Filmler Sessiz, Program Sesli
HAYAL PERDESİ - Festival 14.10.2014

Filmler Sessiz, Program Sesli

Kino İstanbul tarafından, İstanbul Şehir Üniversitesi ve İstanbul Modern’in işbirliğiyle düzenlenen İstanbul Sessiz Sinema Günleri, “Sessiz Sedasız Geldiler” başlığı altında 9-12 Ekim tarihlerinde gerçekleştirildi. Film restorasyonu alanında dünyanın en prestijli kurumlarından İtalya’daki Cineteca di Bologna’nın ve Amsterdam’da bulunan EYE Filmmuseum’un da resmi desteğiyle gerçekleşen etkinlik, Türkiye’de sinemanın 100. yılının kutlandığı 2014’te, sinemamızın erken döneminden bir seçkiyi seyirciyle buluşturdu. Programa ilgi yoğundu.

Küratör Elif Rongen Kaynakçı programın açılış konuşmasında, sinemanın erken dönemlerinde halkın sinema ile ilişkisi üzerinde durdu. Erken dönem sinema, daha çok bir panayır faaliyeti olarak yaygınlaşır. Bu atmosfere değinen Kaynakçı, sinemanın halkın her kesimini bir araya getiren, popüler kültürün eğlencesi olduğunun altını çizdi. Bu yıllar aynı zamanda halkın sinema salonlarına karşı olumsuz baktığı yıllardı. Sinema salonlarının “sakıncalı” durumlar için uygun mekânlar olarak kullanıldığı; havasız, mikroplu ortamlar olarak da görüldüğü zamanlar.

Keza programın ilk seçkisinde, “Sakıncalı Görüntüler” başlığı altında sinemanın ve sinema salonlarının pür melalini anlatan filmleri, Kaynakçı’nın ifadesiyle sinemanın sakıncalı taraflarını izledik. Sinema yıldızına âşık olan genç bir kızın aşkını ve gerçekle  karşılaştığındaki hayal kırıklığını (Sinema İdolü /The Picture Idol, 1912), bir seyircinin sinema salonunda hoşlandığı kadına yaklaşma çabalarını (Sinemada… bakın ama sakın dokunmayın / Al cinematografo... guardate e non toccate, 1912) ve bir makinistin kaçamağı yüzünden filmi izleyemeyen seyircileri nasıl çıldırttığını (Makinist Artheme / Artheme Operateur, 1913) izledik.
 
Sessiz Sinema Günleri’nin,sinemanın erken dönemine dair ilk program olma özelliğine vurgu yapan küratörleri Elif Kaynakçı ve Mariann Lewinsky Sträuli’nin ifadesiyle, bu programla sessiz sinemaya gösterilmesi gereken önem bir nebze de olsa yerine getirilmiş oldu. Lewinsky, Japonya’nın erken sinema döneminde yılda 800 civarı film yaptığını, ancak bugün bu filmlerin ortada olmadığını söylerken acı bir gerçeğe dikkat çekti: Aslında sinemanın erken dönemine ait filmler kayıp olmaktan ziyade unutulmuş. Lewinsky’e göre erken dönem sinemanın kısa ve sessiz oluşuyla kendini ifade etmede yetersiz olduğunu savunan iddia kabul edilemez, sinemanın teknolojiyle geliştiği düşüncesine ise tamamıyla karşı: Kısa ve sessiz olan sinema aslında kendini tam manasıyla gerçekleştirmişti.  

Osmanlı’dan Sinema Manzaraları
İstanbul Şehir Üniversitesi tarafından hazırlanan “Osmanlı’dan Sinema Manzaraları” programında, dünyanın çeşitli arşivlerinden Osmanlı dönemi görüntülerinin bir araya getirildiği “Osmanlı'dan Görüntüler” adlı bir seçki gösterildi. Filmlerin piyano ve geleneksel sazlar eşliğinde izlendiği program kapsamında söyleşi ve tartışma bölümleri de gerçekleştirildi. “Osmanlı Görüntüleri Seçkisi”nde Osmanlı topraklarının Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasını ilk defa izleme ve kıyaslama imkânı bulduk. 'Gezinti' olarak dolaşan kamera, gündelik hayatın rutininden seyirlikler sunuyor. Bu filmlerin bazılarında kamera sadece manzaraları, boğazı, şehrin insanlarını kaydetmekle yetiniyor. Bazı örneklerde ise daha propagandist bir tavır hâkim. Mesela izlenen Belgrat (EYE, 1922) filminde o topraklarda hâkimiyetini yitirmiş Osmanlı’dan geriye kalmış insanlar fesli şerbetçilerden ibaret sunuluyor. Gösterilen filmler, Batılıların doğu algısına dair önemli işaretler barındırıyor.

Görüntülerde halkın kameraya aşinalığı ise gerçekten dikkat çekici. Kadınların, çocukların, çekinmeden seyircinin gözünün içine bakışları, bazılarının bir kaç saniye sonra gülerek yüzünü çevirdiği kamera aslında sanıldığı kadar halkın uzağına düşen bir şey değil. Görüntülerde Osmanlı coğrafyasının el değiştiren farklı bölgeleri Trablusgarp, Makedonya, Saraybosna, Kahire’de ortak bir kültürün izlerini her daim görmek mümkün.
 
Orson Welles’in İtalya’nın Pordenone şehrinde bir hangarda bulunan sessiz filmi ‘Too Much Johnson’ şüphesiz programın en heyecanlı kısımlarından biriydi. Filmin ritmik yapısına eşlik eden müzisyen Carroll Catcher performansıyla seyirciye farklı bir deneyim sunarken oldukça dinamik ve eğlenceli bir seyir yaşattı. Prof. Dr. Nezih Erdoğan, Welles’in filminin bir ‘atraksiyon’ sineması olduğuna işaret etti. Erdoğan konuşmasında, sessiz sinemada bedenlerin ön planda olduğu bir süreçten, sesli sinemaya geçişle birlikte bedenlerin eski görkemini kaybettiğine de vurgu yaptı. Ayrıca programın Chaplin seçkisinde, Chaplin’in ailesinin kurduğu dernekle beraber yürütülen restorasyon çalışmaları sayesinde, Chaplin’in yarattığı ‘Şarlo’ (Charlot) karakterinin ilk hallerini izleme şansı bulduk. 
 
Canlı müzik eşliğinde seyredilen filmler farklı bir tecrübeye kapı araladı. Müzik gruplarının da yer aldığı etkinlikte, birçok filme melodileriyle eşlik etmiş dünyaca ünlü İtalyan müzisyen Daniele Furlati; tiyatro, yerleştirme ve video yapımlarına müzik-ses tasarımı ve uygulamalarıyla tanınan besteci Çiğdem Borucu; İstanbul’da yaşayan ve Kolektif İstanbul’un saksafon ustası Richard Laniepce; hiçbir temas olmadan çalınan ilk elektronik müzik enstrümanlarından ‘theremin’ ustası Cihan Gülbudak; çeşitli caz türlerini harmanlayan ve sokak müziği yapan Uninvited Jazz Band; filme özel bestesiyle Ozan Tekin farklı müziklerden deneysel bir kolaj oluşturan Carroll Catcher gibi isimler de katkı sağladı.  (Büşra Gülcan Şimşek)

 
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..