Söyleşi
Selda Çiçek SÖYLEŞİ:Abdulgafur Şahin, Koray Sevindi "Türkiye’deki ödül sistemini çok doğru bulmuyorum, ödül almadığım filmler de en az ödüllüler kadar kıymetli."
04.07.2011 “Sanat Yönetimi Yazıdan Görselliğe Bir Yolculuktur”

Sektöre sanat yönetmeni asistanı olarak adım atan Selda Çiçek, 2000 yılından beri aralarında Ihlamurlar Altında, Yalancı Yarim, Annem, Ezel gibi dizilerle Sır Çocukları (2002), Bulutları Beklerken (2003), Uzak İhtimal (2008), Son Cellat (2008), Gölge (2008) gibi filmlerin olduğu pek çok projede sanat yönetmeni olarak çalıştı. İlk uzun metraj filmi İncir Çekirdeği (2008) ile senaristlik ve yönetmenlik deneyimi kazanan, sanat yönetmenliği alanında Altın Portakal ve Altın Koza ödülleri de bulunan Selda Çiçek ile sanat yönetmenliğini ve sektörü konuştuk.

Sanat yönetmenliği denince insanların aklına çok farklı şeyler geliyor. Siz sanat yönetmenliğini nasıl tanımlıyorsunuz?

Sanat yönetmenliği, çok farklı alanlarda kullanıldığı ve çok genel bir tabir olduğu için böyle bir karışıklık sözkonusu olabilir. Reklâm ajanslarında da var sanat yönetmeni. Sinema için sanat yönetmeni, senaryo (bir teknik metindir bizim için, edebiyat değildir) okunduktan sonra, metindeki karaktere, olaya, zamana göre mekân tasarımını, daha doğrusu görsel tasarımı yapan kişidir. Marx’tan bir alıntı yapmak doğru olacak: “En kötü mimarı, en iyi arıdan ayıran şey, mimarın yapısını gerçekte kurmadan önce, onu imgesinde kurabilmesidir.”Sanat yönetmeni ve ekibi, mekânın bir bütün olarak yaratacağı etkiden sorumludur. Bu etki, yönetmenin tasavvurları doğrultusunda senaryonun-sahnenin dramatik yorumuyla tasarlanır.

Tasarım iki alanı kaçınılmaz olarak içerir: Sinematografik anlatım yöntemlerine ve sinemanın çalışma sistemine uygun olarak, mimariyi ve resim sanatını. Anlatı ve oyuncu, tasarlanmış ve döşenmiş bir mekâna ihtiyaç duyar. Mekânın tasarımı peliküle/kaydediciye aktarılan iki boyutlu “resmin” mimari öğelerini-formunu, anlatının “gerçekliğini” yaratan bir dolu küçük ayrıntıyı, renk ve ışığını barındırır/belirler. Bazen bir sokak, bazen yaşanan bir mekân, bazen boş bir stüdyo, bazen bir arazi, yola çıkılan senaryonun öngörülerine uygun biçimde dönüştürülecek, inşa edilecek ham mekânlardır. Sanat yönetmeniyle ekibi, yönetmenin ve kameramanın yorum ve önerilerini de değerlendirerek, imgesinde kurduğu mekânı arar, tasarlar, inşa eder, donatır. Yazıdan görselliğe bir yolculuktur bu; estetik, ideolojik, eğlendirme gibi kaygılar güden sanatsal bir çabadır. Filmi hareketli görüntüden ayıran da budur. İzleyenin öykünün dünyasına tanıklık edeceği ana kadar süren bu çaba sonunda ortaya çıkan ürün, farklı aşamalarda, tüm birimlerden çok sayıda insanın, emek ve hayal gücünü seferber etmesiyle, kolektif birlikteliğiyle mümkündür. Bu sendikada, sektörde aktif olarak çalışan sanat yönetmenlerinin yazdığı ortak tanımdır.

Tarkovski diyor ki: “Eğer bu birliktelikte gerçek bir yaratıcı atmosfer oluşuyorsa/oluşturulabiliyorsa, şu ya da bu düşüncenin kimden çıktığı, olağanüstü bir ışık etkisinin nasıl yaratıldığı, ilk kimin aklına geldiği, bir objenin ya da mekânın kaydında en şahane açının nasıl yakalandığı tamamen önemsizleşir. Dolayısıyla kameramanın, yönetmenin, sanat yönetmeninin baskın rolünden söz etmek mümkün değildir. Kaydedilen görüntü organik bir bütüne dönüşür, yani orada her türlü ihtiras her türlü bencillik kaybolur.”

Türkiye'deki sanat yönetmenliği kavramı sizin tanımınıza ne kadar uyuyor?

Bu tanımla Türkiye’deki sanat yönetmenliği kavramı aşağı yukarı benzer. Zaten teori ve pratiği birbiriyle tamamlanabilecek biçimde yapabiliyorsanız, bu tanım bir nebze doğrudur diyebiliriz. Her sanat yönetmeni ya da sektörün herhangi bir alanında çalışan bir kişi benim gibi düşünmeyebilir. Önemli olan bu mesleği yapan kişilerin ortak bir konuda mutabık kalabilmesi. Yukarıda verdiğim tanım çoğunluğun kabul ettiği bir yerdedir.

