Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
24.07.2012 Azrail'i Beklerken Gül ve Bülbül Ülkesinin Masalı Aybala Hilâl Yüksel

 

“gül, bülbül ve şiir ülkesinde

yaşamak bir nimettir

hele ki

varlığın, yıllar yıllar sonra kabulleniliyorsa”

Furuğ Ferruhzâd

 

1979 yılıyla tarihlenen İran İslam Devrimi ülkedeki siyasi dengeleri, günlük yaşam pratiklerini kısa bir sürede ve keskin bir biçimde değiştirdi. Çok zaman geçmeden devrimlerin ardından gelen kaçınılması güç döngü İran’da da gerçekleşti: Her ne kadar topyekûn bir halk hareketi ile katalizlense de devrimciler yönetime geldikten sonra kendi iktidarının kurumlarını ve kurallarını üretti. Devrim sonrasında ülkenin yönetimini üstlenenler yeni rejimi yerleştirmek ve iktidarlarını pekiştirmek adına tavizsiz bir süreci başlatmış oldu. Başlangıçtaki olumlu ve umutlu havanın aksine oldukça çetin geçen, baskının ve yasakların yoğunlaştığı bu yeni ortamda var olmayı reddeden pek çok İran vatandaşı ülkesini geri dönmemek üzere terk etti. Otobiyografik anlatısı Persepolis (2007) ile tanıdığımız İran asıllı Fransız çizgi romancı Marjane Satrapi’nin hikâyesi bunlardan yalnızca biri. Satrapi’yi özel kılan; ülkede kalmanın getirdiği mahrumiyetler ile gitmenin yabancılaşması arasında tercih yapmak zorunda kalan, her halükarda bir eksiklik duygusu ile baş etmeye çalışan milyonlarca İranlının hislerine tercüman olmayı denemesi.

 

Satrapi’nin ilk beyazperde tecrübesi olan Persepolis, kendisinin çizgi romanından uyarlanan ve İran’daki rejimin sosyal hayattaki etkilerini son derece öznel bir bakışla aktaran bir animasyon film idi. Yönetmenlik koltuğunu Vincent Paronnaud ile paylaştığı film dünya çapında ilgi ve beğeni toplamıştı. İran hükümetinin sert tepkisine sebep olan filmde, devrimden sonra ülkede yaşananlar alabildiğine sert ve dolaysız bir anlatımla aktarılıyordu. Buna rağmen filmin her anında belli bir seviyede tutulan mizah duygusu ve animasyonun kuru gerçekçilikten kaçınma imkânı sağlaması Persepolis’e her kesimden seyirci tarafından tecrübe edilebilir bir nitelik kazandırıyordu. Duygudan ziyade söylemin ağır bastığı Persepolis’in şüphesiz en önemli kusuru İran’daki rejim ile İslam’ı, cahillik ile dindarlığı aynılaştırmakta bir sakınca görmemesi ve bu tavrın tutarlılığını tartışmaya açmamasıydı. Zira kendisini “İslam Cumhuriyeti” olarak tanımlayan bir yönetimin karşısında bile bu tavır ancak bir noktaya kadar mazur görülebilir. Satrapi’nin yeni filmi Azrail’i Beklerken (Poulet aux Prunes) de tıpkı ilk göz ağrısı Persepolis gibi anavatan İran’a yazılmış bir açık mektup olduğunu düşündürüyor. Persepolis’te gözbebeği vatanı ile arasına girenlere öfke ile kafa tutan Satrapi, yeni filminde kurtulamadığı eksiklik duygusunun sebeplerine ağırlık veriyor ve çok daha derinlikli, samimi bir dil tutturuyor.

