Söyleşi
Mustafa Çetin SÖYLEŞİ:Barış Saydam "Uzkınay sinemayı halka yaklaştırmak için çok önemli çalışmalara imza atmıştır. Anadolu yakasını sinemayla iç içe hâle getiren, Anadolu yakasını önemli bir konuma getiren kişidir."
03.07.2011 “İlk Türk Filmiyle İlgili Tartışmalar Sinemamıza Zarar Vermiştir.”

Hayal Perdesi’nin son iki sayısında, Yalçın Lüleci’nin Sigmund Weinberg ile ilgili makalesine yer vermiştik. Bu sayımızda da Mustafa Çetin’le Fuat Uzkınay üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. “Türkiye’ye sinemayı getiren adam” olarak tanınan Weinberg, ayrıca ilk Türk sinemacısı Fuat Uzkınay’ın gelişiminde de büyük rol oynar. İstanbul Sultanisi’nde film gösterimleri yapan Weinberg sayesinde sinemayla tanışan Uzkınay, Weinberg gibi sinemayı geniş kitlelere tanıtan adam olarak anılacaktır.

Türk Sineması Araştırmaları bölümümüzü Weinberg’ten sonra Fuat Uzkınay’la sürdürerek, hem kronolojiyi takip etmek hem de sinemanın Türkiye’de yerleşmesinde öncü rol oynayan iki figürün hayat hikâyesini paralel bir şekilde ele almak istedik. Bu amaçla Mustafa Çetin’le görüştük. 1961 doğumlu, Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı mezunu olan Çetin, uzun yıllar TÖMER’de görev yapar. Bunun yanı sıra Fuat Uzkınay üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Yabancılara Türkçe öğretimi sahasında yayınları da olan Çetin, hâlihazırda İstanbul Kültür Üniversitesi'nde görevli ve üzerinde çalıştığı konularla ilgili web sitelerinin editörlüğünü sürdürüyor.

Sinemayla ve Fuat Uzkınay’la bağınız nasıl şekillendi?

Üniversite yıllarındayken üç konuya odaklandım: Cengiz Dağcı, Cengiz Aytmatov ve Türk sineması. Türk sineması içerisinde esas odaklandığım kişi Fuat Uzkınay’dı. Bu konularla ilgili yoğun bir çalışmam oldu. 1985’ten itibaren yabancılara Türkçe öğretmeye başladım. 1988-1990 ve 1990-2000 yılları arasında TÖMER’de Türk sinemasıyla ilgili iki sergi açtım. O ana kadar biriktirmiş olduğum yayınları öğrencilerimize sundum. Çünkü yabancılar için de Türk sineması, Türk tarihi önemli bir konu. 1989’da da Türk sinemasıyla ilgili bir sergi açtım. Daracık salonlarda, giriş holünde, Türk sinemasıyla ilgili şeyler gösterdik. Afişler temin edildi, eski kitaplar vardı… Öğrencilerimizden merak edenlere bu konularda bilgi veriyorduk. O sırada TÖMER’de yöneticiydim. Bir misafirim olduğu söylendi; merak edip kapıya çıktım. Mutena Uzkınay hanımefendi yeğeniyle birlikte teşrif etmişler… Basından sergiyi duymuşlar. Bu çok güzel bir tesadüftü; böylelikle konu ayrı bir renk kazanmaya başladı. Bu konuya olan merakım arttı ve yıllardır harcadığım emek yeni bir şekil kazandı. Daha sonra misafirimiz oldular, sergiyi gezdiler, öğrencilerimizle tanıştılar. Sonra da kendilerinde bazı kaynakların olduğunu ve bu kaynakların birtakım çalışmalarda faydalı olabileceğini söyleyerek beni evlerine davet ettiler. Görüşmenin hemen ardından kendilerini ziyaret ettim. O günün imkânlarıyla ses kaydı aldık; bunlar daha sonra dijital ortama aktarıldı. Bana belgeleri verdiler. Aynı günlerde Berlin’e gidecektim. Mutena Hanım’ın iki kardeşi var: Mualla Hanım ve Erdoğan Bey. Erdoğan Bey Berlin’de görevli. Ben gitmeden önce onu bilgilendirdiler ve Berlin’de Erdoğan Bey’le bir araya geldik. O günün şartlarında zor bir görüşme oldu. Çok farklı bir yaşantısı vardı. Evde yedi, sekiz televizyonu var. Akşam onda buluştuk, gece üçe kadar konuştuk. Çok net şeyler söyleyemedi doğrusunu söylemek gerekirse. Kız kardeşlerinden farklı olarak birkaç defa babasıyla işyerine gidip birtakım şeylerle ilgilenmiş. Mimarlık okuduktan sonra fotoğraf ve sinemayla ilgilenmiş, ama artık bir şeyler yapmak için çok geç olmuş.

Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı’ndan bahsedilirken, kimi kaynaklarda filmin çekilmediği, kimi kaynaklarda da çekilip kaybolduğu söyleniyor. Görüşmelerinizden sonra sizin düşünceniz nedir?

Bir konunun aslı ile aslı diye adlandırdığımız kısmının delillendirilmesini birbirinden ayırmamız gerekir. Bir olay olmuş olabilir ama delillendirilemeyebilir. Bu, olayın olmadığını göstermez. Fuat Uzkınay kendi iradesiyle sinemayla ilgileniyor. O zamanlar sinema ticari bir meta olarak görülüyor ve propaganda filmleri çekiliyor. Uzkınay, sinemayı ders müfredatına sokmuş bir adam. Öğrencilerine film gösteriyor, filmlerin çoğunu da kendi parasıyla alıyor. Film gösterimi de dersin bir parçası oluyor.

Öğrencilik yıllarında Weinberg’in gösterilerinden etkilenince Fuat Uzkınay da aynı şeyi devam ettiriyor.

Hiçbir şey birden bire olmaz zaten. Weinberg’le tanışmış olmasa, bu süreç olmayacaktı. Uzkınay, gönüllü olarak tedrisata sinemayı, film kavramını sokmuş biri. Bu bile başlı başına bir değer. Bu hadiseye, delillendirme ve olayın aslı çerçevesinde baktığımızda, delille olay örtüşmüyor. “Fuat Bey bu konuyla ilgili hiçbir şey söylememiş” diye bir tez ortaya atılıyor. Fuat Bey sadece Nurullah Tilgen’le bir görüşmesinde konudan bahsediyor. Nurullah Tilgen “Konuyu açan da kendisi değildi. Eşi konuyu açtı, o da bir şeyler söyledi.” diyor. Böyle birinden söz ediyoruz.

Bu filmin çekilmediğini söyleyen görüşle ilgili antitez üretilebilir. Sizin filmi görmemiş olmanız çekilmediğini gösterir mi? O zaman siz de bana filmin çekilmediğini ispat edin. Konuyu özellikle bu çerçevenin dışında tutmaya gayret etmek gerekir. Ben görmedim, bu yüzden bu film çekilmedi ya da ben gördüm bu yüzden çekildi diye tez üretilemez. O günün şartlarını düşündüğümüzde, ne gibi imkânlarla bu tür şeylerin yapıldığını çok iyi değerlendirmek gerekiyor. Bu film çekilmedi demek sözde kalmıyor. Geriye doğru giden birçok şeyi de yalanlamış oluyorsunuz. Sasha Gesellschaft adlı şirketi yalanlamış, şirkette Mordo diye bilinen teknisyeni yok saymış oluyorsunuz.

Bundan önce Makedonya’da, yine İstanbul’da, Selim Sırrı Tarcan’ın kılavuzluğunda çekilmiş 1905 yılına ait görüntüler var. Manaki Kardeşler’in yaptığı çekimler var. Bunlar Makedonya sinematekinde duruyor. Türkiye’de 1990 ve 1995 yıllarında gösterilmiş. Fuat Uzkınay’ın çekmiş olduğu filmin bulunamamış, delillendirilememiş olması ile ondan önce çekilen filmlerin bulunması tezi birleştirilip filmin çekilmediği konusunda dolaylı yoldan da olsa bir tez sunulamaz. Bunlar ayrı tarihi gerçeklerdir, birbirine karıştırmamak gerekir. Tez üretirken antitez üretmek diye bir şey sözkonusu olabilir, ama burada antitez yok, başka bir tez var. Başka bir konudan bahsediliyor. Onunla ilgili çalışan kişilerin emeklerine saygı duymak, onları da değerlendirmek lâzım. Başka şeyler var mıdır diye o konuların üzerine gitmek, onları da sahiplenmek lâzım.

