Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
21.02.2012 Fetih 1453 Hayal Perdesi Fetih 1453'ü Tartışıyor Hayal Perdesi Sinema Sohbetleri

 

Uzun süredir Türkiye’de en çok merak edilen filmlerin başında gelen Fetih 1453 geçtiğimiz hafta gösterime girdi. Seyirciler kadar sinema eleştirmenleri arasında da bir bölünme yaratan filmi kimileri başarısız bulurken, kimileri de böyle bir çabanın takdir edilmesi hususunda dikkat çekerek filme sempatiyle yaklaştı. Bizler de tartışmaya bir ucundan katılmak ve filmle ilgili görüşlerimizi ortaya koymak için Hayal Perdesi yazarlarına filmle ilgili görüşlerini sorduk.

 

Holivud Kostümüne Bürünmüş Yeşilçam Filmi

Fetih 1453, yüksek bütçesi ve şimdiye kadar sinemamızda şahit olmadığımız dijital efektlerin kullanılacağı bilgisiyle pazarlandı hep. Yıllardır büyük bir umut ile beklenen, birçok yönetmenin hayallerini süsleyen fetih filminin çekimi Çılgın Dershane ve Recep İvedik filmlerinin yapımcısı Faruk Aksoy’a nasip oldu. Bu kadar yüksek bütçenin ancak bu kadar büyük bir ‘hayal’e hizmet etmesi gerekiyordu tabii! Film, Türkiye sinemasının teknik, ekip ve maliyet açısından sınırlarını zorladığında karşımıza ne çıkacağını da göstermiş oldu. Tabii burada tüm referansların Holivud standartlarını yakalamaya yönelik olduğunun altını çizmek gerek. Yönetmenin handiyse bütün amacı Holivud  savaş filmlerinin görsel kalitesine ulaşabilmek, bu manada ‘İstanbul’un fethinin’ bu teknik şov için nesneleştirildiğini söylemek abartılı olmasa gerek. Zira fethin anlam ve önemine, ruhuna dair birkaç alıntı cümleden öteye gitmiyor aktarım. Filmin senaryosu zayıf, diyaloglar günümüzdeki dizilerden farksız, başta Fatih Sultan Mehmet olmak üzere karakterlerin hiçbiri üzerinde yeterince çalışılmamış. Sultan Mehmet’i tanımamıza izin vermiyor senaryo, onun şahsiyetinden ziyade ‘İstanbul’u isterim’ diye hırsından tespihlerin üzerinde tepinen siması kalıyor zihinlerde. Ulubatlı Hasan ise tam da filmin hali pür melalini resmediyor; davranışları Malkoçoğlu, görüntüsü Barbar Conan. Özetle film, Holivud kostümlerine bürünmek için çok çaba sarf etse de senaryosu, karakterleri ve genel işleyişiyle bir Yeşilçam filminin ötesine geçemiyor. (Tuba Deniz)

 

Hikâyem Yok Ama Para Bende

Fetih 1453 daha en baştan niceliksel değerleriyle öne çıkarıldı: Bütçesi, görsel efektleri, kaç tane figüran oynatıldığı konuşulurken filmin niteliksel değerleri olan senaryo, oyunculuk, anlatım gücü gibi unsurlar örtbas edildi. Başka bir deyişle film, “hikâyem yok ama para bende” demekte. Filme baktığımızda neden böyle bir stratejinin uygulandığı açık: Filmin doğru düzgün bir senaryosu, oyunculuğu ve tutarlılığı yok. İlk başta Fatih Sultan Mehmed’in hikâyesine başlayan film, Fatih’i hamasi nutuklar atan, etrafındakileri yok sayan biri olmanın ötesine taşımazken ikinci yarıda film Ulubatlı Hasan’ın hikâyesine yoğunlaşıyor. Ancak burada da film kalıplaşmış cesur Türk savaşçı, ona âşık olan Macar –aslında Müslüman- kız ve karşılarında tastamam kötü Hıristiyanlardan başka bir şey göstermiyor. Göstermediği gibi hikâye tarihte yaşayıp yaşamadığı belli olmayan Ulubatlı Hasan’ı ele alarak daha baştan inandırıcılığını yitiriyor.

