Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
02.12.2016 Ben, Daniel Blake Faili Görünür Kılmanın Yolu Zeynep Turan

İnşaat işçileri, fabrikada çalışanlar, uyuşturucu bağımlıları, kaçak işçiler, göçmenler, boya ustaları, alkolikler, kadınlar, yaşlılar, çocuklar… Tarih yazımının uzun süre yok saydığı, egemen sınıfların kör ve sağır kaldığı kitleler. Hem akademi hem edebiyat hem de sinema literatüründe yapıp ettikleri her şey sıradan olarak nitelendirilen insanlar. Yani bizler ya da sizler. Yani büyük bir kısmımız. Eyledikleri şeyler çok rutin, çok rastlanılır olduğu için kendileri de sıradan olarak kabul edilenler. İşten çıkarılanlar, sokak ortasında polis tarafından dövülenler, evde 7/24 yemek pişirenler, hastanelerde kuyruk bekleyenler, sahte pasaportla iş arayanlar, okulu asanlar, ilaç alabilmek için reçete çalanlar… Sadece gündelik hayatın rutinini değil, tarihin tüm trajedisini göğüsleyen, hiç de sıradan olmayan onlarca insan öylece yoldan geçip giderken dahi romana, sinemaya ya da müziğe vesile olabilecek bir olay örgüsü potansiyeli taşır.  

Sanatçı ise yaşadığı toplumun ruhsal ve düşünsel yapısını içselleştirerek bu potansiyeli en güzel şekilde sunmaya çalışır. Kuşkusuz ki benimsediği ideoloji ve zihniyet yapısı ortaya koyduğu esere tesir edecektir. Egemen sınıfların göz ardı ettiği emekçi sınıfın mücadelesini görünür kılmak kadar failliğini işlemek ve onu bunun nasıl yapıldığı da önemlidir. Her gün milyonlarca insanın başına gelen şeylerin hiç de sıradan olmadığını; büyük bir anlatının parçası ve kadim bir zulmün neticesi ve tetikleyicisi olduğunu anlatmanın en adil yolu faillerin harekete geçirilmesidir. Son filmi Ben, Daniel Blake ile Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülünü kazanan Ken Loach, yoldan geçen insanın ait olduğu sınıfsal ve kültürel yapı gereği trajedi yüklü hikâyesini slogancı bir tavırla dışa vurmayı sürdürüyor.
 
Marangoz ustası Daniel Blake bir inşaatta çalıştığı sırada kalp krizi geçirir ve doktor çalışmasının uygun olmadığına karar verir. Hayatını idame ettirebilmek için işsizlik ve destek maaşı almak için başvuruda bulunsa da durumu maaş almaya uygun görülmez. Bunun için girdiği mülakatta doldurduğu anketten 15 puan alması gerekirken o 12 puan almıştır ve zorunlu olarak yeniden talepte bulunması gerekir. Ancak kendisine internetten bir form doldurması ve özgeçmişini yazabilmesi için bir kursa gitmesi gerektiği söylenir. Günlerce operatöre bağlanmaya çalışırken bir yandan da iş arar gibi gözükmesi, ancak maaşı alabilmesi için de aslında işe girmemesi gerekir. Zaten çalışmasına izin verilmemektedir. Süreç böylece uzayıp gider. Daniel adım attıkça maaş alma ihtimalinden o kadar uzaklaşır.
 
Bu elbette günlük hayatta çok sık karşılaşılan bir prosedür çıkmazı ve bürokrasi terörüdür. Çoğu insanın hayatının büyük bir kısmı hatta kalmakla ve ufak bir işlemi halletmek için numara alıp saatlerce sıra beklemekle geçer. Ya da Daniel Blake’in kendisine ve iki küçük çocuğuna yardım ettiği Katie gibi randevusuna geciktiği için görevli bir kadın tarafından azarlanıp kapı dışarı edilir. Yahut bir başkası Daniel’ın kapı komşusu gibi Çin’den orijinal ayakkabı getirip yarı fiyatına satarak para kazanmaya çalışır. Böylesi olaylar çok fazla tecrübe edildiği için mi sıradan kabul edilir? Ve bu olayları tecrübe edenler seçkin olmadıkları için mi hikâyeleri de sıradan olarak nitelenir? Hâlbuki saydığımız her bir olaya, olayın failine biraz yakından baktığımızda ortada sıradan bir şeyin olduğunu iddia edemeyiz. 
 
