Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
26.01.2013 Hobbit: Beklenmedik Bir Yolculuk Beklenmedik Bir Yolculuk, Beklendik Bir Sonuç Enes Çiçek

Bir zamanlar bir kovukta bir hobbit yaşardı. Bu hobbit, daha önce hiç yapılmamış bir şey yaptı; rahat ve sıcak kovuğunu bırakarak on üç cüce ve bir büyücüyle ejderha ve hazine avına çıktı. Yolda troller, orklar, warglar, elfler, dev örümcekler, ne olduğunu bilemediği mahluklar, şekil-değiştirenler ve bir ejderhayla karşılaştı. Birkaç tehlikeli baskın ve feci bir büyük savaş atlattı. Arkadaşlarını birçok sıkıntıdan kurtardı, hatta kazanılmasında büyük katkısı olan hazinedeki payından feragat ederek özgür halklar arasında barışı tesis etti. Fakat ne bunları tantanalı bir şekilde yaptı ne de yaptıklarından dolayı böbürlendi. Yolculuk ve macera onu değiştirdi, tecrübe kazandırdı, neredeyse bilgeleştirdi ama kim olduğunu unutturmadı. Romanın sonunda kendisine “Bütün serüvenlerin ve kaçışlarının sırf şansla ve sadece senin iyiliğin için düzenlendiğini sanmıyorsun, öyle değil mi? Sen çok iyi bir kişisin, Bay Baggins, seni de çok seviyorum; ama ne de olsa sen uçsuz bucaksız dünyada küçük bir adamdan ibaretsin.” diye ihtar eden büyücü Gandalf’a gülerek “Buna şükürler olsun!” diyecek kadar kendinin farkında ve halinden memnundu. Bu, Tolkien’in yazdığı Bilbo’ydu. Yönetmen Peter Jackson’un Aralık 2012’de vizyona giren Hobbit: Beklenmedik Bir Yolculuk (Hobbit: An Unexpected Journey) filmindeki Bilbo ise kitapla aşina olanlara  -her ne kadar surette Tolkien’in Bilbo’su ile benzerlikler taşısa da- bambaşka bir dünyadan bambaşka biri olduğunu sezdiriyor.

 

Filmin romandan ne kadar ayrıştığı, daha açılış sahnesinden kendini gösteriyor. Roman, pipo içip dumanını üfleyerek halkalar yapan kendi halinde bir hobbit ile başlarken, film, cücelerin Dağaltı Sarayı’nın eski ululuğunu anlatan, son derece gerçekmiş gibi gözüken ama buna rağmen izleyicide gerçek olduğu izlenimini uyandırmayan, bilgisayar oyunu ihtişamında çizilmiş sahne ve görüntülerle debdebeli bir şekilde başlıyor. Bu ayrım bile roman ile film arasındaki zihniyet farkını ortaya koyuyor.

 

Elbette, sinemaya yapılan edebiyat uyarlamalarında eserin bire bir takip edilmesi beklenemez. Yönetmenin kendi sesini, kendi yorumunu, kendi üslubunu hikâyeye yedirmesi, hikâyeyi kendince yeniden anlatması kabul edilen, amaçlanan hatta istenen bir şeydir. Öte yandan, yönetmenlerin de, bunu şeklen yapamasalar yahut yapmayı tercih etmeseler bile, sinemaya uyarladıkları eserlerin ruhuna, çekirdek-manasına sadık kalmalarını beklemek, çıtayı çok yükseğe koymak olmasa gerek.

 

