Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
06.12.2013 Yozgat Blues Hayal Perdesi Tartışıyor Hayal Perdesi Sinema Sohbetleri

Mahmut Fazıl Coşkun 2008’de çektiği Uzak İhtimal filminden sonra ikinci filmi Yozgat Bluesla Yeni Türkiye Sineması’nın önemli yönetmenlerinden biri olduğunu ispatlıyor. Şarkıcılık kariyerinde çöküşün eşiğine gelen Yavuz’un belediyenin düzenlediği ücretsiz müzik kurslarına katılan Neşe ile tanışması ve birlikte iş için Yozgat’a gitmeleriyle başlayan hikâye, daha sonrasında açılımlarla ikilinin hikâyesi olmaktan çıkarak bir Türkiye manzarası sunuyor. Geçtiğimiz Nisan ayında düzenlenen 32. İstanbul Film Festivali’nde Türkiye prömiyerini yapan filmi biz de Hayal Perdesi’nin bu sayısında gündeme taşımak istedik ve bu çerçevede yazarlarımızdan filmle ilgili görüşlerini aldık.

 

Komediyle Melankoli Arasında

Daha adıyla taşraya ve hüzne -dahası modernleşmeye- gönderme yapan Yozgat Blues mesafeli ama soğuk olmayan kamerasıyla dikkat çekiyor. Karakterlerini ufak dokunuşlarla samimi kılan film hem karakterlere hem de seyirciye nefes alabileceği, düşünebileceği bir alan açıyor. Filmin sinemada taşra meselesini gündeme getireceği aşikâr. Film bu noktada taşraya dönük mesafeli anlatımıyla nostaljiden de kötülemeden de uzak dururken taşra gündeliğine dair manzaralar sunmaktadan da geri kalmıyor. Bu anlamda hem kameranın hem de senaryonun mesafeli duruşuyla kolayca bozulabilecek bir dengeyi tutturduğunu söylemek mümkün.

 

Ancak filmin melankoli ile komedi ayarının yer yer biri lehine bozulduğu söylenebilir. Özellikle başında komediyle hüznü dengeli bir şekilde harmanlayan film, Kamil’in komedi potansiyelini fark ettiğinde ağırlığını mizahtan yana koymayı tercih ediyor ve bu kısım filmin ele almak istediği meselenin üstünü örtüyor. Kamil’in devreye girdiği andan itibaren komediye, filmin son kısmında özellikle Yavuz’un kederine odaklanması filmin duygusal dengesinde bir sarkmaya yol açıyor. Gene de hem ülkemizin taşrasına hem de kahramanlarının içinde yaşadıkları taşraya değinen bir filmde mizahın olması son dönem Türk filmleriyle karşılaştırdığımızda olumlu bir özellik olarak duruyor. Aynı şekilde erkek kahramanlarıyla öne çıkan son dönem filmlerle karşılaştırdığımızda Yozgat Blues’un Yavuz’un arafta kalmışlığını köpürtmemesi, hatta diğer kahramanlarına müspet seçimler yaptırmasıyla Yavuz’un haletiruhiyesini olumlamaması, filmin kısaca “taşra ve kötülük ekseninde erkek hikâyeleri” şeklinde özetleyebileceğimiz modanın dışında durduğunu gösteriyor. Filmin sebepsiz bir kedere gömülmüş ve teselli bekleyen “ergen” erkek kahramanı öne çıkarmak yerine onunla inceden inceye alay etmesi böylesi bir tercihi ima ediyor. (Celil Civan)

 

Toplumun Kıyısında Kalanlar

Uzak İhtimal’de bir müezzinle bir rahibe adayı Hıristiyan kadınının arasında başlayan duygusal yakınlığı ele alırken bir taraf olmamaya ve karakterlerine mesafeli bir şekilde yaklaşmaya özen gösteren Mahmut Fazıl Coşkun, Yozgat Blues’da da benzer bir yaklaşım sergiliyor. Bir AVM’nin zemin katına mahkûm edilip istediği müziği icra edemeyen Yavuz’un “tutunamama” hali de belediyenin düzenlediği müzik kurslarından öğrencisi olan Neşe’nin hırslı bir şekilde sınıf atlama çabası da bu sayede seyircide özdeşleşmeye, acımaya, öfkeye ve rahatlamaya yer vermeden aktarılıyor.