 

Filme inandırıcılığını kaybettiren diğer unsurlardan en önemlisi, pazarlama taktiği olarak öne sürülen görsellik. Animasyonu geçemeyen, yer yer “bilgisayar hilesi” olduğu anlaşılan sahneler filmin yapaylığını gözler önüne seriyor. Bunun yanında film, Battal Gazi benzeri yapımlardaki handikapları yeniden üreterek inandırıcılığı bir kez daha zedeliyor. Ulubatlı’nın bitmek bilmeyen kılıç dövüşleri, Bizans Sarayı’nın savaş sırasında bile içkili sofralardan vazgeçmemesi, tüm yabancıların hepten kötü olduğu gibi bir de Türkçe konuşması, kendini fazlasıyla ciddiye alan bir filmi gülünç kılıyor. Belki de en büyük sorun, kendini bu kadar ciddiye alması ve inandığı bu ciddiyette ısrar ederek ciddiyetini kaybetmesi. (Celil Civan)

 

Hollywood Gölgesinde Fetih Filmi 

Fetih 1453 “tarihimize sahip çıkan işler yapmıyoruz” yakınmalarını nihayetlendirecek bir çalışma olması ve yerli sinema için çok büyük gibi duran 17 milyon dolarlık bütçesiyle, Hollywood’da yüzbinlerce dolara mal edilmiş yapımlarla kıyaslanabilme başarısını kaydetmesi bakımından yerli sinema adına oldukça önemli bir gelişme. Sinema sektöründe geldiğimiz noktadan yakınmak yerine bu işe zaman, emek ve para harcamak gerektiğini, ortaya çıkan bir işle göstermesinin altını çizmek gerek. Filmde kullanılan teknoloji eldeki bütçe ve imkâna göre olabileceğin en iyisi. Ancak akıl ve fikriyattan gayrı hiçbir sermayesi olmayan senaryodaki zayıflıkları göz ardı etmek mümkün değil. İlk sahneden itibaren kendini belli eden fethin dini arka planı belli ki senarist ve yapımcının kafasında bir yerde duruyor ancak bu düşünce filmde didaktik düzeyde kalıyor ve olay örgüsüne yansımıyor. Filmde her şeyiyle açıkça kendini belli eden Hollywood filmlerine benzeme kaygısı, Fethi ruhuyla yansıtabilme düşüncesinin önüne geçmiş. Karakterler ve yan hikâyeler senaryonun ihmal edilmiş kısımları arasında yer alıyor. Karakterlerin iyi çalışılmaması oyunculuklara da olumsuz yansımış. Vasatın üzerine çıkamayan, yer yer altına düşen oyunculuklarla karşı karşıyayız. Fethin, Sultan Mehmet’le bütünleşen havasına aykırı olarak Ulubatlı Hasan karakteri filmin bir noktasından sonra fazlasıyla ön plana çıkmış. Çocuklarımıza tarihimizi resmetmesini istediğimiz bir filmde, çocuklara seyrettiremeyeceğimiz kadar şiddetin olması ise ciddi bir ironi. (Naz Emel Koç)

 

İçi Boşaltılmış Bir Fetih

Toplumsal hafızada destanlaşmış bir olayı ve Fatih Sultan Mehmet’i beyazperdeye taşıma girişimi bir açıdan saygıyı hak ediyor. Bir anlatıcı ses eşliğinde epik bir tonda başlayan film, ilk dakikalarında anlatı geleneğimizin sacayaklarından olan destansı bir seyir sunacağı yönünde umut veriyor. Anlatıcı sesin, seyirciyi olay akışının gerçek manada başladığı 1452 yılına taşıyabilmek adına başvurulmuş ve muhtemelen “ilave edilmiş” geçici bir hamle olduğu ise çok geçmeden anlaşılıyor. Bir kahraman olarak çizilmek istenen Fatih Sultan Mehmet ise neredeyse tüm zaaflarından arındırılmış, hedefe kilitlenmiş kusursuz bir savaşçı olarak gösteriliyor. Fazlaca idealize edilmiş böyle bir kişi hakkında inandırıcılık sağlanamadığı için seyircinin onla kurması istenen etkileşim de havada asılı kalıyor. Bu duruma, senaryonun detaylardan yoksun ilerleyişi kadar Sultan Mehmet rolündeki Devrim Evin’in vakur padişah duruşunun içinde zenginleştiremediği oyunculuğunun da sebep olduğu iddia edilebilir. Bunun yanı sıra Sultan Mehmet’in karşısında yer alan Konstantin ve diğer Bizans yöneticilerinin de basiretten, devlet adamı duruşundan yoksun olmaları da aslında -filmin amaçladığının aksine-  Fatih’in kazandığı zaferin etkisini zayıflatıyor.

