Festival Günlüğü - IV
HAYAL PERDESİ - Festival 21.04.2014

Festival Günlüğü - IV



Durgun Hayat (Still Life)

Festivalin Dünya Festivallerinden bölümünde gösterilen filmlerden biri de Venedik'ten ödüllü Durgun Hayat idi. Film hiçbir akrabası ile iletişimi olmayan insanların cenazeleri ile ilgilenen bir belediye görevlisi hakkında. John'da Londra'da yalnız yaşayan, yalnız ölen ve bu dünyadan da yalnız uğurlanan insanlar için olabildiğince iyi ve inançlarına uygun cenaze törenleri organize eder. Mevtanın hayatta olan yakınları var ise onlara ulaşmaya çalışır ve onları da cenazeye davet eder. Mesleği gereği her gün pek çok trajik hikâye ile karşılaşan John'un hayatı da her gün ölümleri ile ilgilendiği bu insanlardan pek farklı değildir.

Ele aldığı kahramanın yaptığı iş sebebiyle film toplumsal bir yaraya dokunuyor. "Aile" kelimesinin ifade ettiği mananın giderek küçülerek bir "çekirdek"ten ibaret kaldığını ve bu azalmanın devam ederek insanların tek başlarına yaşadığı bir anlayışı gözler önüne seriyor. Filmin bireyciliği bu açıdan fazla “Batılı” bir hikâye gibi görünse de aynı senaryo çok da uzak olmayan bir gelecekte büyük şehirlerden başlamak üzere ülkemize de uyarlanabilir görünüyor. Filmin kurgusu içinde büyük şehrin tüm yalnızları birleştirip tek bir aile haline getiren yönetmenin konuya duygusal ve hatta romantik bir perspektiften baktığını söylemek mümkün. Zaten festival dolayısıyla İstanbul'da bulunan yönetmen Umberto Pasolini de çok yakın zamanda boşandığını ve bu hikâyede onu en çok çeken tarafın bir "yalnızlık anlatısı" kurmak olduğunu dile getiriyor. (Aybala Hilâl Yüksel)

 
Sinirlenmeyeceğim! (Asabani Nistam!)
 
Reza Dormishian'ın ilk gösterimini Berlin Film Festivali’nde yapan filmi Sinirlenmeyeceğim trajik bir aşk hikâyesini konu ediniyor. Navid ve Setare birbirine tutkuyla bağlı iki âşıktır. Dört yıldır süren ilişkilerini Setare'nin babasının baskısıyla evlilikle neticelendirmek isterler; fakat yüzyıllardır âşıkların önüne koyulmuş para engeli onların da önündedir. İranlı bir Kürt olan Navid hayatini Tahran’da tek başına, üniversiteden atılmış ve işsiz bir genç olarak sürdürmeye çalışmaktadır. Bir anda sevdiğiyle kavuşamama fikri hayatına bir ateş gibi düşen Navid, aldığı haplarla zorlukla kontrol altında tuttuğu öfkesine hakim olamaz. Evliliklerinin önünde tek engel olarak gördüğü kayınpederini öldürür.
 
Filmde İran’daki “kısas” kanunu üzerinden, bir rejim eleştirisi beyaz perdeye aktarılıyor.  Yönetmen filmin son sahnesinde kısasın uygulanmasını seyreden halk ile röportaj yapan bir haberci vasıtasıyla gösteriyor ve bu tercihiyle seyircinin de duygularına tercüman oluyor. 

Atlas Sineması’ndaki gösterimin ardından yönetmenle yapılan söyleşide seyirci soruları ise kesinlikle filmden daha trajik ve hatta trajikomikti. Ne yazık ki ne zaman bir İran filmi olsa filmden çok rejimin konu olduğu, yukardan bir bakışla toplumun geri kalmışlığı yönünde zanlar içeren bir tartışma başlıyor. Bu bakış açısıyla İran sinemasının kendi içinde nasıl bir üslup edindiğini göremeyenlerin bir süre daha festivallerde İran filmlerine psikolojik bir doyum yaşamak için gelmesi kaçınılmaz görünüyor. (Melis Şahin)

 

 
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..