 

Sıradan bir yönetmenin elinde çabucak bir kaybeden portresine dönüşecek Yavuz karakterini Coşkun bütün katmanlarıyla birlikte ince ince dokuyor. Yavuz’un toplumla iletişim kurma çabaları sekteye uğradıkça yaptığı rutinleri daha da ciddiye alarak, söylediği tek şarkıya tutunması ve dışarıdan hayatı ne kadar “sıkıcı” gözükse de, yaşama uğraşındaki pozitif duruş belki de onu benzerlerinden ayırarak bir Zebercet olmanın kıyısından döndürüyor. Yavuz, Zebercet’le Muharrem arasında gidip geliyor ama onlardan biri olmuyor. Coşkun, bir yandan modern tüketim toplumunun dışladığı, zemin katlara, yeraltına mahkûm ettiği bireyin iç dünyasını resmediyor, diğer yandan da bu bireyi 80’lerdeki muadili Muhsin Bey’in karakterlerine yaklaşımı gibi sevgi dolu ve sıcak bir bakışla kucaklamıyor; tersine karakteriyle arasına belli bir mesafe koyuyor. Bu sayede Coşkun’un filmi kültürel çatışmayı, toplumsal dönüşümü ve tek tipleştirici bir hegemonik söylemi ifşa ederken, nostaljiye de sığınmıyor, Don Kişot’luğa da soyunmuyor. Seyirciye mutluluk, rahatlama, üzülme, acıma vb. duygular yerine saf bir melankoli bırakıyor; ama bu melankoli, karakterlerinin tutunamama çabasıyla birlikte modern toplumun o karakterleri kusmasından, şehrin çeperlerinde yaşamaya mecbur kılmasından ve dayatmacı toplumsal ve kültürel yapısından kaynaklanıyor. (Barış Saydam)

 

“Yüksek” Sanat “Halk”a Karşı

İlk filmi Uzak İhtimal ile son kuşak sinemacılar içinde dikkatleri üzerine çeken Mahmut Fazıl Coşkun’un uzun süredir beklenen ikinci filmi Yozgat Blues İstanbul Film Festivali’nde ilk görücüye çıktı. Coşkun’un senaryosunu Tarık Tufan ile birlikte kaleme aldığı filmin başrolünde yetkin oyunculuğu ile Ercan Kesal göz dolduruyor.

 

Filmimizin kahramanları İstanbul’dan eski bir arkadaşın teklifi ile Yozgat’a müzik yapmaya giden Yavuz ve belediye müzik kursundan öğrencisi Neşe. Ancak bu uyumsuz ikilinin icra ettiği müzik şehrin birkaç “enteli” dışında Yozgatlılarca ilgi görmez. İnatla aynı modası geçmiş şarkıyı söylemeye devam eden Yavuz’un aksine Neşe yabancı olduğu taşra hayatına ve insanına hızla uyum gösterir. Kendi kuaför dükkânını açma ve evlenme hayalleri kuran Sabri’nin ikilinin hayatına dâhil olması ile olayların seyri değişir.

