Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
09.03.2018 Paramparça İntikamı Meşru Kılmak Aybala Hilâl Yüksel

Uyarı: Bu yazı filmle ilgili bazı sürprizleri ihtiva eder. 

Kadınların adalet mücadelesi, 2017 yılı boyunca Hollywood gündemini meşgul eden konulardan biri oldu. Özellikle kariyerlerinin ilk yıllarında erkek şiddetine maruz kalan kadınlar, uzun yıllar sonra da olsa tacizcilerini ifşa etmeye başladı. Kolektif ancak kaçınılmaz biçimde popülist bir tonda ilerleyen “ben de” kampanyası konuya dikkat çekmeyi başarmış görünüyor. Ancak bu kampanyanın alışkanlıkları değiştirip değiştirmeyeceği ve kalıcı olarak adaleti sağlayıp sağlamayacağını zaman gösterecek. Hollywood’un büyük ödül organizasyonları da her sene olduğu gibi sinema endüstrisinin ve dolaylı olarak Amerikan halkının gündem başlıklarını yansıtıyor. Bu bağlamda, Ocak ayında gerçekleştirilen Altın Küre ödül törenine kadınların protestosu damga vurmuştu. Gecedeki bu rüzgar, sadece tüm kadınların siyah renk kıyafetlerle katılması ve sahneye çıkan herkesin konuşmasındaki feminist vurguyla sınırla kalmadı. Ödül verilen filmlerin pek çoğunda da kadınların başkahramanı olduğu -tercihen adalet için sesini yükselttiği- senaryolar öne çıktı.
 
Almanya’nın adayı olarak katıldığı yarışmada Yabancı Dilde En İyi Film dalında Altın Küre ödülü kazanan Fatih Akın imzalı Paramparça’nın başarısını, bu eğilimi göz ardı ederek anlamak kolay değil. Her ne kadar Akın’ın filmografisi içinde öne çıkan işlerden biri olsa da matematiksel bir kurguyu takip eden Paramparça’nın, derinlikli karakterlerini özgün sinematografilerle perdeye yansıtan Sevgisiz (Nelyubov) veya Kare (The Square) gibi yapımların önüne geçmiş olması, ancak söz konusu zamanın ruhu ile açıklanabilir. İlk kez Türk asıllı bir yönetmenin Altın Küre’de ödül kazanması üzerine bayrakları asmaya davranmadan önce, Akın’ın filminin adalet arayan kadın imgesiyle makyajlayarak güzellemeye giriştiği söylemin ahlâki problemlerini irdelemek gerek.
 
Kabile Ahlâkına Övgü 
Paramparça, başkarakteri Katja Şekerci’nin dönüşüm safhalarını da yansıtan üç bölümden oluşuyor. Birinci bölümde Katja, Türkiye’den Almanya’ya göç eden bir ailenin oğlu Nuri ile evleniyor ve çocuk sahibi oluyor. Katja’nın âşık bir eş ve mutlu bir anne olarak sürdürdüğü hayatı, sarsıcı bir olayla başkalaşıyor. Türk mahallesinde gerçekleşen bombalı saldırıda, eşini ve tek oğlunu kaybediyor. Filmin hemen tamamı mahkeme salonunda geçen ikinci bölümü, Katja’nın adalet mücadelesinin ilk ayağını oluşturuyor. Bu bölümde saldırının Neo-Nazi bir örgütün üyeleri tarafından gerçekleştirildiği anlaşılıyor fakat mahkemenin nihayetinde saldırganlar cezasız kalıyor. Daha iyi işlense sistemin ikiyüzlülüklerine dair tartışmalara kapı aralayabilecek bu bölümde, yönetmen yüzeysel bir anlatımla yetiniyor. Hatta saldırganlardan birinin ırkçılık karşıtı babasının dilediği özürle, Akın’ın politik doğruculuğa sığındığı görülüyor. Filmin üçüncü ve son bölümünde ise, Katja’nın adalet arayışı radikal ve problemli bir istikamete yöneliyor. Mahkeme boyunca Nuri olsaydı bu saçmalıklarla uğraşmaz, gerekeni yapardı diyen Katja, üçüncü bölümde ölen kocasının da tercih edeceğine inandığı şekilde adaleti tesis etmeye girişiyor.
 
Son bölümde tipik bir intikam filmi formuna bürünen Paramparça, kahramanı Katja’yı, ailesini katledenlerin peşinde Yunanistan’a kadar getiriyor. Acısını bir parça hafifletecek olan adalet duygusunu mahkeme salonlarında bulamayan Katja, “Doğu tarzı adalet” olarak gördüğü kan davasına -açıkçası intihar bombacılığına- her nasılsa ikna oluveriyor. Kendi canını da feda etmek pahasına, ailesini öldürenleri onların kullandığıyla bire bir aynı bombayı kullanarak ortadan kaldırıyor ve bundan sonra kamera aydınlık bir gökyüzüne uzanıyor. Paramparça’nın ahlâki problemi tam da final sahnesinde zirveye ulaşıyor, zira film Katja’nın eyleminin meşruiyetini hiçbir biçimde tartışmaya açmıyor. Hatta idealize ediyor. Yas tutan bir kadının cinneti olarak perdeye taşınsa belki bir parça anlaşılabilir olabilecek final sahnesi, şahsi mütalaalara dayanan bir infaz hükmünü olumlayarak ulaştığı son derece problematik söylem için sempati bekliyor. Bireysel kıstaslarla adaleti sağlayan Katja’yı kahramanlaştırırken, kabile ahlâkına övgü düzmekten çekinmiyor.
 
Paramparça tıpkı ismi gibi parçalanmış film. Filmin üç bölümünün bambaşka üsluplara sahip olması seyircinin kafasını karıştırarak filmden uzaklaştırıyor. Bu noktada imdada yetişen, Diane Kruger’in üst düzey oyunculuğu, seyircinin filme ilgisini son sahneye kadar sürdürmesine yardım ediyor. Özgürlük savaşçısı olarak nitelediği YPG militanları ile ilgili bir film yapmaya hazırlanan ve daha önce de Ermeni tehcirine tek boyutlu bir perspektiften baktığı Kesik (The Cut, 2014) filmine imza atan Akın’ın son filmi Paramparça, sanatçı ile eserinin söylemini birbirinden bağımsız değerlendirme gayretlerimizi de paramparça ediyor. Açıklamalarıyla olduğu kadar filmleriyle de intihar suikastçılarına saygı duruşunda bulunmaktan çekinmeyen Fatih Akın, Almanya’da Türk yönetmen olarak var olmanın kolay fakat şahsiyetsiz bir yolunu seçmiş görünüyor.
 
 
YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..