Okuyucu Eleştrileri
Hayal Perdesi okuyucularından gelen film eleştirileri arasından seçtiklerini bu alanda yayınlıyor. Siz de yazılarınızı hayalperdesi@hayalperdesi.net adresine gönderebilirsiniz.
06.06.2014 Yozgat Blues

Taşra Sıkıntısı

Mahmut Fazıl Coşkun’un ilk filmi Uzak İhtimal’den dört yıl sonra yapmış olduğu Yozgat Blues 2013 yılında görücüye çıktı. Senaryosunu ilk filminde olduğu gibi Tarık Tufan'ın yazdığı film orta yaşlı bir müzisyen olan Yavuz’un (Ercan Kesal) müzik kursundan öğrencisi Neşe (Ayça Damgacı) ile birlikte çıktıkları Yozgat yolculuğunu konu alıyor. 
 
Nurdan Gürbilek’in yıllar önce Defter dergisinde yayınlanan bir deneme yazısının başlığıdır “Taşra Sıkıntısı”. Şöyle yazıyor: “Taşra sıkıntısı adını verelim buna; taşra sözcüğüne yalnızca mekâna ilişkin bir anlam yüklemeden, yalnızca köyü ya da kasabayı kast etmeden; onları da, ama onların ötesinde, şehirde de yaşanabilecek bir deneyimi; bir dışta kalma, bir daralma, bir evde kalma deneyimini, böyle hayatları ifade etmek için… Ancak taşrada bulunmuşların, hayatlarının şu ya da bu aşamasında taşranın darlığını hissetmişlerin, hayatı bir taşra olarak yaşamışların, kendi içlerinde bir şeyin daraldığını, benliklerinin bir parçasının sapa ve güdük kaldığını, giderek bir taşradan ibaret kaldığını hissedenlerin anlayabileceği bir sıkıntı.”
 
Yozgat Blues, karakterlerinin hayatından bir kesit olarak sunduğu minimalist hikâyesini bir Anadolu kentinden anlatıyor. Bir kent ki oralı olmayan, yolu bir şekilde oradan geçmeyenlere pek bir şey ifade etmiyor. Belki birçok insan oraya dair isminden başka bir şey bilmiyor. Yozgat, Orta Anadolu’da, Doğu, Ege, Karadeniz gibi belirgin renkleri olmayan, öne çıkan bir nitelik taşımayan ‘düz’ olarak nitelenebilecek bir şehir. Yönetmen de her ne kadar “herhangi bir şehir de olabilirdi” dese de eklemeden geçemiyor; “ama Yozgat olmasının ayrı bir önemi var.”
 
Yozgat’ın ve dolayısıyla taşra’nın -bu taşradan kasıt Gürbilek’in taşrasıdır- sıradanlığı filmin her anına işlemiş durumda. Bunun etkisiyle yoğun olarak yerel bir yabancılık duygusu kaplıyor izleyeni. Her fırsatta Modernizmi eleştiren Tufan, Yavuz üzerinden, Modernizmle tanışan ancak onun getirdiği kodları içselleştiremeyen, geleneksel Anadolu kültürü ile yoğrulmuş insanın modern sıkılganlığını yazıyor bir nevi. Yabancılık da bu noktada baş gösteriyor. Film boyunca sürekli aynı şarkıyı dinliyoruz, defalarca. (Joe Dassin - L'éte indien) Ancak bundan rahatsız olmak yerine, alışıyoruz. Filmin anlattığı ve hissettirdiği sıradanlığa da alışmanın göstergesi olarak. Kahkahalar attırmayan ancak yine de izleyenin gülmekten kendini alamadığı naif bir komiklik barındırıyor içinde. Her şey gibi o da dozunda geliyor kulaklarımıza.
 
Anlatımıyla baştan sona kendi içinde tutarlı bir görüntü çiziyor film. Bu tutarlılık, yükselmeyen, hep aynı çizgide seyreden naiflik ve saflık grafiği yönetmenin filmografisi için de geçerli. İlk filmi olan Uzak İhtimal ile görece içine kapanık ana karakterleri yanında iddiasız görünen ancak yaratıcılık ürünü hikâyeleri ve filmlerin genel sıcak havası ile de benzeşiyor.
 
