Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
16.07.2012 Olmak İstediğim Yer Bezgin ve Sabık Müzisyenin Yolculuğu Kültigin Kağan Akbulut

İtalyan sinemasının son dönemde parlayan yönetmenlerinden Paolo Sorrentino İngilizce çektiği ilk film Olmak İstediğim Yer’de eski bir rock yıldızının babasının ölümüyle başladığı yolculuğu anlatıyor. Hayat tarzı nedeniyle babasıyla arası bozulan Cheyenne (Sean Penn) müziği uzun yıllar önce bırakmış ancak gotik tarzını devam ettiren, yaşam tarzına zıt bir şekilde borsada yaptığı yatırımlarla yüklü miktarlarda para kazanan, itfaiyeci olarak çalışan karısıyla lüks bir evde yaşayan ve gotik bir genç kızı manevi evlat sayan bezgin bir sabık rock yıldızıdır. Babasının vefat haberini alan Cheyenne cenazeye gittiğinde, kılığına ters ters bakan Yahudi cemaati üyeleri arasında babasının bir sırrını öğrenir. Babası yıllardır, kendisine toplama kamplarındayken işkence eden Nazi subayını aramaktadır. Cheyenne nedenini ve bulunca ne yapacağını bilmeden babasının arayışını devam ettirir.

2008 yılında Il Divo filmiyle Cannes Film Festivalinde Jüri Özel Ödülü kazanan yönetmen Paolo Sorrentino dünyanın farklı bölgelerinde, gündelik hayattan uzakta yaşayan eski Nazi subaylarının hayatlarını merak ederek başlamış işe. Eski Nazi subayları hakkında “Geçmişleri insanların sürülmesi, katledilmesi gibi asla silinmeyecek izlerle dolu bu insanlar şimdi zararsız ve vahşetten uzak zararlı yaşlılar,” diyen yönetmen Sorrentino ve diğer senarist Umberto Contarello böyle bir düşünceden yola çıkıp Nazi avcısı olarak da bir avcının hiçbir niteliğine sahip olmayan Cheyenne’i çıkarıyorlar.

Olmak İstediğim Yer hem senaryo hem de sinematografi açısından ağır biçimde iki bölüme ayrılıyor: Cheyenne’in hayatına tanık olduğumuz ilk bölüm ile sonraki yolculuk ve arayış hikayesi. Karısı işteyken evde yalnız kalan Cheyenne, alışverişe gittiğinde hâlâ bakışları üzerine toplayan Cheyenne, manevi kızıyla alışveriş merkezindeki kafede oturan Cheyenne, karısına akşam için yemek hazırlayan Cheyenne derken kahramanın hayatına adım adım giriyoruz. Sevimli karısı (Francis McDormand), manevi kızı, güzel eviyle görünürde eksiği olmayan bir hayat süren Cheyenne’in bir türlü açılamayan bir derdi olduğunu da sezeriz. Film de yavaş yavaş Cheyenne’in bu dertlerini açıklar seyirciye. İkinci yarıda ise Cheyenne’in yolculuğu başlar ve film de tökezlemeye. İlk yarıda yaratılan ritim ikinci yarıda aksar. Belki de Cheyenne gibi bezgin bir karakterin böyle bir yolculuğu kaldırması zordur. Çünkü Cheyenne yıllardır görüşmediği babasının kendisini sevip sevmediğinin, Nazi avcılığının nasıl yapıldığının, Amerik’anın uçsuz bucaksız çöllerinde nasıl tanımadığı birini bulacağının, bulduğunda da eski Nazi subayına ne yapacağının bilincinde değildir. Bu yolculuğun bir kendini bulma hikayesi olup olmadığı sorusunu ise Hindistan’da değilim diye cevaplar Cheyenne. Yolculuk boyunca bazı şeyleri anlamlandıramaz, “Tam olarak ne bilmiyorum ama bu işte bir yanlışklık var” der. Müziği bıraktığı halde küçük bir çocuğun ısrarıyla tekrar çalar. Bütün bu yolculuğun sonunda ise Cheyenne’i eski yaralarından birinin karşısında dikilirken buluruz, demek ki her ne kadar Hindistan’a kendini bulmaya gitmese de bir şeyler değişmiştir. Yalnız filmin sorunu karakter ile dönüşüm sürecinin arasınraki bağların sağlam örülememesi, geçişlerin süfli biçimde işlenmesi gibi Sean Penn’in oyunculuğunun devreye girmesiyle geçiştirilen sorunlar Olmak İstediğim Yer’in en büyük eksiklikleri. 

Sean Penn’i 90’lı ve 2000’li yıllar boyunca ayakta tutan metod oyunculuğu burada da kendini gösteriyor. Yaşlı ve bezgin rock yıldızıyla, kariyerinin en heyecanlı günlerini geride bırakmış Penn içiçe geçiyor. Filmin sonunda ilk defa makyajsız olarak Cheyenne’i gördüğümüzde, Sean Penn ile olan bağlarını daha yoğun hissederiz. Bezgin bir karakter olan Cheyenne’e Sean Penn tüm vücuduyla hayat veriyor, filmin yükseldiği anlardaki patlamalarda da Penn oyunculuğunun tipik izlerini görüyoruz. Penn’in yanısıra Francis McDormand, Judd Hirsch gibi oyuncularla da filmin oyuncu çıtası yükseliyor.

Filmin dikkat çeken bir yönü de görüntü yönetmeni Luca Bigazzi’nin yarattığı estetik. Bigazzi oyunculara yaklaşıp uzaklaşan, alçalıp yükselen kamerasıyla yer yer senaryonun boş bıraktığı duyguları yakalıyor. Sorrentino ve Bigazzi’nin önceki çalışmalarında da görülen uyum burada daha da kıvamını bulmuş. Belki de Avrupa sinemasının son döneminin en iyi görüntü yönetmeni-yönetmen işbirliklerinden biri gerçekleşiyordur.

Olmak İstediğim Yer yönetmen Paulo Sorrentino’nun diğer filmlerinin yanında biraz daha sönük kalıyor. Sorrentino Sean Penn ile film çekebilmesine bir Amerikan rüyası yakıştırması yapmış, ancak İtalyan dokusu onun filmlerine çok daha yakışıyordu. Belki de filmin eksikliği buradadır.  

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..