Merkez Ordu Sinema Dairesi’nde Cemil Filmer’le birlikte çalışıyorlar. Cemil Filmer anılarında o dönemle ilgili pek çok şey yazmasına rağmen, ilk filmle ilgili bir şey anlatmıyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Bu konu geçmişte beni çok düşündürdü, hâlâ da düşündürüyor. Birlikte çalışıyorlar ama konuya hiç temas edilmiyor. Şu anda bu konuda ancak kanaat bildirebiliriz. Cemil Filmer kendisiyle ilgili konuları daha yoğun verebilmek için bu konuya temas etmemiş olabilir. Belki de film o yıllarda Almanya’yla dostluk programı çerçevesinde Almanya’ya gitmiş,  taşınma sürecinde de ortadan kalkmış olabilir.

Seksenlerden itibaren Türk sinemasıyla ilgili biraz devlet destekli biraz da belediye destekli hareketlenmeler başlamıştı. Örneğin Beyoğlu’nda bir sokağa Fuat Uzkınay adı verildi. Seksenlerin sonlarıyla doksanların ilk yıllarında da bu hareketlenmeler sürdürüldü. 14 Kasım 1914 vesilesiyle Beyoğlu’nda aktörlerin, aktrislerin ve sinemayla ilgili kişilerin katıldığı yürüyüşler yapılıyor, halk kortejleri oluşuyordu. Fuat Uzkınay anılıyor, Türk sinemasının tarihiyle ilgili birileri araştırmalar yayınlıyor,  medyada haberler çıkıyor… Sonraki yıllarda Fuat Uzkınay’la ilgili tez çürütülmeye çalışılırken, yanlış bir şekilde, halkın çok severek katıldığı Beyoğlu caddelerindeki yürüyüş süreci de “biz yanlış bir şey kutluyormuşuz” gibi bir havaya büründüğü için yok ediliyor. Bu süreçle ilgili söylenen sözler Türk sinemasına yarar getirmemiş, sosyolojik anlamda Türk sinemasına zarar vermiştir. O yükseliş devam etseydi, belki hâlâ 14 Kasımlarda çalışmalar olacaktı.

Son on yıldır bu konuyla ilgili haber yapıldığını görmüyorum. Kutlanan bir tarihimiz, değerimiz kayboldu. Bu kutlama sürecinin Türk sinemasına ne derece katkısı olduğu konusunda bir fikriniz var mı? Fuat Uzkınay velev ki bu filmi çekmemiş olsun -ki böyle bir şey kesinlikle yok- yine de Türk sinemasının, Türkiye’deki film ve sinema camiasının en az on beş sahasında daha öncüdür.

Fuat Uzkınay’ın ailesi bu filmle ilgili ne diyor?

Aile üyeleri “İlgilenmekte çok geç kaldık. İnsanlar bu konularla ilgili sorular sormaya başladıktan sonra biz bu konuyla ilgilenmeye başladık.” diyor. Mutena Hanım birkaç defa babasının Rakım Çalapala’yla konuşurken konuya temas ettiğini söylüyor. Babasının bir yere bağlandığından söz ediyor. Hatta kendi muhayyilesinde babasının uçağa bağlanarak bu filmi çektiğini düşündüğünü söylüyor. Bu, konuşulan bir konu olmuş. Ama Uzkınay, pek çok konuda olduğu gibi, çocuklarını dizinin dibine oturtup bu konuyla ilgili hiçbir şey anlatmamış. Mualla Hanım’la yapılan röportajlarda da bu konularla ilgili genel şeyler var, ama özellikle bu konunun konuşulduğu söylenmiyor. Rakım Çalapala ile Nurullah Tilgen’in birtakım çalışmaları var. Bunun dışındaki sözler hep birbirinin tekrarı şeklinde.

Merkez Ordu Sinema Dairesi’nin kataloğunda film gözüküyor. Daha sonraları Kara Kuvvetleri Foto Film Merkezi’nde uzun süre müdürlük yapan Nusret Eraslan filmin kutusunu buluyor, fakat içinden başka bir film çıkıyor.

