Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
19.06.2012 Azrail'i Beklerken Müzisyenin Ölümü Kültigin Kağan Akbulut

1958 yılı İran’ında dönemin en iyi keman virtüözlerinden Nasser Ali Khan’ın ustasından devraldığı kemanı kırılınca Nasser Ali büyük depresyona girer. Büyük paralar vererek aldığı Stradivarius kemanı da kemancının derdine çare olmayınca Nasser Ali hayatını sonlandırmaya karar verir. Azrail’i Beklerken (Chicken With Plums) filminde Nasser Ali’nin sekiz gün boyunca yavaş yavaş ölüme gidişini ve bu süreçte hayatını baştan aşağı gözden geçirmesini izleriz. 

Ailesinin hayatından esinlenerek yarattığı Persepolis eseriyle çizgi roman dünyasında ünlenen İran asıllı Fransız sanatçı Marjane Satrapi, film uyarlamasıyla geniş kitlelerce de tanınmış ve sevilmişti. Fransız sinemacı Vincent Paronnaud ile birlikte yönettiği Persepolis’ten sonra ikili yine Satrapi’nin ailesinden esinlendiği bir hikâyeyle karşımızda. Azrail’i Beklerken, anlatılanlara göre Satrapi’nin amcasının hayatından izler taşıyor. 


Azrail’i Beklerken sürrealizmin, çizgi roman formundan gelen estetiğin, Pers müzik ve minyatür geleneğinin Fransız sinemasal dokunuşuyla birleşmiş hâli. Persepolis’ten alışık olduğumuz grafik estetik, Azrail’i Beklerken’de de kendini gösteriyor. “Bir varmış, bir yokmuş” diye açılan film bir nevi modern bir masal anlatıyor. Gün gün ilerleyen hikâye yer yer İran tarihinin siyasal noktalarına,  İranlıların savrulan hayatlarına ve mitolojik hikâyelere dalıyor. Ara hikâyelerle enerjisi hiç kaybolmayan film, başkahramanın geçmişini ve çevresindekilerin hikâyelerini bir bir örüyor. 

Gelelim filmin eksikliklerine. Filme dair en büyük eksikliklerden, daha doğrusu hatalardan biri olarak yazılan yanı; filmin tümünün İran’da geçmesine ve İranlıları anlatmasına rağmen Fransızca çekilmiş olması. Seyirci olarak böyle bir eleştiri getirme hakkımız tabi ki saklı, ancak böyle endüstriyel bir sinema ortamında Farsça film çekme riskini Satrapi’nin önüne atamazdık. Bence filmin daha önemli sorunları var. En önemlisi yönetmenlerin tutturmaya çalıştığı masal estetiğinin, kitsch kartpostal estetiğine kayması. Filmin başından sonuna kadar bir kartpostal “güzelliğinde” izliyoruz İran’ı. Set olduğu göze batan İran panoraması, filmin atmosferini içimize çekmeye çalışırken gıcık yapıyor. Filmin bir diğer sorunu da, müzisyenin kişisel bir depresyon olarak başladığı bunalımının toplumsal altyapısının bir türlü oturmaması. Nasser Ali’nin sevdiği ve müziğine ilham veren kadının adının İran olması basit bir isim oyunundan ziyade, İranlı sanatçıların beslenme kanallarının ülke sevgisine uzanması olarak okuyabiliriz. Ancak bu süreç filmin sonlarında neredeyse bir rüzgâr gibi savrulan kurguyla anlatılıyor. Nasser Ali ile İran’ın aşkı derinleşmeden hızlıca geçiyor. Bu da filmi en basit düzlemde bir “unutulmayan aşk” filmi olarak izlemeye olanak sağlıyor. 

Azrail’i Beklerken bu sorunlara rağmen izlemesi keyifli bir film, sürükleyen ve soru sordurtan bir yapısı var. Filmin estetik yapısı, Persepolis’i izlediğimiz zamanki gibi heyecan vermiyor tabi ki. Satrapi kendi estetiğini Persepolis’te en iyi şekilde yansıtmıştı ve izleyiciler bunu daha da aşmasını bekliyordu, bu olmuyor. Persepolis’te tamamen çizgilerle hikâyesini anlatan ikili, gerçek oyuncularla benzer bir dinamiği yakalıyor. Satrapi ve Paronnaud yarattıkları kendilerine özgü estetik biçemle günümüz sinemasının hoş tatlarından biri oluyor. 

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..