 

Yozgat Blues’un en keyifli ve muhtemelen en isabetli taraflarından biri, ürettiği “yüksek” sanatın “halk” tarafından anlaşılmamasından muzdarip “biçareleri” mizah ve hicvi mezcederek yansıtabilmiş olması. Yönetmen insanımızın içinde bulunduğu trajikomik halleri tartışırken, mevzuu “modernlik” veya “muhafazakârlık” gibi kalıpların içine sokmak yerine kanaatimce de esas araz olan “samimiyetsizlik” veçhesinden değerlendiriyor. Birbirinden çok başka görünen yaşamlar içinde değişenin yalnızca noksanın tezahürü olduğunu ortaya koyuyor. Bu bağlamda Neşe’nin olmadığı gibi görünmeye çalışan Yavuz ile olduğunu hayata geçirmek için didinen Sabri arasında yaptığı seçim de daha anlamlı görünüyor. Eleştirmekten önce çuvaldızı kendine batırmaya davet eden Yozgat Blues’un farklı kesimler tarafından çok benzer sebeplerden görmezden gelineceğini öngörmekse zor değil. (Aybala Hilâl Yüksel)

 

Taşra Muhafazakârlığına Dürüst Bir Bakış

Taşranın bağımsız bir coğrafi ve sosyal birim olmaktan çıktığı, kendi ruhunu ve hüviyetini yitirdiği, ekonomik açıdan piyasaya bağımlı hale geldiği bir süreçteyiz. Bunun yanı sıra taşra fikriyle eşgüdümlü anılan muhafazakârlığın, mevcut siyasal iktidarın ideolojisi oluşu, taşrayı konuşmayı epey çetrefilli hâle getiriyor. İkinci uzun metrajıyla kamerasını taşraya çeviren Mahmut Fazıl Coşkun sakin ve vakur tavrıyla bir şekilde bunların üstesinden gelmeyi başarmışa benziyor.

 

Uzak İhtimal’de İstanbul’a yeni tayin olan genç imam Musa, Bozüyük İmam-Hatip Lisesi mezunuydu. Gençliğini taşrada geçirmiş, talim ve terbiyesini taşrada almış ve en önemlisi kadınlara olan mesafesini orada edinmişti. Dolayısıyla “yeşil sarıklı ulu hocaların” öğretmediği bu “kesik dansın” kaynağı, bir bakıma taşradan bağımsız değil. Yozgat Blues bu ilişkiden hareket ederek ayağını baştan sağlama basıyor. Filmin taşra muhafazakârlığına bakış ve yaklaşımı oldukça metanetli. Kolaylıkla Kemalizan bir Yaban perspektifine yahut romantik ve sahte bir güzellemeye dönebilecek bu anlatıda Coşkun’un tutturduğu izleği iyi okumak elzem. Ev sohbetlerinden görücülüğe, makbul evlatlıktan esnaflığa kadar taşranın tutunma ve tutunamama hallerini iyi çözümlemiş Mahmut Fazıl Coşkun. Tansu Biçer de bu yükün altından gayet iyi kalkıyor.

 

Yozgat Blues’ın bir diğer önemli yanıysa, müzik hocası Yavuz ile yerel radyocu Kamil’in diyalektiği üzerinden memlekette sanatla kurulan ilişkiye dair tartışması. Kemalist modernitenin kurucu aygıtlarından biri olarak projelendirilen kültür politikaları ile halkın bu politikalara ve dolayısıyla kültüre yaklaşımı, genellemeden uzak bir ifadeyle yer buluyor filmde. Sanatına bağlı fakat tutunamamış Yavuz’un akıbetiyle, muhafazakâr radyolardan ünlenip ekran yüzü olarak şöhret bulan muadillerinden ziyadesiyle aşina olduğumuz Kamil, bu toprakların kültürel kodlarının karşılık geldiği farklı siyasalara işaret ediyor. Barış Özbiçer’in Oleg Mutu’yu andıran kamerası ve ışığa inanılmaz hâkimiyeti, Yozgat’ı değil ama Tsai Ming-Liang filmlerinin Taipei’ni çağıran karanlık ve kaotik mekânları filmin atmosferine ciddi katkıda bulunuyor. Finalde Yavuz’un nihayet günışığına çıktığı sahne ise ferahlığa ve felaha dair çağrısıyla bu hissiyata yanıt veriyor. (Mustafa Emin Büyükcoşkun)

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..