Nitekim Peter Jackson, on yıla yakın süre önce vizyona giren Yüzüklerin Efendisi üçlemesinde, bunu nispeten başarı ile gerçekleştirmişti. Üçleme vizyona girmeden önce Orta Dünya severlerin pek azı Jackson’ın bu işin altından alnının akıyla kalkabileceğini düşünüyordu ve yönetmenin başarısız olacağına dair birçok kehanet ortaya atılmıştı. Jackson’ın yönetmenlik tarzı, stüdyonun gişe endişelerinin getirdiği değişiklikler ve romandan sapmalara rağmen, üçleme beklentilerin üzerinde bir performansla Tolkien hayranları kadar romandan habersiz yığınları da etkilemeyi başarmıştı. Hemen herkes, sonunda Tolkien’in mirasına layık bir iş çıkartıldığı konusunda hemfikirdi. Bu sebeple, Jackson’ın Hobbit: Beklenmedik Bir Yolculuk filminin yönetmenliğini yapmak için çağrıldığını duyunca, seyirciler orjinal üçlemeye eş bir şölene hazırlanmışlardı. Fakat filmin vizyona girdiği ilk andan itibaren yükselen itirazlara ve eleştirilere bakılacak olursa, seyircilerin umutları boşa çıkmış gibi görünüyor.

 

Hollywood Orta Dünya’ya Uğrarsa

Hobbit romanını okuduğumuzda Tolkien’in Orta Dünya’nın ihtişamını, cücelerin dağların içine oydukları büyük sarayları, Ayrık Vadi’nin zarif haşmetini, Kuyutorman’ın ürpertici karanlığını tüm ayrıntılarıyla değil, sadece yeteri kadar anlattığını görürüz. Tolkien, okuyucu için resmi çizer, dil(ler)i icat eder, haritaları okuyucunun önüne bırakır, öyküsünü sakince anlatırken kendini geriye çeker ve okuyucuyu hikâyeyle baş başa bırakır. Hikâyeyle baş başa kalan okuyucunun muhayyilesi harekete geçer, resimdeki geniş alanları kendince doldurmaya başlar. Tolkien’in böylece okuyucunun zihninin Orta Dünya’da serbestçe dolaşmasını, öykünün içinde kaybolmasını, o dünyanın gerçekliğine inanmasını sağladığını görürüz. Evet, eldeki belki eski çizimli bir iki masal diyarı haritasıdır ama bu haritaların üzerinde yarım asrı geçkin bir süredir binlerce zihin at koşturuyor.

 

Hobbit filmine baktığımızda ise, romandakinden çok daha farklı bir hal ile karşılaşıyoruz. Tolkien’in esprisi romanları boyunca, sadece şiirlerde ve şarkılarda, belki çocuk tekerlemelerinde, masallarda ve bilmecelerde izleri kalmış eski zamanlara yaptığı üzeri kapalı atıf ve imalarla Orta Dünya’ya derinlik kazandırmakken, yönetmen Peter Jackson, bu sefer Orta Dünya’yı tüm ayrıntısı ile ve hd netliğinde gözler önüne seriyor, seyirciye her şeyi uzun uzun anlatıyor. Olayları, büyüklüklerine ancak layık olduğunu düşündüğü bir tantana ile hikâye ediyor. Bunu yaparken o kadar çok şeyi, o kadar kalabalık ama o kadar hesaplı ve sınırları belli bir şekilde aktarıyor ki her şeyi bir çırpıda anlatmaya çabalarken aslında hemen hemen hiçbir şey anlatamıyor. İzleyicinin hayal gücü, görüntünün sahte gibi gelen aşırı berraklığı, sahnelerin izleyeni ezen görkemi, sarayların yapay güzelliği, düşmanların video oyunu korkunçluğu, kahramanların mesnetsiz cesareti, karakterlerin abartılı tavırları karşısında adeta felç oluyor ve hikâyenin içinde serbestçe kaybolamıyor. Böylelikle, Jackson’ın bu kısıtlayıcı anlatımı yüzünden, birçok kişinin film sonrasında belirttiği gibi, seyirci kendisini bir masalın filmini izlemiş gibi değil de, içinden inmemeleri gereken bir jiple, Yeni Zelanda bozkırlarında turistik bir tura çıkmış gibi hissediyor. Üstelik, zihin üç saat boyunca sadece kendisine sunulanları kabul etmek mecburiyetinde bırakıldığından, filmden çıktığınızda aklınızda filme dair hemen hiçbir şey kalmıyor. Hatta, romanda sadece tehlikeden kaçmak için girişilen ve ancak gerekli olduğunda gerçekleşen çatışmaların filmde hd ve 3D teknolojisinin bol bol kullanılmasına fırsat tanıyan imkânlar olarak görülmesi ve değme kahramanlık filmlerini aratmayan savaş sahneleri bile filmi bu makus talihten kurtaramıyor.