Yönetmen bu ‘Taşra Sıkıntısı’ olarak nitelenen olguyu olay örgüsü ve karakterlerin yanı sıra geniş plan kullanmayarak, sıkışık kadrajlarla oluşturduğu sinema dili ile de vermeyi başarıyor. Bunun yanında filmin geneline yayılan sabit bir kamera yerine omuz kamerası kullanımı tercihi, var olanın bir film olduğunu hatırlatarak seyircide yabancılaşma hissi yaratıyor. Her ne kadar bu eksende eleştiriler alsa da, makul olan sinematografik eleştirel yaklaşım, bilinçli bir tercihin ürünü olması dolayısıyla eseri sanatçının amacı ile birlikte değerlendirmektir. Bağımsız sinemacıların birçoğu gibi doğal ses kullanılıyor filmde. Daha açılış sahnesinde karşılaştığımız Yavuz'un AVM konseri, gün içinde gezilen bir AVM'de pek tanınmayan bir şarkıcının verdiği konserin, alışverişçi kalabalığın gürültüsünden anlaşılmaması ile çok tanıdık bir resim sunuyor.
 
Karakterler filmin ‘sıradanlığı sıradan ve basitçe anlatma çabası’na başarıyla eşlik ediyor. Fragmanda da kullanılan, daha gidiş yolunda Yavuz ve Neşe’nin mola verdikleri benzincide aynı anda ve aynı tepkiyle yoldan geçen aracın sesini kafalarıyla takip etmeleri iyi bir görsel çözümleme olduğu gibi hem hikâyenin, hem de yolculuğun daraltısının algılanması için önemli birer oyunculuk örneği. İkilinin her sabah kahvaltı masasındaki sıkıcı diyalogları ve zoraki tavırları, Yavuz’un Neşeye ne baba, ne eş, ne arkadaş olduğu anlaşılamayan, kendisinin de tam olarak biçimini çözemediği görünür ilgisini yansıtışı, kuaför Sabri’nin (Tansu Biçer) kuaför açmak, evlenip yuva kurmak sınırlarındaki küçük hayalleri, bu yoldaki başarısız tecrübeleri ve Neşe’yle olan ilişkisindeki tavrı güçlü birer omuz veriyor filme.
 
Ana karakterlerin barındırdığı insani ikiyüzlü tavra bir parantez açmak gerkiyor, Olmadıkları, olma potansiyeli barındırmadıkları şeyler gibi görünme istekleri, önce Yavuz ve Neşe’nin taşraya kendilerini sunma biçiminde, ardından hem Yavuz’un hayal kırıklıklarında, hem Neşe’nin bir çırpıda Sabri’nin iddiasız gelecek planlarına dâhil oluşunda, hem de Kamil’in (Nadir Sarıbacak) entelektüel görünme çabasının Yozgat’ta yaptığı primden aldığı taminkar hazda kendini açıkça gösteriyor. 
 
Yerel şair ve entelektüel Kamil karakteri, halkın geneline nazaran ‘biraz daha’ okumuş ancak Yozgat’tan çıkamamış, bunun etkisiyle masumiyetini yitirmiş bir izlenim yaratıyor. Diğer karakterlere kıyasla karikatürize edildiği, senaristin/yönetmenin bu minvalde kendisine ‘acımasızca’ davrandığı yönünde eleştirilebilecek olan karakter, filmin ve karakterlerin genel tutarlılığı ekseninde ele alındığında, gerçek hayatta çok defa karşılaşılan ‘bir taşra gerçeği’ olması dolayısıyla seyirciyi ikna ediyor. Filmin akılda kalıcı naif komikliklerinde Kamil’in olması da filme bütüncül yaklaşıldığında, bu karakter özelliklerinden dolayı doğal görüntüsü veriyor.
 
Yavuz ve Neşe’nin önce birleşip sonra ayrılan yolları, hikâyenin diğer özneleriyle birlikte meçhul ama meraktan öldürmeyen bir sonla samimi bir dil kullanılarak anlatılıyor. Ayrıca Yozgat şehrini hiç göstermeden anlatabilmenin yolunu bulmuş olmak da önemli tabii ki.
 
Bir sanat yapıtı için, izleyenin ilk olarak ‘bunu ben de yaparım’ diyebilmesi, onu kolay anlayabiliyor olması, ancak denediğinde o kolaylıkla yapamaması ve ‘basit anlatma’nın aslında o kadar basit olmadığını anlaması, o yapıtın iyi bir sanatçının elinden çıktığının göstergelerindendir. Çünkü aynı zamanda o sanatçı komplike şeyleri basitçe anlayabilecek niteliktedir. Kusursuz olmasa da Yozgat Blues sade ama başarılı anlatımı ve vaat ettikleriyle Türkiye sinemasında kendisine önemli bir yer buluyor. (Fehmi Erdem Aybulut)
 
 
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..