 

İran’a Duyulan Özlem

Film ana hatlarıyla dünyaca ünlü kemancı Nasır Ali Han’ın hayatına son verme kararının ardından Azrail’i beklerken anıları ile baş başa geçirdiği sekiz günü anlatıyor. Son derece tanıdık gelen bir “kavuşulamayan aşk” hikâyesini merkeze alan filmde Nasır Ali’nin ilk ve son aşkı İran’a duyduğu özlemle perçinlenen ve tüm hayatına sinen melankoli işleniyor. Âşık olunan kadının isminin İran olması filmin temsili düzlemde anlatmak istedikleri hakkındaki en güçlü ipucunu veriyor. Nasır Ali’nin hassas, sanatçı kalbini kırarak bir “asker” ile evlendirilen İran; ondan acımasızca koparılıyor. Filmdeki İran ve Farangiz’in Satrapi’nin zihnindeki anavatana ve razı olunan yeni yuvaya karşılık düştüğü açıktır. İran nasıl tüm cazibesi, gizemi ve müşfikliği ile anavatansa; bir matematik öğretmeni olan Farangiz de akıl, mantık ve çalışkanlığı ile öne çıkan bir Batı ülkesidir. İran Nasır Ali’nin sanatını besleyen, incelten esas kaynak iken Farangiz ise ancak onun ruhunu tüketendir. Hepsinin üstüne İran’dan ayrı olmak, hele onun tarafından tanınmamak maşukun dayanabileceğinden çok daha zorlu bir ıstıraptır. Vatanın, hele ki bir sanatçının ruh dünyasında, bir ağacın köklerinden farkı olmadığını vurgulamanın tam yeridir.

 

Henüz lise çağında İran’dan ayrılmış olan Satrapi’nin sineması, onu İran sineması geleneğiyle birlikte değerlendirmemize imkân tanımıyor. Her ne kadar Satrapi Fransa’daki yerleşik dile eklemlenmiş görünse de Doğu’ya has hikâyeleme geleneğinden de sonuna kadar faydalanıyor. Azrail’i Beklerken daha perdenin açılışı ile birlikte bir Fars masalı anlatacağının haberini veriyor. Gerçekten de film hayal gücünün sınırlarında dolaşan senaryosu, kimi zaman abartılı bulunabilecek görsel çözümlemeleri ve oyunculukları, zaman çizgisinde bir ileri bir geri uzanan ve kuru bir mantık gözetilerek yapılmadığı belli olan kurgusu, gerçekliğe çok da prim vermeyen yapısı ile bir Şark masalının peşinden gidiyor. Bu masalsı üslup filmin kendine has atmosferini oluştururken, aynı zamanda melodramın sınırlarında dolaşan konunun eğlenceli ve sürükleyici bir tarzda anlatılmasını sağlıyor. Yine Doğu anlatılarında sık görülen bir şekilde filmin sonunda gerçekleşecek Nasır Ali’nin ölümünün en başta gösterilmesi ile kurulan döngüde, seyircinin geriye dönüşlerle ilerleyen sekiz günlük bekleyişe yani Nasır Ali’nin hayatına odaklanmasını sağlanıyor.

 

Sonuç olarak Satrapi’nin kavuşamayan âşıklar masalı üzerinden ülkesine ve halkına dair kurduğu alegorik yapı, bir husus hariç oldukça iyi işliyor görünüyor. Nasır Ali’nin tamamlanma ve hayatını sürdürme ihtimalinin sadece mazide kalmış olması, yani yalnızca geçmişteki bir anın güzellenmesi; bir yanıyla bugünden bakıldığında tüm yolları kapatan ve umutları söndüren bir nitelik de taşıyor. Bu durum Satrapi için İran’ın her ne kadar sanatını ve duygu dünyasını besleyen bir yanı da olsa, artık geçmişin hoş anıları arasında yerini aldığını ve bugününde var olması ihtimalinin tamamen tükendiğini de üzücü bir biçimde gözler önüne seriyor. Her ne olursa olsun, hayat tecrübelerini hayal gücüyle yoğurarak samimi bir üslupla paylaşan bu yaratıcı ve eğlenceli ikilinin üretimleri her kesimden seyirciyi duygusuna ortak etmeyi başaracak bir nitelik taşıyor.  

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..