Sıradanlığı Kaybetmek
Daniel Blake artık kendisine yakından bakıldığı ve bir hikâyede yaşadığı için “sözde sıradanlığını” yitirecektir. Bir senaristin kaleminden çıktığı ve beyazperdeye taşındığı için artık sıra dışı olmuştur zaten. O, her adım attığında peşinde dolanan kameranın ve ardındaki gözün yön vermesiyle yeni bir anlama bürünür. Her bakışı, her sözü, her davranışı kendisini de aşan bir anlatıya işaret ettiği için taşıdığı dram potansiyeli her yeni müdahale ile katlanarak artacaktır. Katie’nin iki çocuğuyla yaşadığı evden çıkarılıp başka bir şehre sürülmesi; Daniel Blake’in bu yaştan sonra özgeçmiş formu doldurmayı öğrenmek için kursa gönderilmesi tek başına zaten hayret vericidir. Ya da eski işyerinizden tanıdığınız iyi arkadaşlarınız ve bir iki kapı komşunuzdan başka kimseniz yoksa, en azından mevcut yaşam standardınızın altına düşmek istemiyorsanız, yani aç kalma tehdidinden bir adım da olsa uzak durmanız şart ise bu uzayıp giden süreç yeterince dramatik bir hal alacaktır.
 
Ancak Ken Loach tercih ettiği biçimsel yapıyla bu süreci melodrama taşıyacak kadar müdahalede bulunur. Anlattığı emekçi hikâyelerinde faili görünür kılmak yerine onun sıradan oluşunu kabul edip bunu sinematografinin biçimsel unsurlarıyla kırmaya çalışır. Sonuçta konuşmayı seven, “renkli” karakterler, didaktik diyaloglar, rastlantılar ve tekrarlarla örülü bir anlatı stili ortaya çıkar. Benim Adım Joe (My Name is Joe, 1998) filminde yakında otuz sekizine girecek olmasına rağmen hayatta hiçbir şey kazanamamış Joe, sosyal servisten fotoğrafını çeken adamın arabasını boyar, uyuşturucu satıcısının arabasının camını patlatır. Afili Delikanlı’da (Sweet Sixteen, 2002) Liam, hapisten çıkacak annesine daha iyi bir hayat kurmak için adam öldürmeye kalkar. İşte Özgür Dünya’da (It’s a Free World, 2007) Angie istihdam sağladığı işçileri azarlar, ücreti geciktiren işverene durmadan laf yetiştirir. Neredeyse tüm karakterleri benzer alışkanlıkları, çıkmazları ve tavırlarıyla yönetmenin stilini tamamlayan biçimselliğe bürünür.
 
Son olarak kendisine işsizlik ve destek maaşı bağlanması için yetkililer tarafından sabrı sınanan Daniel Blake, bu duruma daha fazla katlanamaz ve yetkili kurum binasının duvarına sprey boyayla kim olduğunu ve ne talep ettiğini yazar. Ben, Daniel Blake, Ken Loach’un filmografisine aşina olanlar için yeni bir şey söylemeyen, yönetmenin önceki filmlerindeki hikâye kurgusu, anlatım dili ve karakterleriyle çokça benzerlik taşıyan, olay örgüsü itibariyle ise zayıf kalan bir film. Yönetmenin her zaman için ideolojik siyasetini öncelediği, hikâye ve karakterlerini tüm samimiyetiyle trajediye boğan sinematografik dil yetisi, son filmini tam bir melodram örneğine dönüştürüp eldeki malzemenin gerçeklik ve duruluk potansiyelini filmin biçimsel yapısına kurban ediyor.
 
YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..