsen daha fazla ortak yapım olmasını temenni ederim.

 

Sinemaya belgesel ve kısa filmlerle başladınız. Belgesel ve kısa filmleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Elliden fazla belgesel film çektim. İyi ki de böyle olmuş diye düşünüyorum. Çünkü belgesel filmler insanı daha güçlü, daha hareketli yapıyor. İnsana beklenmedik zamanlarda doğru kararlar vermeyi öğretiyor.  

 

Kısa film de çektim. Bir yönetmen kısa filmi her zaman çekebilir ve çekmeli diye düşünüyorum. Benim öyle hikâyelerim var ki yalnızca kısa filmlere özgü. Kısa filmde sanki daha çok şair oluyorsun, sanki kuşdiliyle konuşuyorsun, işaretlere daha fazla yer veriyorsun.

 

Kısa film tecrübeniz, ilk uzun metrajlı filminizi çekerken yararlı oldu mu?

 

Bence ne çektiğin önemli değil. Kısa film, belgesel, uzun film her şey senin tecrübe adlı çuvalında toplanıyor. Sanki şuur altında birikirmiş gibi. Zira dünyada hiçbir şey kaybolmuyor, sadece şeklini değişiyor.

 

Hangisi daha zor sizce: Uzun metraj mı, kısa film mi?

 

Aslında ikisi de zor. Sadece süre olarak farklılık taşıyor. Önemli olan senin neyi, nasıl anlatmak istemediğin.

 

İlk uzun metraj filminiz 40’ıncı Kapı’ya gelirsek; çekim öncesi, çekimler ve sonrası ile ilgili ne gibi sıkıntılar yaşadınız? Maddi problemleri nasıl çözdünüz?

 

Napolyon’a sormuşlar: Savaşı kazanmak için gerekli olan üç şey söyle. “Para, para, yine para” demiş. Sıkıntılarımız yalnızca para ile ilgili oldu.  Bütçemiz küçük olduğu için dostlarımla çalıştım. Onlar yaptıkları iş için para istemediler. Bizim filmimiz küçük bütçe ile çekildi. Çekimlerden sonra büyük bir işin üstesinden geldiğimizi anladık. Bütün emeği geçen dostlarıma teşekkür ediyorum. 

 

Filminiz ne kadar izleyiciye ulaştı? Bundan sonrası için filminizle ilgili neler yapmayı düşünüyorsunuz?

 

Bizim filmimizi Avrupa’da ve Amerika’da, Azerbaycan’dakinden daha fazla insan seyretti. Çünkü filmimiz kırka yakın ülkede festivallere katıldı. Bakü’de 2010 yılında 40’ıncı Kapı filmini 2000 kişilik büyük bir kültür merkezinde gösterime soktuk. İnsanlar merdivenlerde oturdular. Çok büyük bir ilgi ve coşku ile karşılandı film. Azerbaycan seyircisi filmi iki senedir yalnızca basından takip edebiliyordu. Sebebi yine sinema salonlarının yokluğu. Filmim için Türkiye’de bir yapımcı/dağıtımcı bulmak isterdim.

 

 

Filminizde kameranızı Azeri toplumuna tutuyorsunuz. Toplumsal farklara, zenginlerle yoksulların hayatına, şehir hayatının köy hayatından farklı olduğuna değiniyorsunuz. Azerbaycan’daki toplumsal durum hakkında neler söylemek istersiniz?

 

Aslında demek istediklerimin birçoğu filmde var. Haksızlık bu dünyanın peşindedir. Sanat insanı tıpkı bir doktor gibi bedenimizdeki ağrıyan yerleri bize gösteriyor.

 

Ben inanıyorum ki, herkes her şeyden sorumludur ve herkes, herkes karşısında günahkârdır. Çünkü ben bu dünyanın bir sahibi olduğundan eminim. Ben bugün kendimi kör, dilsiz, sağır gibi gösteremem ve bunu istemem de. Ben her şeyi görüyorum, duyuyorum ve buna göre de konuşmak istiyorum.  

 

Sinema serüveninizde sizi etkileyen sinemacılar kimlerdir?

 

Sinema dünyasının bütün üstatlarına saygım var ve her birinden birçok şey öğrendim. Ama çok sevdiğim birkaç yönetmen var. En çok sevdiğim Tarkovski’dir. Sonra diğerleri geliyor, Bunuel, Kurosawa gibi.

 

Şu anda dünyadaki sinema hakkında ne düşünüyorsunuz? Amerika, Avrupa ve farklı coğrafyalardaki sinemanın durumu sizce ne?

 

Bazen bana öyle geliyor ki dünya delirmiş. O yüzden sinema da bir deli gibi gözüküyor bana. Avatar (2009) filminden sonra düşünüyorum, öyle bir zaman gelecek ki yönetmene, aktöre ve birçok iş sahibine ihtiyaç kalmayacak. Bu tür filmler daha çok atraksiyon, eğlence için çekiliyor. Belki de sinema 100 sene geçtikten sonra artık ihtiyarlamış ve bu yüzden de çocuklaşmış. Çünkü sinema ilk önce insanları eğlendirmek için, atraksiyon için yapılmıştı. Benim için Tarkovski’nin yaptıkları daha ilginçtir. O, film çekmeyi iyi niyetle eşleştiriyor. Yalnızca o zaman film bir sanat eserine çevrilebilir. Bir kitap gibi, bir senfoni gibi, bir resim gibi hafızalarda kalır.

 

Türkiye' de yaptığınız sinema çalışmalarından bahseder misiniz?

 

Türkiye’de çok iyi dostlarım var ve hepsi de sinema adamları: Mehmet Eryılmaz, Tayfun Pirselimoğlu, Ahmed Erdal, Malahat Abbasova, Ruya Arzu Köksal, Aydın Kudu gibi. Türkiye’yle beraber bir film yapmayı çok isterdim.

 

Türk sineması ile ilgili neler düşünüyorsunuz?

 

Tarihçi bilim adamı Lev Gumilev'in "Etnogenez Teorisi" vardır. Milliyetçilik, halkları zaferden zafere götüren savaş ihtirasıdır ve her halkın milliyetçiliğinin yükselişi olduğu gibi inişi de vardır. Milliyetçiliği sinema açısından değerlendirirsek, birçok ülkenin milliyetçilik devrinin yükselişi ve inişi olmuştur. Sovyet sineması, Polonya sineması, Fransa, İtalya bunlardan bazılarıdır. 20 yıl önce İran filmleri tüm dünyanın ilgisini çekti. Ama şimdi İran filmlerinin devri bitmiştir. Şimdi Türk sinemasının milliyetçilik devri başlamıştır. Ben buna çok seviniyorum. Metin Erksan ve Yılmaz Güney’den başlayan Türk sineması bugün Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu, Reha Erdem, Tayfun Pirselimoğlu ve diğerleri ile yükseliş devrini yaşıyor. Benim bilmediğim yeni adlar da vardır.  

 

Azerbaycan ve Türkiye, sinema alanında nasıl bir işbirliği yapabilir?

 

Türkiye ve Azerbaycan’ın sinema ilişkileri çok zayıf. Ortak yapılacak filmlerin, dizilerin, projelerin olmasını arzuluyorum. Zira biz dili ve dini bir olan kardeş halklarız ve bizim ülkelerimizin geleceği birbirine sıkı bir şekilde bağlıdır. Türkiye’de sık sık festivaller oluyor ve ben isterdim ki davetler gerçekleşsin; sinema adamları gitsinler, tanışsınlar, çalışsınlar.

 

ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..