Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
07.11.2017 Blade Runner 2049: Bıçak Sırtı O Olmasan Bile Oymuş Gibi İshak Arslan
Ridley Scott’ın 1982’de çektiği kültleşen filmi Blade Runner, 2049 serüveniyle geri döndü. Döneminin zihinsel ve teknolojik imkânlarını başarıyla buluşturan ilk film, Los Angeles ölçeğinde 2019’un distopik dünyasını resmediyordu. Yapımcı şirket tarafından zorla çalıştırılan insanımsı kopyalar (replicant) “bilinçlendikçe” isyan edip kaçmış, bazı örnekleri dünya gezegenine kadar gelmişti. Bir tür polis rolündeki Blade Runner, isyancı kopyaları tespit edip ortadan kaldırmaya çalışırken kadın bir kopya ile yakınlaşmıştı. Sadece bedenleriyle değil zihin yapıları ve anılarıyla da insanlardan kolayca ayırt edilemeyen kopyalar ise ölümün farkına varmışlar ve ömürlerini uzatmanın peşine düşmüşlerdi. Film, sonraki çalışmalara ilham veren vizyoner yönlerine rağmen gerçek dünya ile mukayese edildiğinde ütopik-distopik yapımların gerçeği öngörmekte ne kadar başarısız olduğunu bir kez daha teyit etmiş oldu. En iyisi gerçeklikle örtüşme kaygısını kenara bırakıp, semboller, metaforlar ve olağanüstü teknolojilerle yaratılan ütopik bir evrende bir süre keyifli vakit geçirmek ve zihin egzersizleriyle yetinmek.
 
Devam filmi çekmenin hazır bir hikâyeyi/çerçeveyi devralmak gibi kolaylaştırıcı yönleri olsa da yeni bir içerik ve ruh kazandırma gibi ciddi zorlukları var. Bu zorluğu göze alma cesareti gösteren Denis Villeneuve, Matrix ve Westworld gibi kurucu yapımların çıtasına yaklaşamıyor. Yine de yüksek bütçesi, şaşırtıcı sahneleri ve görsel zenginliği ile teorik zaaflarını gidermeye çalışmış ve ortaya görülünce de görülmeyince de pişman olunmayacak bir sonuç çıkmış. 3D ile görsel bir şölen niteliği kazanan sinematografisi olumlu, belirli klişelere yaslanan senaryonun nispeten tekdüzeliği ve sürenin uzunluğu ise olumsuz yönler arasında. 
 
Sanal Sevgili
Distopik bilimkurgunun teorisine ekleme yapamasa da filmin insan-robot ilişkileri açısından farklı deneyimler sunduğunu, geleceğin dünyasına yeni kapılar araladığını söylemek mümkün. 1982 versiyonunda robot-insan arasındaki konvansiyonele yakın sevgi ve aşk ilişkisi, bu kez farklı formlarla karşımıza çıkıyor. Şimdilik sınırlı uygulama imkânlarına sahip Siri benzeri yardımcı programların bilinçlenmiş, kişiye özelleşmiş, gelişmiş üç boyutlu versiyonlarını hayal edin. Arzu edilen her anda Alaaddin’in cini gibi beliriveren, kendi adına hiçbir beklentisi olmaksızın hemen her talebi yerine getiren, yetenekli, duygusal, bilinçli, sahibinin emrine amade bir partner. Ait olduğu kişinin zihninden geçen anlık arzular ve hayallerle senkron halinde biçim, şekil, kılık ve mod değiştiren bu sanal partnerin en büyük kusuru kanlı canlı bir bedenden ve hazlarından mahrum oluşu.
 
Biyolojik bilinçlerden gelişmiş yapay zekâlara uzanan skalaya yeni bir halka eklemeyi başaran sanal sevgili aracılığı ile bir kez daha görüyoruz ki sevilen, ötekini temsil eden bağımsız ya da aşkın bir ben değil, sevenin idealleştirilmiş duygularına, arzularına, özlemlerine karşılık gelen total bir yansıma. Onu kullanmaktan öte bağlanıyor da, çünkü o, günden güne değişmeksizin, çürüyüp bozulmaksızın hep orada duran, karşılık beklemeksizin daima seven sadık ve güzel bir “memory”. Bu üç boyutlu hafıza, ister doğmuş (born) ister yapılmış (made) olsun bilinçli her varlığın kendi deneyimleri, arzuları, özlemleri ve hayallerinden yaratılmış ideal eşine tekabül ediyor. Bilincin sıradan bir aletten öte seven bir varlığa ihtiyaç duyması, giderek ona bağlanmasının nedeni, kaybolup gitmesinden en çok korktuğu şeyi yani tarihini, anılarını biriktirmesi, sevinçlerini, mutluluklarını “gerçek” kılması. İdeal sevgi, var oluşunun biricik şahidi ve ispatı konumundaki kendilik bilincinin, hafızasının sevgisi aslında. Bu sanal-gerçek partneri anne, baba, çocuk, arkadaş, öğretmen gibi kurumsal formlarda çoğaltmak, asgari maliyetle ideal dostlar, arkadaşlar ve sevgililer inşa etmek mümkün. 
 
