Okuyucu Eleştrileri
Hayal Perdesi okuyucularından gelen film eleştirileri arasından seçtiklerini bu alanda yayınlıyor. Siz de yazılarınızı hayalperdesi@hayalperdesi.net adresine gönderebilirsiniz.
26.01.2013 M

Şehir Katili, Toplum Adaleti Arıyor

Alman sessiz sinemasının devlerinden Fritz Lang’in ilk sesli filmi M (1931), sessiz sinemanın yerini tedricen sesli sinemaya devrettiği yıllara ait bir başyapıt. Sinema tarihinin erken, sesli filmlerin ise ilk örneklerinden olan M, gerek anlatım ve üslûp özellikleri gerekse özelde insan genelde toplum üzerinden ahlâk ve adalet kavramlarını tartışmaya açan çok katmanlı yapısı ile başyapıt payesini sonuna kadar hak eder. Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkan ve İkinci Dünya Savaşı’nın eşiğinde olan Almanlar, Aydınlanma Dönemi felsefesinin omurgasını oluşturan ilerlemeci tarih anlayışını sorgulama sürecinden geçiyorlardı. Modernite ve pozitivist felsefenin ana düsturunu oluşturan, insanlığın tarih boyunca ilkellikten “modern ve rasyonalist insan”a evrildiği yaklaşımı, Birinci Dünya Savaşı’nın getirmiş olduğu insanlık dışı yıkımla yerle bir olacaktı. Kolektif bilincin iyi ve kötü olanın aslında ne olduğunu tekrar sorgulamaya başladığı karamsar bir atmosfer içinde filizlenen kurgusuyla M, bu tartışmalara Lang’in penceresinden dikkate değer bir katkı sağlar.

M, Berlin’de seri cinayetler işleyerek günlük yaşamı sekteye uğratan bir çocuk katilini ve bu katilin izini süren toplumun farklı gruplarını konu alır. Peter Lorre’nin canlandırdığı katil, filmde başından beri ayan olduğundan izleyicide merak unsurunu ayakta tutan, katilin kim olduğu değil, katilin peşine düşen farklı çıkar gruplarının sürece dâhil olması ve nihayet yakalanan katilin hissesine düşecek cezadır.

Filmin gerilimli atmosferi, konunun iç karartıcı ruhuna uygun olarak loş ve duman altı mekânların stüdyo ortamında üretilmesiyle oluşturulmuştur. Görsel çözümlemeye sıkça başvurulduğu için mekân, dekor, kostüm ve aksesuarlar titizlikle hazırlanmış ve ışığın ustaca kullanımıyla gölgenin temsil gücünden yararlanılmıştır. Gerek heyecan, korku, gerilim ve merak gibi duygular gerekse ölüm, adalet ve ahlâk gibi kavramlar dolaylı yoldan gösterilerek sinema dilinin imkânlarından bütün inceliğiyle istifade edilmiş, ortaya hem seyirlik hem de seyirciye tecrübe alanı açan bir yapım çıkmıştır.

Fritz Lang’in filmin başından sonuna kadar çeşitli şekillerde işaret ettiği noktalardan biri, duyduklarımızın gördüklerimizden daha güvenilir olduğudur. Güvenli olmayan bir şehirde yaşayan anne, dışarıda şarkı söyleyerek oyun oynayan çocukların gürültüsünden rahatsız olan komşusuna “Sesleri çıksın da nerede olduklarını bilelim.” diyerek sesin aslında güvenilir bir bilgi kaynağı olduğuna işaret eder. Bir diğer örnek ise bir olay üzerine fikirleri sorulan on beş görgü tanığının her birinin farklı ifade vermesidir. Göz, gerçeği kolayca manipüle edebileceğinden asla tam bir teslimiyet ile güvenemeyeceğimiz bir duyu organımızdır. Hatırlayacağımız üzere Japon yönetmen Akira Kurosawa’nın bakış açılarının göreceliği üzerine çektiği Rashomon filmi de bu konuyu en yalın hâliyle insan zaaflarını öne çıkararak anlatmıştı. Nihayet katilin yakalanma sahnesi, duyma yetisinin görme yetisi üzerindeki üstünlüğü üzerine son sözü söyler: Polislerin aylar boyu süren aramalar ile bulamadığını kör bir dilenci sadece ıslık sesini takip ederek bulmuştur.

