Söyleşi
Murat Pay SÖYLEŞİ:Aybala Hilâl Yüksel "Prensip olarak kamerayı şahit olma pozisyonuna koymaya çalıştım ve bundan hiç taviz vermedim. Müdahalelerim çok sınırlı oldu çekim sırasında. Hatta müdahale ettiğimiz sahnelerin hiçbirini kullanamadık. Olmadı, sahici bir yere oturmadı."
09.12.2014 "Müdahale Etmek Yerine Şahitlik Etmeye Çalıştım"
Genç bir çırağın bir mevlidhandan klasik usul ile mevlid meşk etmesini belgeleyen Maşuk’un Nefesi özel bir gösterim ile İstanbullu sinemaseverler ile buluştu. Semih Kaplanoğlu’nun yapımcılığında gerçekleştirilen film dünya prömiyerini FIDMarseille’de yaptıktan sonra Ekim ayında Altın Portakal Film Festivali’nde gösterilmişti. Yönetmen Murat Pay ile filmin merkeze aldığı meşk geleneğini, sanatta usta-çırak ilişkisinin önemini ve filmin yapım sürecini konuştuk.
 
Mevlid hakkında bir film yapma fikri nasıl ortaya çıktı? Galada kısmen anlattınız ama tekrar dinlesek güzel olur.
Bir gün Fatih’te sokaklarda geziyoruz. Kelepir, bütün kitaplarını satışa çıkarmış bir dükkân. Dedik ki kütüphanemizi biraz buradan dolduralım. Bayağı bir kitap aldık. Onlardan bir tanesi mevlid kitabıydı. Tercüman’ın eskiden bastığı kitaplardan. O kitap kütüphanede durdu bir müddet. Sonra artık Ayşe’nin (Pay) aklına nereden geldiyse annesinden duyduğu, annesinin de kendi babasından duyduğu, dedesinin dükkânındaki meclislerde okuduğu şekilde okumaya başladı kızımıza. Hatırladı o ritmi. Herhalde bu çocuğa masal, hikâye gibi geliyor. Bizim kız her akşam mevlid dinlemek istemeye başladı. Anne mevlid oku, anne veladet oku. Okudukça, ben de dinlemeye başladım mevlidi. Daha önceden köylerde, orada burada dinledik, şerbetler içtik. Ama ilk kez metnin manasıyla karşılaştık. Bir de şöyle düşündük bu, günümüzde yaşayan bir çocuğu etkiliyor, kelimelerini çok anlamasa da. Muhtemelen büyük resmi çok anlamıyor ama hissediyor. O metnin manası bu hissiyatı taşıyor. Biz de filmle uğraşıyoruz. Bununla alakalı bir film yapamaz mıyız? Projeyi hazırlamam çok sürmedi. İlk taslağı Semih Hocaya (Kaplanoğlu) götürdük. Semih Hoca da tamam dedi, bunu yapalım muhakkak, Efendimizle ilgili… Derken çalışmaya başladık.
 
İlk taslağı ne zaman hazırladınız? Süreç ne zaman başladı?
Sunduktan sonra tamam yaparız dedik, bir müddet sonra çalışmaya başladık. Ön hazırlıklara başladım, okumalar, görüşmeler vs. Akabinde projenin yapım sürecini belirledik. Altı ila sekiz ay ön hazırlık süreci olmuştur. Altı aya yayılan bir çekim süreci oldu. Üç ila beş ay da kurgudur, renktir, sestir bu süreçler sürdü. Takriben bir buçuk yıla yayılan bir süreç.
 
Ön hazırlık döneminde kimlerle görüştünüz?
Konuyla ilgili olabilecek herkesle görüştüm. Elli altmış kişiyle görüşmüşümdür, belki daha fazla. Amir Ateş, Aziz Bahriyeli, Fevzi Mısır, Halil İbrahim Çanakkaleli, Hadi Duran, İsmail Coşar… Kimisiyle telefonla, rahatsız olanlar vardı. Mustafa Başkan’la da bu süreçte bir kere görüşmüştüm Süleymaniye Camii’nde. Manisa’da bir mevlid şenliğine gitmiştim. Orada birkaç mevlidhan ile görüştüm. Önemli musikişinaslarla da görüştüm teorik olarak Nuri Özcan, Mehmet Ali Sarı.
 
Filmde çırak, mevlid ile haşır neşir olmaya başladığında, mevlid-i şerif bütün hayatına yayılıyor. Okumalar yapıyor, kitaptan anlamıyor, insanlara gidiyor vs. Siz de benzer bir süreç yaşadınız mı filme hazırlanırken?
Kendi açımdan iki nokta kesişiyor filmde. Bu filmle beraber, şimdi uğraştığım işlerde de öyle oluyor, yapma şeklimle filmlerin süreci örtüşmeye başladı. Mevlid bana yabancı bir dünyaydı. İçinde doğduğumuz ama detaylarını bilmediğim bir alan. Bütün bu süreçlerde ben de bir çıraklık sürecine girmiş oldum. Bunu hem mevlidi anlama yönüyle söylüyorum hem de Semih Hocayla yaşadığımız süreç için de. Semih Hoca sağ olsun bütün birikimini, tecrübesini sakınmadan paylaştı. Bu filmi daha iyi nasıl yapabiliriz, çok düşündü. Dolayısıyla orada da filmdeki gibi  bir usta-çırak ilişkisi oldu.
 
Film mevlid kadar meşk geleneğine de odaklanıyor. Usta-çırak ilişkisini öne çıkarıyor. Geleneğin özellikle sanatın icrasında ve kuşaklar arasında aktarımında sizce önemi nedir? Şimdi biz her şeyi bir kitap okur öğreniriz diye düşünüyoruz.
Meşk geleneği sadece musikide değil bütün sanatların temelinde var; ebru, minyatür, hat… Bunların ne kadarı hangi seviyelerde devam ediyor bilmiyorum. Meşkte bilen bir kişi, ama halli bir kişi, bu bildiğini haliyle beraber aktarıyor. O kültürel birikim de karşı tarafa aktarılmış oluyor. Bir anlamda mürşid-mürid ilişkisi gibi. İnsan çok önemli bu ilişkide. Temas edecek, diz dize değecek, nefes nefese gelecek. O zaman gönül gönüle bir temas oluyor, tesir ortaya çıkmaya başlıyor. Bu hali alıp mekanik bir şeye indirgeyemeyiz. Filmde Abdurrahman (Düzcan), kitaptan yapabilir miyim diye deniyor, hem de çok yetkin bir kitaptan, ama olmuyor. Bir de musikide meşkin karşı tarafa aktardığı en önemli şeylerden biri tavır. Bir mevlidhanı mevlidhan yapan şey tavrıdır.
 
 
(Söyleşinin tamamını Hayal Perdesi'nin 43. sayısından okumak için tıklayın.)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..