Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
04.06.2014 İtirazım Var İtirazım Var’a İtirazım Var! İshak Arslan
 
Çıtasını giderek yükselten polisiye serisinin son halkasını oluşturan İtirazım Var, hem yerel/güncel meselelere ilişkin göndermeleri, hem de yaslandığı argümanları ve dili açısından tartışılmayı hak ediyor. Bu kısa değerlendirmede medyaya yansıyan kimi tartışmaların ötesinde kişisel ilgi alanlarıma uygun olarak filmin teolojik-felsefi tezlerini analiz etmeye ve itirazlarımı bu çerçevede özetlemeye çalışacağım.
 
Senaristlerin ya da filme emeği geçenlerin asıl niyetleri ne olursa olsun, perdeye yansıyan her “yapıt” belirli felsefi önermeleri içerirken belirli önermeleri de dışarda bırakır. Niteliği ve zeka seviyesi ödülle tescillenen İtirazım Var tavrını, inancını, felsefi, politik ve ahlâki duruşunu açıkça ifşa eden, hatta yer yer seyircinin gözüne sokan örneklerden biri. Filmin teolojik-felsefi çatısı “ontolojik iyilik-kötülük dikotomisi” üstüne kurulmuş. Sonunda seyirci anlıyor ki gerçek hayatta kötülük de, kötülüğün faili olan “kötüler” de vardır. Kötülük ve kötüler varsa, iyilik ve iyiler de vardır, olmalıdır. İyilere düşen görev ise bellidir: Her defasında kaybedeceklerini bilseler de bu değerleri ısrarla savunmak ve yaşatmak! Öyleyse hayat oyunu agnostik veya nihilist sancıların ötesinde “uğruna mücadele edilmesi gereken” değerler içermektedir.
 
Bu karmaşık denklem filmde meçhul bir rakiple (kader diyelim) oynanan ve hep kaybedilen satranç oyunuyla sembolize edilmiş. Kahramanımız, kirlenerek/kibirlenerek kazanmaktansa temiz kalarak kaybetmeyi göze alan herhangi biridir: sıradan bir ev kadını, bir Ermeni, bir sanatçı, bir imam, bir esnaf, bir fahişe, bir seyyar satıcı, sen ya da ben. Etnik, dini ya da mesleki mensubiyetleri ne olursa olsun iyi, tabiatı gereği kötülük işleyemez, daha doğrusu o işlediğinde kötülük bile sevimli hale gelir. Konumları ne olursa olsun daima mütevazı ve cool’durlar, ara sıra “görünür kusurlar” işleseler de saflıklarını asla kaybetmezler, iyiliği çıkarları için yapmazlar çünkü iyilikleri vaz’idir.
 
İtirazım Var’ın imamı (Selman Bulut) bu özelliklerin hemen hepsine hatta fazlasına sahip. Tahsilli, antropoloji master’ı yapmış, hem müzisyen, hem boksör, saf olmasına rağmen değme dedektiflere taş çıkartacak derecede zeki, inatçı ve de cesur bir savaşçı. Savaşçı dediysem aklınıza silahı, orduyu, toprağı, devleti yücelten bir Polat Alemdar gelmesin, tersine her türden otoriteyi, kurumu, kisveyi, makamı reddeden, kaybedecek dünyalığı olmayan modern bir “Melami” ile karşı karşıyayız. “Gerçekte şeytan olup melek rolü yapmaktansa görünürde günahlara dokunup özünde temiz kalmayı yeğleyen” anarşist sufilik!
 
Teolojik-Felsefi Zaaflar
Naifliği, saflığı, küçük kusurları ve erdemleriyle seyirciyi yakalayan ve aklından çok vicdanına ve gönlüne seslenen imam karakteri ironik biçimde ve eşzamanlı olarak filmin teolojik-felsefi zaaflarının da kaynağını oluşturuyor. İyiliğin ve kötülüğün mahiyetini, iç içe geçen karmaşık ilişkilerini, yakın ve uzak sonuçlarını cesurca ve sonuna kadar tartışmaktan kaçınıyor. İçinde hakikat kavramının da çokça geçtiği keyfi tanımları, kişisel tercihleri başka tanımlara ve en önemlisi kamusal hukuka üstün tutan bu tavır, el çabukluğuyla çözmüş gibi gösterdiği ahlâki sorunların hemen hiçbirini gerçekte çözmeksizin bırakıyor. Nuri Bilge Ceylan’ın (Bir Zamanlar Anadolu’da) kadavra sahnesinde doktorun yüzüne sıçrattığı kanın verdiği ıstırap, Onur Ünlü’nün teneşirdeki “ahlâksız tefeciyi” keyifle sulayan imamının verdiği “huzurdan” hem daha gerçek hem daha derinlikli.
 
