Söyleşi
Ali Can Sekmeç SÖYLEŞİ:Esra Tice Yıldırım Türk sinemasında 1940 ve 1950’li yıllarda yaşananlar genel kabul ile Geçiş Dönemi olarak adlandırılır. Bu dönemde tiyatro kökenli tek yönetmenin hâkimiyeti kırılır, film şirketi ve film sayısı artar, yurt dışında sinema/fotoğraf eğitimi alan yeni yönetmenler ilk yapıtlarını sunar. Bu dönemin öne çıkan isimlerinden Aydın ve İlhan Arakon Kardeşler, o günlerin zorlu şartlarında rağmen ürettikleri filmlerle sektörü hareketlendirir. Birer prototip özelliği taşıyan bu filmler, Türk sinemasının verimli yıllarının da habercisidir. Arakon Kardeşleri araştırmacı-yazar Ali Can Sekmeç ile konuştuk.
18.09.2015 Arakon Kardeşler Hollywood'u Örnek Alırdı

Aydın Arakon ve İlhan Arakon Kardeşlerin ilk çalışmalarını sundukları Geçiş Dönemi’nin ana özellikleri nelerdi?

“Muhsin Ertuğrul’a başkaldıranlar dönemi” daha doğru bir tanımlama. Ama ne kadar başkaldırı olduğu tartışılır. Hep derler ya, Muhsin Ertuğrul tiyatroyla bağlantılı işler yaptı. Muhsin Ertuğrul kışın oynadığı oyunları, kadroları değiştirmeden yazın sinema filmi haline getirdi. İlhan Arakon, Türk sinemasında Tiyatrocular Dönemi’ni kayıp yıllar olarak niteliyordu. Amerikan filmlerinin ortalığı yıkıp geçtiği, ürettikleri en iyi örnekleri dünyaya satmaya başladıkları bir zamanda, Türk sinemasının hiçbir şeyi yok, diyordu. Bugün rahmetli İlhan Hocanın anlattıklarıyla yetinmek durumundayız. Çünkü Muhsin Ertuğrul filmlerinin hepsine sahip değiliz.

Kırklı yıllarda Muhsin Ertuğrul’un tiyatro oyuncularıyla süslenmiş ağdalı üslubuna ve yaşamayan bir Türkçeyle yazılmış senaryolarına insanlar burun kıvırmış. Muhsin Ertuğrul’un yaptığının zıddını yapan, yaptığını yanlış bulup doğruyu yapmaya çalışan, sinematografik değerleri uygulayan ilk kişiler Faruk Kenç, Şadan Kamil, Baha Gelenbevi ya da Arakon Kardeşler değil. Onlardan önce Nazım Hikmet var. Nazım Hikmet 1937’de İpek Film’e Güneşe Doğru diye bir film çekiyor ve hiç tiyatrocu oynatmıyor. Film bir tiyatro adaptasyonu da değil. Tabii o film de bugün elimizde yok.

Arakon Kardeşlerin sinema ile tanışma hikâyelerini anlatır mısınız?

Arakonlar Balkan Savaşı’ndan sonra İstanbul’a göç ediyor. Kardeşlerin sanata olan yatkınlıkları dayıları Nazmi Ziya’dan geliyor. İlhan Hoca’ya ilk gördüğü filmi sormuştum. Dayıları, Şehzadebaşı’nda yeni bir film var, haydi gidelim, demiş. İlk sinema tecrübesini şöyle anlatıyor: “Ben o zamana kadar hep kukla görmüştüm. Karanlık perdede kukla oynardı. Fakat yine de ortalık biraz aydınlıktı. Sinemaya girdik her taraf birden karardı. Bekledim nasıl bir film çıkacak diye. Filmin ne olduğunu da bilmiyoruz. Başladı karanlıkta bir savaş; adamlar birbirini öldürüyorlar, aşk da var. Öyle kaldım.”

Küçük bir makine almış babası ve amatör fotoğraflar çekmiş. İlerleyen zamanlarda 16mm’lik kamera almışlar, o kamerayla Atatürk öldükten sonra İstanbul’daki cenaze törenini çekmiş. O dönemlerde Amerikan film şirketlerinin filmlerden önce gösterilen jurnal filmleri vardı. Firma bu görüntüleri haber filmi olarak tüm dünyada kullanmış.

Esra Tice Yıldırım’ın yaptığı söyleşinin tamamını Hayal Perdesi’nin 48. sayısında okuyabilirsiniz.

ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..