 

Romandaki ağırbaşlı ama nüktedan saygınlığın, karakterlerin ve dünya görüşlerinin filmin şatafatlı görgüsüzlüğüyle karikatürize edilmiş bir şekle sokulduğunu da söylemek durumundayız. Romanda, cücelerin de hobbitler kadar kendi hallerinde olduklarını okuruz. Gerektiği zaman doğru ve cesaretle davranabildikleri ölçüde iyi olarak tanımlanan, Tolkien’e göre her mahluk kadar, belki biraz daha fazla kıymetli madenlere düşkün, canlarını tehlikeye atmayı pek sevmeyen ve zaman zaman hesapçı ve gururlu olabilen cüceler, filmde fazlasıyla kaba, neredeyse aptal ve cahil fakat memleket hasretiyle yanan, kısa boylu kaslı savaşçılara dönüşüyor. Thorin, Tolkien’in anlattığı sessiz, biraz kendini beğenmiş, abartıyla konuşan, sürgündeki cüce-prensin aksine, özellikle savaş sahnelerinde, Aragorn kopyası bir Cesur Yürek’e evriliyor. Zarafetinin ancak güneş ışıkları ve elenor çiçekleri ile tarif edilebileceği, zarif olmak için sahneye büyük girişlere ve abartılı kuyruklu elbiselere ihtiyacı olmayan Lady Galadriel’in, filmdeki, parfüm çekimlerine gitmiş Chanel mankeni gibi hareketsizleştirilmiş ve putlaştırılmış donukluğunu Blanchet’in sıcak gülümsemesi ancak kurtarıyor. Saruman ve Elrond ise oyunculuklarıyla bir üniversitenin tiyatro topluluğu tarafından oynanan Yüzüklerin Efendisi adaptasyonunda öğrencilerin ricası ile yer almış popüler profesörleri andırıyorlar ve Yüzüklerin Efendisi’ndeki karakterlerinin kötü birer kopyası gibiler.

 

Bilbo romanda, Kuyutorman’daki dev örümceklerle karşı karşıya gelene kadar kılıcını kınından pek çekmemişken, filmde neredeyse en küçük provokasyonla kılıcına elini attığını görüyoruz. Tolkien Bilbo’nun iddiasız ve sağduyulu kahramanlığını başka bir tür ama aynı oranda gerekli ve önemli bir kahramanlık olarak nitelendirirken, Jackson, karakterlerinin çok boyutluluğunu göz ardı edercesine, hepsinin kahramanlığını adeta tek tipleştiriyor. Filmdeki herkes -romanın nazik, kibar ve ince kalpli küçük bir ruh olarak tanımladığı Bilbo da dahil olmak üzere- eli kılıçlı, tehlike anında yüksek sesle haykıran ve savaşın ortasına dalan cengaverlere dönüşüyor. Bu ise, filmde Gandalf’ın Galadriel’in “Neden buçukluk?” sorusuna cevaben söylediği “Çünkü korkuyorum ve o bana cesaret veriyor,” sözünün, Tolkien’in de romanlarında dile getirdiği, sıradan insanların sıradanlıkları içinde karşılaştıkları sıkıntılar karşısında gösterdikleri yürek büyüklüğünün yüce olduğu düşünülenlere cesaret ve umut verdiği, dünyanın ancak sıradan insanlarla ve onlar için var olduğu fikrinin tersi bir yerde duruyor.