Sanat yönetmeni olarak çalıştığınız filmlerden kısaca bahsedebilir misiniz? Altın Portakal kazandığınız Sır Çocukları ile Altın Koza kazandığınız Gölge filmlerinin sizin için özel bir yeri var mı?

Kısaca nasıl bahsedebilirim bilmiyorum. Sadece her birine ruhumdan bir parça eklemeye çalıştığımı söyleyebilirim. Ödül kazandığınız filmler diğerlerinden farklı değil. Türkiye’deki ödül sistemini çok doğru bulmuyorum; ödül almadığım filmler de en az ödüllüler kadar kıymetli. Sır Çocukları çalıştığım en iyi ekipti, Gölge çok sevdiğim sevgili Mehmet Güreli’nin işiydi; çok emeğim var.

Sanat yönetmeni olarak setteki yeriniz nedir? Yönetmen, görüntü yönetmeni ve diğer set ekibi ile etkileşiminiz hangi düzeyde?

Setteki yerimiz… Yine zor soru. Aslında sanat yönetmeni yerine prodüksiyon tasarımcısı (production designer) adını kullanarak düşünürsek daha kolay açıklanabilir. Senaryonun gereklerini yerine getirmek asli görev ama aynı zamanda mekâna koyduğumuz başka şeyler de var. Örneğin aydınlatma ile bir ışık atmosferi oluştururuz. Bu çoğunlukla görüntü yönetmeni ve yönetmenle konuşularak yapılır; bazen de konuşulmaz. Özellikle gerçekçi dekorlarda konuşulacak çok şey yoktur, ama fantastik bir hikâye ya da özel bir sahne çekilecekse tasarım ortaklaşır.

Sanat yönetmeni olmak için ne yapmak gerekir? Sıkı bir çalışma mı yoksa yetenek mi gerekir?

Sanat yönetmeni olmak için günümüzde, ülkemizde hiçbir şey yapmamız gerekmez. Şaka gibi gelse de sanat yönetmeni olduğunuzu kendiniz bile sonradan fark edebilirsiniz. Bunun patronların ucuz işçi çalıştırma sevdasından tutun da ahbap çavuş ilişkileriyle sürüp giden sektörel ilişkilere kadar birçok sebebi var. Tüm dünyada sanat yönetmenleri elli, altmış yaşın üzerinde. Türkiye’de ise sanat yönetmenleri yirmi ilâ otuz yaş aralığında; bu, görüntü yönetmenleri için de geçerli. Çünkü sektör hızla insan tüketen bir hâl aldı. Burada televizyon için hazırlanan dizi filmlerin büyük etkisi var. Televizyon, sinemayı ve sinemacıları niteliksel olarak deforme ediyor.

Sanat yönetmeninin olmazsa olmazları nelerdir?

Önce mesleği sevmek.  Çünkü işçilik ağırdır. Öğrenmeyi istemek, çok araştırmak, görsel hafızayı geliştirmek, genel kültür sahibi olmaya çalışmak, malzemeyi tanımak, gerekirse modayı takip etmek ama tarihi de bilmek... Bence yetenek, bunların birleşimiyle ortaya çıkan emektir. Genel anlamda sinema sanatının üretim sürecinde yer alabilmek için gerekli donanıma sahip olmalıdır. Yapımın her safhasını bilmelidir; her bir ekibin işiyle ilgili bilgisi, en azından bir fikri olmalıdır. Sanat yönetmeni olmak için ışık ya da prodüksiyon ekibinde aktif olarak çalışmış olmak büyük bir şans ve avantajdır ancak yeterli değildir. Örneğin ana ışık kaynağı dendiğinde zihninde teknik olmasa bile bir “resim” olmalı; “net alan derinliği”, “enstantane” denildiğinde, kavramsalın yanında teknik bir anlam hissetmeli; diyafram, renk, kontrast, sunta, vida gibi kendi üretim araçlarını ve kavramlarını iyi tanıyabilmeli ve anlayabilmelidir. Müzik, resim, mimari, tiyatro, heykel, edebiyat, fotoğraf ile var olup, felsefe, tarih, bilim, ekonomiden, kısaca yaşamdan beslenmeli, teorisi ve pratiği olmalıdır.

Sektörde çok farklı yapımlarda yer aldınız. Sinema filmleri ve televizyon dizilerini sanat yönetmenliği açısından karşılaştırır mısınız?

Öncelikle nitelik farkı var. Hoş, projenin kendi olanakları, içeriği, finansmanı ile bağlantılı bir konu ama sinema, başı ve sonu belli olduğu için “tasarım”a daha uygun diyebilirim. Televizyon işleri, biliyorsunuz, daha çok tüketilen, unutulan işler. Bir sanat eseri üretiyorsunuz sinema yaparken, hem de kolektif olarak. Bu biçimde üretilebilen başka bir sanat yok. Sinema filmi yaptığınızda tarihe bir çentik atıyorsunuz, dizi filmlerde ise kâğıda bir imza atıyorsunuz gibi bir benzetme yapmak isterim.

