Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
22.09.2013 Meryem Tanıdık Bir Öykü Zeynep Turan

Spoiler Uyarısı: Bu yazı filmdeki kilit sahnelerle ilgili bilgiler içermektedir. Filmi izledikten sonra okunması önerilir.

 

Meryem, Atalay Taşdiken'in Mommo'nun ardından çektiği ikinci uzun metraj filmi. Mommo uluslararası birçok film festivalinden ödülle dönmüş ve seyirci tarafından beğenilmişti. Meryem'in de oyuncu kadrosu, anlattığı hikaye ve vizyona girdiği salon sayısı göz önünde bulundurulduğunda hiç de fena olmayan bir başarı yakalayabileceğini söyleyebiliriz.

 

Altı gün evli kaldıktan sonra kocası Mustafa'nın İstanbul'a gidişiyle Meryem ondan gelecek haberi beklemeye başlar. O günlerde Meryem'in peşini bırakmayacak olan Murat da askerden terhis edilip, evine geri dönünce, Mustafa'nın annesinin ve babasının yanında yaşayan Meryem için durum daha da zorlaşır.

 

Klasik öykü anlatımının ilerisine gidemeyen Meryem'i karakter analizi üzerinden okumakta fayda var. Meryem, bize yönetmenin ilk filmi Mommo'nun Ayşe'sini anımsatıyor. Ayşe'nin sessizliği, yalnızlığı Meryem'le büyümüş ve daha da görünür hale gelmiş. Meryem'in yalnızlığı sabah Sarıkız’ın sütünü sağarken, komşuları Celil'le konuşurken ve odasına çekildiği zaman ortaya çıkıveriyor. Meryem'i daha iyi tanıyabilmemiz için yönetmenin filmde yer verdiği küçük detaylar bunlar aynı zamanda. Meryem bayramdan sonra Mustafa'nın yanına gidebileceğinin haberini aldıktan sonra bir kavanoza altmış sekiz adet küçük taş koyup, her sabah uyandığında bir tanesini pencereden dışarı atıyor. Meryem'in attığı her taş filmin sonuna biraz daha yaklaştırıyor seyirciyi. Atılan her taş bir güne karşılık geldiğinden aslında bu taşların filmin zaman tasavvuru üzerindeki etkisinden bahsedebiliriz. Ne yazık ki bu etki zamanı hızlıca ileri sarmaktan ve geçip gittiğini görmediğimiz hatta hissetmediğimiz günleri var kılmaya çalışmaktan öteye de geçemiyor. Hikayesi bize çok tanıdık gelen Meryem'in sessizliği aynı şekilde tanıdık gelen bir üslupla ya da detaylandırmayla gerçekleştirildiği için de film klasik öykü anlatımından ileri gidemiyor.

 

Murat’ ise Haydar abisinden ''Ah Yalan Dünya''yı dinlerken, suda taş sektirirken, kıyıda öylece duran kayıkların içinde dalıp giderken görünür perdede. Ya da yol çalışması yapılırken çıkan korkunç seslere aniden uyanırken, yatağından düşerken ve seslerden korunmak için duvar dibine sığınırken görürüz. Işık kapalı uyuyamayan, her an tedirgin ve Meryem'e sevdalı… GATA'da tedavi görmüş ve evine dönmüştür Murat. Evvelden yanık olduğu Meryem'i döndüğünde de rahat bırakmaz. Filmdeki tüm erkek karakterler Meryem'le kurdukları bağ üzerinden filme aktarılıyor. Ancak Murat'ın diğerlerinden farklı olarak Meryem'den ayrı takip edebildiğimiz bir geçmişi ve şimdisi var. Murat, Meryem'le ilişkisi haricinde bir hikayesi olduğu için bizlere sahici geliyor. Fakat Murat'ın hikayesi bir şekilde nihayete erdirilmemiş ya da eksik bırakılmış gibi...

 

Film boyunca yüzünü neredeyse hiç görmediğimiz Mustafa'nın ve onun İstanbul'da beraber yaşadığı Ayla'nın filmin sonunda birden görünür olmaları hem filmin sonunu aceleye getirmiş hem de filmin bütünselliğini sekteye uğratmış. Mustafa'nın hiç gösterilmemesi sanki seyircinin Meryem'in hikayesine daha fazla kulak verebilmesini sağlayacaktı. Öyle ki, bir yerden sonra Mustafa'nın kim olduğu ya da İstanbul'da ne yaptığı, Meryem'i neden bir türlü yanına almadığı soruları anlamsızlaşacaktı. Tüm bunlar bilinse dahi zaten ne fark edecekti? Filmin sonunda seyircinin zihninde Meryem'in sessizliği, vefası ve sabrı kalacaktı. Ancak Taşdiken'in filminde ihanet eden bir adamın karşısında bundan sonra ne yapacağı, ne söyleyeceği bilinmeyen bir kadın karakter kalmış geriye.

 

Konuşulması gereken son bir husus ise ana karakterin ve aynı zamanda filmin de adı: Meryem. ''Meryem'' ismi karakterin içinde bulunduğu zor durum ve çevresinden gördüğü muamele göz önünde bulundurulduğunda anlamlı olabiliyor fakat yönetmenin benimsediği anlatım dili, filmin bu anlamı taşıması için gerekli zemini oluşturamıyor. Halbuki bu topraklarda çokça okuduğumuz, dinlediğimiz ve bizzat şahidi olduğumuz bu hikayeyi genel geçer kuralları yıkarak, biraz daha özgün bir dille beyazperdeye taşımak daha etkili olmaz mıydı? Böylece günümüzde geçen sahici bir ''Meryem'' kıssasına dahi şahit olabilirdik. Ya da buna çok yaklaşabilirdik. Ancak yönetmenin tercih ettiği film anlatım dili bu sahici yapıyı kurmaya şimdilik epey uzak.

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..