 

Film, yapım ekibinin çeşitli sebeplerden filmde yer verilmesi gerektiğine inandığı sahnelerin sırayla canlandırıldığını düşündürecek şekilde müstakil bölümler hâlinde ilerliyor. Pek çok bağımsız hikâyeye temas etme isteği kaçınılmaz olarak hiçbirinde derinleşememeye sebep oluyor. Binlerce yardımcı oyuncunun katkı sağladığı filmde oyunculuklar da vasatın oldukça altında kalıyor. Fetih 1453 bir film olamamış hatta bir bütünlük dahi gösterememiş, buna rağmen fazlaca süslenmiş başarısız bir yapım olarak sinemamızın hüzünlü tarihindeki yerini alıyor. (Aybala Hilâl Yüksel)

 

Günümüzün Ruhunu Yansıtıyor

Fetih 1453’ün bütçesinin çok altında kalan, dramatik yapısı zayıf, senaryo, yönetmenlik, kurgu ve oyunculuk gibi en temel öğelerde bile vasatın altında seyreden bir yapım olduğu su götürmez bir gerçek. Ama bu noksanlıklarının ötesinde, film bir yandan muhafazakârlara şık görüneyim, onlara da hitap edeyim derken, diğer yandan da Spartacus tarzı fenomenleşen dizilerdeki hedef kitleyi de kendime çekeyim düşüncesine sahip. Harcanan maliyeti ve sinemaya sıklıkla giden izleyici grubunu düşündüğümüzde, Faruk Aksoy’un aslında günün şartlarına uygun davrandığını ve “parlak” bir ticari zihniyetle filmi çektiğini görebiliyoruz. Fakat burada dikkatlerden kaçmaması gereken husus, yaratılan Fatih Sultan Mehmet karakterinin ve Osmanlı’nın politikalarının günümüzdeki iktidarla örtüşen yanları.

 

Filmde de tıpkı Malkoçoğlu dönemindeki gibi bir lider, bir milli kahraman figürü yaratılıyor. Ya da daha doğru bir ifadeyle, Fatih’in bu yanları öne çıkarılarak günümüzle paralellik kuruluyor. Lider, iradesinin zaferi üzerinde etkili olabilecek hiçbir kısıtlamaya tahammülü olmayan biri görünümünde ve aynı zamanda bütün arzularının tatmin edildiği narsisistik bir döneme dönme istediğindeki muhafazakâr bir erkeği temsil ediyor. Fatih’in fetih sürecinde yaşadığı hezeyanların, fethin askeri açıdan planlanması ve kuşatmanın önüne geçmesi de onun arzularının tatminiyle ve kusursuz bir lider olma sürecinde yaşadığı değişimle ilgili. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Fatih de bir süre sonra eril şiddetin fanteziyle birleştiği avantür tarihi kahramanlara dönüşerek; toplumun bilinçdışındaki kahraman tipine gönderme yapıyor. Bir anlamda dönemin toplumsal bilinçdışındaki hayalleri, özlemleri ve arzuları gerçekleştirerek, İstanbul’un fethi üzerinden bu arzu ve özlemleri günümüze taşıyor. Bu perspektiften bakıldığında, filmdeki bütün anakronik tarihsel öğelere ve vasatın altında seyreden sinematografiye karşın, filmin politik ve ideolojik olarak dönemle de örtüştüğünü söylemek mümkün. (Barış Saydam)

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..