Sanat yönetmeni olarak sektörde yaşadığınız sorunlardan bahseder misiniz?

Sanat yönetmeninin kendi alanı ile ilgili sorunlarının başında üretim biçimleriyle bağlantılı unsurlardan bahsedebilirim. Genellemek için değil, ancak var olan bir zihniyetten bahsedeceğim. Sanat yönetmenin ne işe yaradığını bile pek düşünmemiş, öğrenmek istememiş bir çoğunlukla çalışıyoruz. Hazır mekânlara girip, oyuncunun senaryoda geçen aksesuarını kayıt süresince oyuncuya verip, koruyup kollayan, sponsor firmalardan bulduğu her şeyi çekim mekânına taşıyan, her çalıştığı işten atılmaktan kurtarabildiği eşyaları evine götürüp, yaşadığı mekânı depoya ya da galeriye çevirmek zorunda kalan insana sanat yönetmeni denmez. Bu da tartışmalı bir konudur zaten. Diyeceksiniz ki işte bu yüzden sanat yönetmeninin burnu büyük ve sürtülmesi gerekir. Bunların hepsi aslında sanat yönetmeni.

Emekleri tartışılmaz. Ancak bir detay sunuyorum. Üretim biçimlerinin aksak tezahürlerini, olması gerekenle karıştırmamak gerekir. Yürüyen teknenin zavallı günah keçileri olmak, her zaman sanat yönetmenlerine kalmamalı. Çalışma koşulları, çalışma saatleri, ödemelerimizin alınmaması, güvencesiz çalışma, pozitif ayrımcılık sorunlarından bahsetmek artık demode kaldığı için kısaca zikrediyorum.

Marmara Üniversitesi'nde sinema eğitimi aldınız. Üniversitede sanat yönetmenliği üzerine bir eğitim veriliyor mu? Üniversite özellikle branşlaşma konusunda ne kadar yönlendirici olabiliyor? Bu bağlamda Türkiye'deki sinema eğitiminin kısa bir değerlendirmesini yapabilir misiniz?  

Sinema bölümüne girdiğim zaman sektörde beş yıldır çalışıyordum. Benden edebiyatçı olmayacak diye, Ankara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bırakmıştım. Edebiyat eğitimini de farklı düşünmüştüm daha gençken. Hocama birkaç hikâyemi okutmuştum, sinematografik olduğunu söylemişti. Yolumu açan onun bu yorumudur. Alaylı okulluyum. Okulda sanat yönetmenliği ile ilgili teorik eğitim aldık. Bu istediğim şeydi, pratik açısından sorun yoktu zaten. Bizim okuldan insanlar sinemacı olarak mezun oluyor ama bildiğim kadarıyla sanat yönetmenliği ile ilgili doğrudan bir branşlaşma yok. Mimar Sinan Üniversitesi’nde sahne dekor tasarım bölümü var. Teorik eğitimi tiyatro kökenli ama o bölümden mezun olan çok insan çalışıyor sektörde. Sinema eğitimi bence öğrencilerin performansları ile ölçülmeli, öğrencileri ya da mezunları piyasanın ne kadar içinde ise okul o kadar başarılıdır. Ülkemizde sinema eğitimi almamış olan sinemacılar da var. O yüzden okullarla ilgili bir nitelik sorunu var mı, yok mu diye tartışmalıyız. Sinema mesleki eğitim gerektirmeyen bir alan mıdır? Meselâ eğitimini almadan kimse doktor olamıyor. Sanattan bahsediyoruz ama… İşte nitelikle ilgili sorunları, eğitim sorunlarını tartışmaya başlayarak çözebiliriz bunları.

Yönetmenliğini yaptığınız ilk uzun metraj filminiz İncir Çekirdeği'nde Ruhan Ünlüer sanat yönetmeniniz olarak çalıştı. Film sırasında kendisiyle iletişiminiz nasıldı? Kendi filminizde başka bir sanat yönetmeniyle çalışmak nasıl bir duyguydu? 

Sanırım Ruhan’ı çok yormadım. Hoş, ona sormak lâzım. İncir Çekirdeği Mardin’de çekildi. Filmde daha çok çevre düzenlemesi yaptık. Ben Ruhan’ın varlığı ile kendimi güvende hissetmiştim, ama gerçekten onunla konuşmak lâzım. Yönetmenlik yaparken sadece dekorla veya ilgili şeylerle değil, daha çok kadrajın içeriği ile ilgili unsurlara dikkat ediyorsunuz. Dolayısıyla hem sanat yönetmenliği hem de yönetmenlik yapmak bence doğru değil. Sinemanın kolektif üretim tarzına da aykırı. Ekipler sinemada birbirini zenginleştirir. Dolayısıyla kendimden başka dekorla ilgilenecek bir gözün olması en doğalıydı ve Ruhan’la çalışmak keyifliydi.

Sinemamızın estetik açıdan şu anda bulunduğu yeri ve geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu soruya cevap vermiyorum. Çok tartışmalı… Haddim değil, akademisyenlerin cevap vermesi lâzım…

 

ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..