Bir yetim hikâyesi anlatma fikri nasıl ortaya çıktı?
İHH’nın Yetim Dayanışma Günleri kapsamında bir reklam filmi çekmek için Murat Pay ile Güneydoğu’ya gitmiştik. Suriye sınırını geçtik, mülteci kamplarında çekim yaptık. Kamplarda yaşayan çocukların hâllerini yakından gördük. Bir şey yapılabilir mi diye düşünmeye başladım. Fikir buradan çıktı. Yetim mevzuu ajitasyonla betimleniyor. Filmimizde çocuklar öyle değil. O bakımdan biraz ters köşe. Çok güçlü çocuklar; komik, kararlı, bir şeylerin peşinden gidebilen çocuklar. Bu bakımdan gerçekçi olmadığı söylenebilir. Seyirciyi ilk andan itibaren içine alan, soluksuz izlenebilecek bir film yapmak istedim.
Sizin onları nasıl görmek istediğinizle mi alakalı bu?
Filmin mottosu: “Gülen bir çocuk varsa, umut vardır!” Şartlar ağır olsa da bir çocuk gülüyorsa -ki hep gülecek bir şeyler bulurlar- devamlı bir umut vardır. Bu aşamada, sevgi evi bir fon olmaya başlıyor. Bu sevgi evindeki çocukların hikâyelerini anlatan bir filmdir demek yanlış. Umuda dair bir söylem var ama lafını sevgi evleriyle söylüyor.
Hikâyenin gelişim süreci nasıldı?
Hayata karşı dezavantajlı çocukları ele alıyoruz. Amacım kötü bir karakter çizmeden hikâyeyi anlatabilmekti. Kafamda “kötüyü betimlememek” diye bir fikir vardı. Nasıl yapabilirim diye düşünürken Mete karakteri çıktı. Mete karakteri yurt dışında eğitim görmüş, akademide çocuk psikolojisi üzerine mesafe kat etmiş, alanında uzman lakin bildiklerini pratiğe dökemeyen, modern hayata kısmen teslim olmuş, rahatını ve bireyselliğini ön plana çıkaran bir tip. Eşi çok istemesine rağmen çocuk istemiyor, hatta bu konuda eşini ve babasını karşısına alıyor. Fakat işler değişiyor, film de öyle başlıyor. Doktora tezinin danışman hocası Mete’yi Anadolu’da bir sevgi evine yolluyor. Kendini pratik alandan uzak tutan Mete, yüzleşme için sevgi evine geliyor.
Betül Durdu’nun yaptığı söyleşinin tamamını Hayal Perdesi’nin 48. sayısında okuyabilirsiniz.