Film kendine özgü mizahi formları da kullanarak yerleşik dini anlayışları, içinde polisin ve diyanetin de bulunduğu bütün bir devlet ve hükümet aygıtını güçlü ve başarılı bir biçimde eleştiriyor. Kurumlar kötülüğü engellemek bir yana onunla işbirliği yaptığı için ister istemez kötüleri tespit etmek, kötülükle mücadele etmek ve nihayet cezalandırmak da (damat karakteri gibi) mağdurlara, (imam gibi) kahramanlara düşüyor ve işler ne kadar sarpa sarsa da sonunda hak yerini buluyor. Ancak göze ve kulağa hoş gelen bu çözüm, kurumsal yapılara yönelik haklı ve haşin tavrını her nedense bireysel inançlar, yargılar ve tutumlardan esirgiyor. Acaba zalim tefeciye, işbirlikçi polise, işlevsiz diyanete geçit vermeyen bu tavizsiz bakış, merceğini biraz da kurumsal hukuk-bireysel zorbalık gibi daha zorlu bir denkleme zoom’lasaydı nelerle karşılaşacaktı? Tepeden tırnağa kirlenmiş kurumların düzeltilmesini (kategorik olarak) imkânsız gördüğü için polislik de, savcılık da, yargıçlık da, infaz memurluğu da doğal olarak kahramanımızın vicdanına, bireysel tercihlerine kalıyor. Geleneksel olsun, çağdaş olsun her türlü otoriteye meydan okuyan “kitapsız imam” kendi inançlarını ve keyfi kararlarını tutarlılıkla sorgulamıyor. Hem dahil olmayı kabul ederek oyuna can veriyor hem de kaybederek daima “kazanıyor”! Dikkati “katil kim” oyunu ile manipüle edilen seyirci ise kahramanın neye, nasıl ve niçin öyle karar verdiğini, kişisel tarihi, takıntı ve zanlarının kararlarında ne kadar etkili olduğunu, farklı iyilerin benzer durumlarda hep aynı kararları mı alacağı türünden soruları ikinci plana atmak zorunda kalıyor.
 
Bir an etrafımızda “iyilik” ve “erdem” mücadelesi verenlerin (bunlar her nasılsa kurumsal kötülüklerden izole durumdalar ve kendiliğinden iyiler) eyleme geçtiklerini, kişisel tespitleri ve kararları doğrultusunda (alternatif kurumsallaşma tehlikesi bir tarafa) kötülere hadlerini bildirmeye karar verdiklerini düşünelim. Acaba ortaya çıkan sonuç “kokuşmuş yerleşik kurumların” yaptıklarından ne kadar farklı olurdu?
 
İtirazım Var, kimi yorumların aksine cami, imam, namaz, vaaz gibi dini figür ve ritüelleri Türk sinemasının malum komplekslerine kapılmaksızın ve kasıtlı tahriflere meyletmeksizin yansıtmaya çalışıyor. İslam’daki mülkiyet kavramının dar ve politik bir yorumunu seslendiren vurgular ise sahih bir iktisat arayışından çok popüler bir muhafazakârlık eleştirisinin malzemesi gibi. Nihayet ister İslam, ister Alevilik ister Hristiyanlık formunda olsun, filmin dini öğretilerin esasına ve kutsallarına yönelik pozitif tutumu da dikkat çekici. Başta sinematografik ögeler olmak üzere filmin detaylı analizini uzmanlarına ve ilgililerine bırakarak son bir notla bitirelim. Bu tartışma dolayımında niteliği yüksek ve daha incelikli bir iyi-kötü analizi için Brecht’in Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi oyununu öneriyorum.
 
 
YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..