 

Filmde, Peter Jackson’ın Tolkien’in Hobbit’e vermeye çalıştığı anlamdan ne kadar kaydığını gösteren en önemli, hatta sembolik figür Radagast olmalıdır. Romanda kendisinden birkaç cümle ile bahsedilen Radagast’ın sahneye getiriliş şekli tamamen filme özgü olduğundan manidardır. Tolkien’in,  C. S. Lewis’e Narnia Günlükleri’nde İsa’ya bir aslan kostümü giydirip oradan oraya zıplattığı, kendi yarattığı mitin içine Noel Baba gibi bu dünyaya ait dini figürleri açıkça koyduğu için kızdığını biliyoruz. Tolkien’e göre, okuyucu yaratılan mitolojinin gerçekliğine, şimdi olmasa bile bir zamanlar yaşandığına ne kadar inanırsa, yazılan eser o kadar başarılıdır; bir alt yaratım olarak Tanrı’nın şanını o kadar yüceltmiştir.  Ama, der Tolkien Lewis’e, tam hikâyenin ortasında kahramanları kurtarmak için diyelim ki Noel Baba çıkagelirse, okuyucu geçtiği transtan uyanacak ve okuduğu hikâyenin başka bir dünyaya ait değil, kendi dünyasına ait bir “öykü” olduğunu anlayacaktır. Bu sebeple, filme, muhtemelen çocuk izleyicileri güldürmek için abartıyla komikleştirilmiş aptallığıyla sokulan ve kızağını çeken tavşanları ile Noel Baba’yı hatırlatarak filmin ortasına birden dalıveren Radagast karakteri “Tolkien Hobbit’i izleseydi ondan neden hiç hoşlanmazdı?” sorusunun ete kemiğe bürünmüş cevabı gibidir.

 

Tolkien’in gayesi, İngilizler için, eskinin malzemelerinden yola çıkarak şumüllü bir mitoloji yaratmak ve bu mitoloji yoluyla Tanrısal hakikate mümkün olduğunca yaklaşarak bunu insanlara aktarmaktı. Bir eski diller profesörü olarak biliyordu ki bir masalın yayılmasının en emin ve kısa yolu, insanların söz konusu masalın üzerinde rahatça düşünebilecekleri, anlatırken ya da dinlerken masala katılabilecekleri bir alanın kalmış olmasıydı. Hobbitleri de bunun için, insanları hikâyelerine hobbitler üzerinden bağlamak için icat etmiştir denilebilir. Mamafih, Silmarillion’dan itibaren, yaratılışından başlayarak anlattığı Orta Dünya tarihini, eğer hobbitleri icat etmemiş olsaydı, okuyucularına aktarması, aktardıklarının  bu kadar geniş hüsn-ü kabul görmesi mümkün olmayabilirdi. Ne de olsa hobbitler, tepkileri, hareketleri, düşünceleri, zorluklar karşısındaki tavırları ile okuyucular (ve izleyiciler) gibi sıradan halkı temsil ediyordu. Bilbo Baggins, başından geçen tüm maceraların ortasında bu özelliğini kaybetmeyerek başarılı olmuş ve bu sebeple okuyucuların sevgisini kazanmıştı. Peter Jackson ise, senaryosundan çekimlere, kullandığı yeni teknolojilere dek, şeklen çok aykırı durmasa bile özünde Tolkien’in eserlerinin ve onların ifade ettikleri dünya görüşünün ruhuyla o kadar çelişen bir film ortaya koyuyor ki bu çelişki sonucunda elimizde çok yönlü, çok boyutlu, epik ama kendi halinde ve mütevazi bir romandan içi boşaltılarak “kotarılmış” Hollywood tarzı, karamelli popcorn bir macera filmi kalıyor. Hal böyle olunca, insanın aklına, Jackson’ın, Tolkien’in sıradan insanların sade erdemleriyle ve ağırbaşlı, soğukkanlı cesaretleriyle def edilen kötülükleri anlattığı Orta Dünya mitolojisini, yüzlerce örneği zaten çekilmiş ucuz macera ve kahramanlık filmlerinden birine dönüşterek, hedef kitlesi olduğunu söylediği tablet ve akıllı telefon kullanan genç nesile ne mesajı vermek istediği sorusu geliyor.