Merak ve çatışma unsurunun baştan sona kadar azalmadığı filmde Lang, aynı zamanda ahlâk, adalet, suç, ceza, iyi ve kötü kavramlarını sorgulayan bir anlatı kurarak izleyicisini de bu tartışmaya dâhil eder. Filmin en sarsıcı yanlarından biri, şüphesiz tarafların iyi ve kötü ayrımına göre değil ortak çıkarlar üzerinden oluşturulmuş olmasıdır. Katilimiz Beckert’in peşine düşenler arasında sadece polis ve şehrin sakinleri değil, gece baskınlarını çoğaltan aynasızlar, başlarına belâ olup hareket alanlarını kısıtladığı için yeraltı dünyasının kötü adamları, eski suçlular ve dilenciler de vardır. Katili polislerden önce yakalamayı başaran yasadışı bu örgüt, mağdur insanları da arkasına alarak kendi mahkemesini kuracak ve Beckert’i kendi kanununa göre yargılayacaktır.

Fritz Lang ele aldığı her konuyu sorgulamaya açmaz, özellikle ahlâk ve insanın özü üzerine düşüncelerini ve vardığı yargıları, karakterler üzerinden perdeye yansıtır. Lang’e göre insan zaaflarıyla malûldür ki bu yüzden de özü gereği iyi olsa dahi kötüye temayül eder. Ayrıca kötü olan tek değildir, kendi içinde kategorilere ayrılır ve insanlar tarafından çeşitli gerekçeler öne sürülerek ya reddedilir ya da meşrulaştırılır. Taraflardan en geniş kitleyi meydana getiren ve tabanı oluşturanlar, satıcılar, dilenciler ve kurbanların ailelerini de içine alan sıradan halktır. Bu heterojen topluluk, tek bir amaç uğruna farklı çıkarlarla birleşmişlerdir. Katilin kendi çocuklarına zarar vereceğinden korkan insanlar, güvensizlik ve şüphecilik duygularının ayyuka çıkmasına neden olmuş, sokaktan geçen herkes, potansiyel suçlu hâline gelmiş, insanlar en yakınlarını dahi suçlamaya başlamıştır. Öte yandan dilenciler, yeraltı dünyasının karanlık adamları ile yaptıkları anlaşma sonucunda kazanacakları paranın ve kendilerine insan gibi davranılıp karınlarının doyuruluyor olmasının cazibesine kapılarak katilin peşine düşmüşlerdir. Acıları kine dönüşen ölen çocukların anneleri ise hissettikleri nefret duygusuyla katilin en vahşi şekilde öldürülmesini isterler. Bu tablo menfaat duygusunun ve zaafların insanoğlunu nasıl yönlendirip şuursuz hâle getirdiğinin ironik bir yansımasıdır. İkinci grup ise daha dar bir kitleyi temsil eden polisler ve yönetimde söz sahibi olanlardır. Çıkarları gereği toplumun huzurunu temin etmeleri gereken siyasiler, polisler üzerinde sıkı bir baskı uygulamaktadır. Hem kendi sorumlulukları hem de tepeden gelen bu baskı üzerine gece gündüz ara vermeden çalışan polisler, yine de başarılı olamaz, çünkü halkı hakir görüp işbirliği yapmaya yanaşmazlar. Üçüncü grup sayıca daha az olan yeraltı dünyasının ve sokakların karanlık adamlarıdır. Kendilerinde katili yargılama hakkını görürler, çünkü ancak katil zararsız hâle gelirse kendilerini güvende hissedecek ve polis tehdidi olmadan pis işlerine devam edebileceklerdir. Öte yandan bu insanlar, yaptıkları kanunsuz işlerden pişmanlık duymaz, hatta övünür ve yaptıklarını hayatta kalmak için para kazanmak güdüsü ile gerekçelendirip meşrulaştırırlar. Üçgenin en tepesinde ise tek bir kişi, çocuk katili Hans Beckert yer alır. Sorgulama anına kadar tek başına en kötü olanı temsil eden katil, mahkeme sırasında yaptığı açıklamalar ve sorduğu sorular ile üçgeni baş aşağı edecek ve izleyiciye “Kötü aslında kim?”, ”Adil olan aslında ne?” sorularını sordurtacaktır.