Savaş yıllarında, Merkez Ordu Sinema Dairesi daha merkezi bir yere gitsin diye Ankara’ya taşınıyor, sonra geri dönüyor, Yıldız’a taşınıyor. Bu hareketlilik esnasında, filmin kaybolmuş olma ihtimali çok yüksek. Birtakım şeyler yapılırken tarihi gerçeklere ışık tutmak, özünde belki bir telâştan kaynaklanıyor, bunu yadırgamamak lâzım. Bir başka gerçeği körelterek veya göz ardı ederek, bulunan bir diğer gerçeği yukarılara çekerken diğerini yok saymaya çalışmak gibi bir tarihi tez üretme mantığı, bilinen tarih anlayışında yoktur. Bundan uzak durulması gerekiyor. Bu tarz çalışmalar, hiçbir şeye zarar vermediyse Türk sinemasının sosyolojik gelişimine zarar vermiştir. En somut zarar da Beyoğlu’nda; artık sinemacılarımız ve halk kolkola yürümüyor. Ekranda gördüğü insanları artık dokunabileceği mesafede göremiyor.

O dönemde çekilen kısa metraj belge filmleri, fazla yer kaplamaması için birleştirilerek tek bir kutuda muhafaza ediliyor. Bu filmin de ileride başka bir filmin parçası olarak yeniden çıkma olasılığı var mı?

Olabilir. Günümüze de baktığımızda, televizyoncuların kullandığı yüksek çözünürlüklü video kasetlerin değerinden dolayı, bundan üç beş yıl öncesine kadar bile yapılan bir şeydi bu. Artık insan ortalama bir bilgisayarda dünyanın bütün bilgisini saklayabiliyor. Bu tür şeylerle karşılaşabiliriz.

 “İlk film” tartışmalarının dışında, Fuat Uzkınay’ın sinemayı tanıtma ve yaygınlaştırma adına da öncü bir rolü var. Seden Kardeşler’le birlikte Ali Efendi ve Kemal Bey sinemalarını açıyor. Sinemanın halka inmesi konusunda da önemli çabaları var. Bu açıdan da Weinberg’in yolundan giderek sinema konusunda öncü bir rol üstlendiğini söyleyebilir miyiz?

Çok ciddi çabaları var. Anadolu yakasını sinemayla iç içe hâle getiren, Anadolu yakasını Türk sinemasında önemli bir konuma getiren kişidir. Üsküdar’da çok ciddi çalışmaları var. Kuzguncuk’ta bugün yol üstünde Fuat Bey’in işlettiği sinemalardan birinin önünden geçiyoruz.

O yıllarda da sinemalar, 70’li, 80’li yıllardaki gibi açık hava sinemaları, biraz varyete gibi. Bir müzik heyeti var; orada müzik çalınıyor, yemekler yeniliyor, sonra belirli bir saatte film gösterimi yapılıyor. Onun ardından tiyatro grupları çıkıyor. Bir şekilde o gün şenlik oluyor. Ramazan eğlenceleri gibi bir üslûp takip ediliyor. Çok güzel bir şey bu. Dans ve müzik gösterileri yapılıyor. Fuat Bey sadece sinemayla ilgili değil, müzik konusunda da çok güzel şeyler yapıyor. Dans salonları konusunda da yine Anadolu yakasında bir öncüdür. Sinema kavramını halka yaklaştırması açısından da çok önemli çalışmalara imza atmıştır. Bunların çoğunu kendi iradesiyle, kendi gücüyle yapmıştır. Bu konuya gerçek anlamda maddi, manevi varlığını koyan ve hiç para kazanamayan bir adam. Sinema işletiyor, sinema açıyor ama evi ya da kendisine ait bir mülkü yok. Şu anda sinema tarihiyle ilgili değil, bir insanla ilgili yorum yapıyorum. Kayıtlara farklı geçmiş olabilir ama sekiz civarında sinema işletiyor ve oturacak evi yok. Devlet adına film çekiyor; aynı zamanda devlet memuru. Yaş ilerlemiş, dönem dönem sözleşmeli çalışmasından kaynaklanan problemler sonucu emekli olamıyor. Dolayısıyla hep fedakârlıkla geçmiş ömrü.

