Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
23.11.2011 Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi Aşırı İronik Bir Hikâye Hilal Turan

“Aslında hiç kimse kimseyi tanıyamaz.” (1)

 

Polis (2007), Güneşin Oğlu (2008), Beş Şehir (2010) ve Leyla ile Mecnun TV dizisinden sonra Onur Ünlü Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi ile yönetmen koltuğunda. Ünlü, kısa filmografisine rağmen şimdiden kendine has bir sinema üslubu oluşturabilmiş bir yönetmen.

 

Postmodern sularda yüzen yönetmen, felsefi olarak görelilik, bilimsel olarak kuantum-izafiyet, sanat yaklaşımı olarak da absürd ve kara mizahtan besleniyor. Tümüyle ironik bir üsluba sahip Ünlü, filmlerinde hikâyenin anlattığından daha fazlasını söylüyor aslında. Devlete, toplumsal yapılara ve bireye yönelik eleştiri okları, Ünlü’nün ironi zırhının altında saklanıyor. Son filmindeki “aşırı acıklı hikâyesi” de ismi kadar ironiden nasibini alıyor. Dramatik bir hikâyeye sahip film aslında bir dram parodisi özelliği taşıyor.

 

Celal Tan isimli bir anayasa profesörünün işlediği bir suçla açılan film, Celal Tan ve ailesinin içine düştüğü trajikomik durumu anlatıyor. Kara mizah ve absürd öğelerden beslenen film, beyaz Türk olarak nitelenebilecek bir ailenin karanlık yüzüne odaklanıyor.

 

Gülünç Yüce

“Zehirli yergi zaman geçtikçe etkisini hissettirir. Bu nedenle onda “gittikçe” acıtan ve burkan bir güç vardır.” (2)

 

Slavoj Zizek, David Lynch sinemasının kitschleşmiş gülünç klişeler taşıdığını bu yüzden “gülünç yücenin” evreni olduğunu söyler. Ünlü’nün son filmi, Lynch olmasa da Coen Kardeşler sinemasına benzerliğiyle bu tanıma yakın duruyor. Film noir’i absürd bir tonlamaya ve kara filmi ironiyle şenlendirerek kara komediye dönüştüren Coen’lerden, hikâyenin sonunda herkesin ektiğini biçmemesiyle ayrılıyor “Celal Tan ve ailesi”. Bu yüzden Ünlü’nün hikâyesinin absürd tonlaması biraz daha yoğun diyebiliriz.

 

Ünlü filmde aileyi bir siyasal düzenin imgesine dönüştürüyor. Bunu yaparken en önemli silahı da ironi. Kökeni eski Yunanca “eironeia”ya dayanan ironi, Sokrates’ten günümüze değin, felsefede, sanatta, gündelik hayatın her alanında yaygınlık kazanan bir mizah türü. Özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısında kültür ve sanat kuramlarını etkileyen postmodernizmin, parodi ve pastişle birlikte temel taşlarında olan ironi, postmodern yapıtlara “açık uçluluk” kazandırırken onun eleştirel niteliğini de sağlayan bir unsur oluyor. Modernizmdeki -evrensel bir töze/bir ilk ilkeye dayanan- metafiziğin yerine, postmodernizmde ironi başat konuma geçiyor.

 

İroni gerçeği ima yoluyla alaycı bir üslupla, eleştirel bakış açısıyla anlatma anlamına geliyor. Ne düşündüğünü söylemenin külfetinden kurtularak, aynı anda birkaç şey birden söylemeye imkân sağlıyor. Ünlü de ironinin bu nimetlerinden bolca faydalanıyor. Ancak Nurdan Gürbilek’in Mağdurun Dili’nde dikkat çektiği üzere “Her şeyi kaygısız bir neşeyle paranteze alan, her olaya aynı umursamaz mesafeden bakan yeni orta sınıfın küçümseyici, dışlayıcı alayının bir görünümü” olan ironi, bitip tükenmez alaycılığı da beraberinde getirebiliyor.

 

“Türk Aile Yapısı” Hakkında Bir Film

“Hükümdar babadır.”

 

Onur Ünlü ironik üslubunun odağına bu defa “aile”yi yerleştiriyor. Ünlü, kulağa çok tanıdık gelen ve her şeyi ona referansla yorumladığımız “Türk aile yapısı” mitini yerle bir ediyor son filminde. Aile filmde “bir değerler yuvası” değil Althusser’in bahsettiği anlamda “devletin ideolojik aygıtı” olarak öne çıkıyor. İktidarı belirleyen burjuva bir ailenin ilişki ve çelişkilerine odaklanıyor film. Aile ilişkileri aslında duygusal bağlardan çok ekonomik çıkarlar üzerinden şekilleniyor. Ailenin tanık olduğu suça sessiz kalması bu yüzden. Film, ailenin şahsında insanın bitip tükenmeyen iktidar istencini diline doluyor. Otoritesinin meşruluğunu işlediği suçla kaybetmiş bir baba ile sevgisizliğin bir arada tuttuğu bir aile, Türkiye’de devlet-toplum ilişkisine dair çok şey söylüyor.

 

Anayasa profesörü Celal Tan’ın son derece kolay suç işlemesi, polisin Celal Tan’ın kızının işlediği suça ortak olması da “Tuz kokarsa?” sorusunun cevabı niteliğinde. Filmde adalet sistemi de Onur Ünlü’nün ironik eleştirisinden nasibini alıyor.

 

İmamın Şartları

Filmin en ironik sahnesi ise emekli bir hukukçunun -ölümüne günler kala-, Münker/Nekir meleklerinin sorularına hazırlanmaya çalışması. Kısa süre kalınca bu konuda yardım istediği Celal Tan, tez elden bir Namaz Hocası’na başvuruyor. Filmde hikâyenin merkezine yerleşen beyaz Türklerin dine olan yaklaşımı kadar, dinin tek bir kitapta her yönü bulunabilecek formel bir unsura dönüşmesi de Ünlü’nün hicvinden kurtulamıyor.

 

Türkiye’nin seküler siyasetinde “dinin kamu hayatına girmesine” karşı Kemalist elit gaddarca bir tutum sergiledi. Modernleşmeyi, Batılılaşma olarak algılayan siyasi elit, dini devletten ayırmakla kalmayıp, özel hayattaki tüm tezahürlerini de yok etmek istedi. Dinin yerine pozitivizmi koyan elitler için, bilimin ışığı tüm karanlıkları aydınlatmaya yeterdi. “Devletin militan sekülerizminin” merkezinde bürokrasinin yer alması ve onun çekirdeğinin de yargı olması, Ünlü’nün neden bir hukukçuyu karakter olarak seçtiğini açıklıyor.

 

Ancak filmde de görüldüğü üzere Kemalist elit, kolektif bilinçten çıkarmaya çalıştığı dinden geriye kalan boşluğun yerine akla olduğu kadar gönle de hitap eden bir toplumsal ahlâk koyamıyor. Bu nedenle Ünlü’nün yaptığı gibi “gülüyoruz ağlanacak halimize”.



(1) Miller’sCrossing (Yön: Coen Brothers, ABD, 1990)

(2) Edebiyatta paradoksun biçimi: İroni-1, Hece, s 124, Nisan 2007, s.54.

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..