Sinema tarihinin en başarılı ve en etkileyici sahneleri arasında anabileceğimiz mahkeme sahnesi, son derece ustalıkla kurgulanmış altmetni ile çok çeşitli okumalara fırsat tanır. Kendini kurmaca bir mahkemenin, bir nevi kendisinden başka herkesin senaryosunu bildiği bir tiyatro oyununun tam ortasında bulan Beckert, ya bütün sırlarını ifşa edecek ya da yalan söyleyecektir. İşlediği cinayetleri akıl hastalığına ve geçirdiği nöbetler sonucu oluşan engellenemez hastalıklı bir içgüdüye bağlayan katil pişmanlığını ve çaresizliğini, ölüm ile cezalandırılmayı hak etmeyişine bir gerekçe olarak öne sürecektir. Devletin yargı sistemine itimat etmeyen halk ise suçluyu yok etmekte kararlıdır. Bu noktada yönetmen, her iki tarafa karşı mesafeli durur. Bir uca katile ölüm kararını veren yargıcı, diğer uca ise Beckert’in beraat etmesini savunan avukatı koyarak bu kararı izleyiciye bırakır.

Fritz Lang’in ortaya attığı “Adil olan nedir ve buna kim, nasıl ve neye göre karar vermelidir?“ soruları, filmi sadece “katilini arayan bir şehrin hikâyesi” olmaktan çıkararak onu zamanının ötesine taşıyan bir yapım hâline getirir. Öyle ki filmin altını çizdiği sorular, insanın var olduğu her mecrada tazeliğini koruyacak ve kendini yeniden üretecek kadim meselelere dairdir. Adl kökünden türeyen adalet kavramı İslami referanslara göre “bir şeyi yerli yerine koymak” anlamına gelir ve bunu sağlayabilmek için aynı suçu işlemiş iki farklı kişiye aynı cezayı uygun görmek çoğu zaman işe yaramayacak bir çözüm yoludur. Bu noktada, bir elinde terazi diğer elinde kılıç tutan adaletin sembolü Themis’in gözlerinin bağlı olması her ne kadar tarafsız kalınmasını sağlasa da, sanığı kendisinden bağımsız bir şekilde yargılamasına neden olacağından anayasaya uygun fakat adil olana ters düşen bir yargılama metodudur. Devletin dağıttığı ve toplumun beklediği adalet arasındaki bu gerilim, filmin çıkış noktasını oluşturur.

Kamu vicdanına teslim edilen Hans Beckert’e, cezası baştan beri belli olduğu hâlde, mahkeme kurulması, hatta avukat tahsis edilmesi, toplumun kendi araçları ile yargılama misyonunu üstlendiğini gösterir. İronik olan ise insanların adaleti devletten değil eski suçlular elinden almayı seçmeleridir. Devletin kurduğu mahkeme, akli dengesi bozuk olan Hans Beckert’e özründen dolayı ölüm cezası vermeyeceğinden, çocuklarını yitiren anneler için adil bir ceza olmayacağını savunanlar, “Adalet kim içindir?” sorusunu gündeme getirirler. Kurmaca mahkemede gözetilen adalet tek taraflıdır, çünkü cezanın mahiyetinden çıkar uman kişiler ve mağdur anneler, gözlerini bağlamayı ve kulaklarını tıkamayı seçerek Beckert’in sözlerini duymazdan geleceklerdir. Fritz Lang, filmi polis tarafından yakalanıp yargıç önüne çıkarılan Beckert’in davasından bir kesit ile bitirir. Gördüğümüz ne sanık ne avukat ne de yargıçtır; yüzlerine matem peçelerini geçiren kurbanların anneleri, kendi aralarında konuşmaktadır: Mahkeme sonucunun çocuklarını geri getirmeyeceğini ve çocuklarına daha iyi göz kulak olmaları gerektiği dökülür dudaklarından. Burada adaletin gözlerini örten bağ çıkarılıp atılmış ve toplum artık kendini de sorgulamaya başlamıştır.

Filmin vizyona girmesinden bir sene sonra Nazi Partisi’nin iktidara gelmesi ile diktatör bir lidere sahip olacak Almanya, bir polis devletine dönüştürülecek, Yahudiler ve muhalifler için toplama kampları oluşturulacaktır. Baskıcı ve keyfi bir yönetime doğru gidilen bir dönemde çekilen bu film, aslında hem kendi zamanına hem de zamanının ötesinde kalan bizlere çok şey söylemekte, avuca tebeşirle yazılan M harfiyle sadece katilin paltosu değil, kamu vicdanına dayanarak suçluların cezalandırma vazifesini üstlenen güç sahipleri de işaretlenmektedir.

 

ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..