Fuat Uzkınay sinema salonları açarken, bir yandan da sinema tekniğiyle ilgili gelişmeleri de çok yakından takip ediyor. Fakat uzun metraja ilgisiz kalıyor. Belge film çekmeye devam ediyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Aslında birkaç çalışması var.

Ama birkaç denemeyle sınırlı kalıyor. Yarım kalmış bazı filmleri devam ettiriyor.

Evet, devam ettiriyor ve birtakım çalışmaların içine giriyor. Ama o insanların durumunu düşünmek gerekiyor. Belli bir noktadan sonra olay kişiselleşiyor. İster istemez o günlerde bu konuyla ilgili yıldızı parlayan kişiler var. Ara ara sözleşmeli çalışmış da olsa çok uzun süre devlet memuriyetinde. Dolayısıyla bir devlet memuru olarak bu konuyla ilgili. Gerçek anlamda sinema filmlerine çok fazla yönelmemiş olmasını ben buna bağlıyorum. Belirli bir yaşa geldikten sonra da sağlık problemleri başlıyor ve bunlara çok temas edemiyor. Belki sağlık problemleri olmasaydı Türk sinemasının o anlamdaki gelişmesine değerli katkılarını görebilirdik. Çünkü Türkiye’de Merkez Ordu Sinema Dairesi’nde çalıştığı süre içerisinde raylar üzerinde film makinesini yürütme hadisesini kendi imkânlarıyla geliştirmiş biri.

Sanıyorum onun bazı çekimleri daha sonra savaş filmlerinde de kullanılıyor.

Tabii, kullanıldı. Çünkü konuyla gerçek anlamda ilgilenen biri. Bozulan makineleri tamir ediyor, onlarla birtakım şeyler öğreniyor. Filmlere renk katmayı bile kendi imkânlarıyla yapıyor. Deneyselci aynı zamanda. Sadece hasbelkader ben buradayım, şunları yapıyorum demeyen, bir takım denemeler de yapan biri.

Bugün Fuat Uzkınay’ın çektiği filmlerden geriye ne kaldı ve bunlara ulaşmak mümkün mü?

Bunların bir kısmını, Kurtuluş Savaşı filmleri diye televizyonda belgeseller gösterilirken, çocukların tabiriyle “hızlı hızlı koşan adamlar” ve “hızlı hızlı yürüyen adamlar” olarak görüyoruz. Bütün olarak geriye kalan çok fazla somut şey olmasa da onun çektiği filmlerin pek çoğu bir şekilde o dönemdeki filmlerde kullanılıyor. Bu filmler saklanırken hepsi bir kutuya yığıldığı gibi, montajlanırken de çok fazla şey görüyoruz aslında. Ama kimin imzasını taşıdığı konusunda bir bilgimiz ya da belgemiz yok. Yine de Fuat Uzkınay’ın yaptığı birçok çalışmayı o dönemle ilgili görsellerde mutlaka görüyoruz.

Peki bunları ayrı ayrı bulmak mümkün mü?

Arşivlerimizle ilgili çok ciddi sorunlarımız var. Osmanlı arşivleriyle ilgili çok ciddi sorunlar yaşadık. Vagonlarla Bulgaristan’a götürülen arşivlerimiz var. Kimi gerekli kimi gereksiz taşınmalar esnasında kaybolmalar da önemli. Belki ileride bir şeyler bulunabilir, ama elli altmış yıl nerede saklandığı belli olmayan şeylerin ne kadar sağlıklı olacağı şüpheli. Dolayısıyla filmler bulunmadıysa bundan sonra birdenbire ortaya çıktıklarında çok sağlıklı bir şekilde ortaya çıkacaklarını düşünmek abesle iştigal olur. Çünkü bu filmler nihayetinde sarmal hâlinde olduğu için belki dıştaki, yani 8-10 cm’lik veya 4 cm’lik bir film çevriminden söz ediyorsak, ilk 3 cm, en alttaki 1 cm’yi korumuş olabilir. Bu anlamda birtakım şeyler bulunabilir. Ama ben öyle dört başı mamur belgelerin bulunabileceği kanaatinde değilim; bu teknik olarak mümkün değil.

 

ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..