Bilindik Hikâye
Algoritması, temel vurguları ve göndermeleri açısından Blade Runner 2049, “doğmuş-yapılmış” ikilemi üzerinden dönüp dolaşıp odağını yine insana çeviren antroposentrik bir yorum niteliğinde. Nükleer bir felaket sonrası biyolojik varlığı devam etse de Homo Sapiens’in dünyada ve uzaydaki hükümranlığı bitiyor, yönetimi insanımsı kopyalar devralıyor. Ancak illüzyon-gerçeklik, özgür irade-kader, iyilik-kötülük, etnik ve sınıfsal çatışmalar, teslimiyet-mücadele gibi biyoloji temelli insani kültürün hemen bütün kategorileri yeni türlere taşınarak çoğaltılıyor.
 
Bu tarz yapımların ortak özelliklerinden biri de, hikâyeyi taşıyan omurganın çeşitli teolojik-mitolojik metafor ve anlatılarla tefriş edilmesi. Birinci bölümde Adem-Havva kıssasına yaslanan Blade Runner bu kez teolojik yolculuğuna Musa’nın hikâyesiyle devam ediyor. Yapılmışlar arasına karışıp saklanan “doğmuş” çocuğun kurtarıcı olarak beklenmesi, beklenen kişi olduğunu düşünen kahramanın belirli izler ve işaretlerden hareketle “o” olduğunu düşünerek kendini arama mücadelesi, bütün erkek çocukların öldürülmesine rağmen Nil nehrine bırakılarak kurtulan, Firavun’un sarayında büyüyen, dönüp halkını kurtaran Musa’nın kıssasına göndermelerle dolu.
 
Blade Runner 2049, özgür irade-kader, yapay-doğal, gerçek-kurgu arasındaki bıçak sırtı çizgide insanın trajedisini ve anlam arayışını sorguluyor. Bilinçli öznenin özel ve üstün bir muhatap mı, yoksa diğer nesneler ve hayvanlar gibi doğal ve sıradan bir canlı mı olduğu dilemması robotlar dünyasına taşınarak derinleştirilmiş. Yapılmışlar arasında kendini bulan bilinçlerden bir bilinç, diğerleri gibi yaşayıp, aynı testlerden başarıyla geçse de yaşadığı mucizevi deneyimler ve fark ettiği özel işaretler nedeniyle o malum sorunun peşine düşüyor: Bütün bunlar tesadüf olabilir mi? Yoksa o özel biri mi? Hatta beklenen kurtarıcı kendisi mi? Zayıf bir ihtimal bile olsa, ya öyleyse?
 
Arayışçımız, benzeri sorulardan yola çıkıp benzeri serüvenleri yaşamış kalabalıklarla karşılaşınca “doğmuş, seçilmiş kurtarıcı” adaylığında hiç de yalnız olmadığını büyük bir hayal kırıklığı ve acıyla fark ediyor. Belirsizlikten beslenen küçük ümitlerle, amacı ve sonu bilinmeyen ölümcül bir mücadeleyi göze almanın tereddüdünü yaşıyor. Matrix’teki gibi her şeyi bırakıp programlanmış hayata devam etmek veya ne olursa olsun mücadeleyi sürdürmek arasındaki seçim. Ulaşabildiği biricik dayanak ise “O sen olmayabilirsin, ama oymuş gibi yaşamaya değer!” duygusu. Bu noktada senaryonun dikkat çekici vurgularından biri de, yapay veya biyolojik bilinçlerin acılarına, gerçeğinden farksız kopyalar üretebilen şirket sahibini de dahil etmesi. Filmin en akılda kalan sahnesi belki de yetişkin olarak “doğan” kopyanın rahminden bıçaklanarak öldürülmesi. Tanrısal güçlerle donanmış görünse de doğal bir soy ağacına dahil olamayan “şirket sahibi” yalnızlığın ıztırabından masun değil. İster külli ister cüzi olsun iradenin kullanılmasına eşlik eden o tuhaf sızı!
 
Kayda değer vurguları ve önermeleri içeriyor olsa da filmin akılda kalıcı bir finalle sonlanmayıp açık uçlar bırakması seyircide ister istemez üçüncü versiyon beklentisini doğuruyor. Son sözü belki de bir sonraki Blade Runner söyler. Bakalım bilincin kendini arayışı hangi menzilde, nasıl son bulacak? 
 
YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..