 

Öte yandan, Hobbit: Beklenmedik Bir Yolculuk’un, çekimi kolay film olduğunu iddia etmek de haksızlık olur. Öncelikle, ilk yayımlanmasından bu yana büyük-küçük değişikliklere uğrayan ve Yüzüklerin Efendisi üçlemesi basıldığında onun öncülü olarak düşünülen ama aynı zamanda birçokları tarafından bir çocuk kitabı olarak görülen Hobbit’in çekileceği tür ve hitap edeceği kitle üzerinde kesin bir karara varmak yönetmen için de stüdyo için de zorlayıcı olmuş olmalı. Hobbit, çocuklar için mi çekilecekti; Tolkien hayranları için mi çekilecekti; yoksa genel seyirci için mi çekilecekti? Fakat anlaşılan o ki stüdyo ticari olarak başarı addedilebilecek ama çoklarınca talihsiz bir karar olarak nitelendirilecek bir tercihte bulunarak bu sorulara “yukarıdakilerin hepsi” cevabını vermiş. Stüdyonun tercihi filme aynı anda hem konudan habersiz seyirciyi cezbetmeye hem çocukların dikkatinin dağılmamasını sağlamaya hem de Tolkien hayranlarının gönlünü almaya çalışan manevralar ve sahneler şeklinde yansıyınca ortaya kuş mu deve mi belli olmayan bir filmin çıktığını görüyoruz.

 

Bununla birlikte, yapımcı, yönetmen ve senarist olarak titizliği ile Yüzüklerin Efendisi Üçlemesi’nde herkesin saygısını kazanan Jackson’ın da, Hobbit’e zihnen yeteri kadar hazırlıklı katılmadığını da kabul etmek gerekir. Üçlemede, eserin ruhunu muhafaza etmeye elinden geldiğince gayret etmiş görünen senarist/yapımcı/yönetmenin, Hobbit’te eserin ruhundan bu kadar uzağa düşmesini başka türlü anlamlandırmak zor. Peter Jackson’ın, başta Hobbit projesinde aktif bir şekilde yer almak istemediğini; yönetmen Del Toro’nun, çeşitli anlaşmazlıklar sonucu projeden çekilmesiyle, stüdyo tarafından projenin başına geçmesi için geri çağrıldığını hatırımızda tutmak belki bize yardımcı olabilir. Yüzüklerin Efendisi’nden sonra çektiği filmlerle umduğu kadar ilgi göremediğini düşünen Jackson’ın, Hobbit’in başına geçmeyi, başladığı yere geri dönmek şeklinde algılamış olması da ihtimaller dahilinde. Bu, Hobbit’teki tüm aksiyon bolluğuna rağmen heyecandan yoksun ve ezbere bir formülasyonla çekilmiş gibi duran bir film olmasını da açıklayabilir.

 

Film hakkındaki tartışmalar bunlarla bitmiyor: Romanda hiç bulunmayan (Radagast’ın ortaya çıkması yahut Beyaz Ork’un Thorin’in peşinde intikam için koşması gibi) yahut sadece ima edilen (Orta Dünya büyüklerinin toplandığı Ak Meclis gibi) kimi sahnelerin senaryoya eklenmesi bazılarınca kabul edilemez yahut manasız görülürken, kimileri de yapılan değişiklik ve eklemelerin Hobbit’in sinema versiyonu için uygun olduğu ve eserle çelişmediği görüşünde. Bu tartışmaların tetiklediği diğer bir nokta da Hobbit’in hikâyesinin anlatılması için gerçekten üç filme ihtiyaç duyulup duyulmadığı. Hobbit üçleme olarak çekilmesi, stüdyonun Hobbit’ten mümkün olduğu kadar kâr elde etmeye çalışma çabası olarak da, Yüzüklerin Efendisi’nde rüştünü ispat etmiş yönetmenin, artık Hobbit’te hiçbir noktayı atlamama lüksüne/hakkına sahip olması şeklinde de görülebilir.

 

Peter Jackson’ın, Hobbit’i saniyeye, filmlerde alıştığımız 24 kare yerine 48 kare yerleştiren yeni bir teknoloji ile çekme kararı da, çelişkili tepkilere yol açtı. Yukarıda da bahsedildiği üzere bu yeni teknoloji sayesinde görüntüler, sinemada daha önce hiç alışılmadığı kadar netti. O kadar netti ki birçok seyirci ve sinema eleştirmeni, Hobbit’i izlerken ya evlerinde hd televizyonlarında BBC’nin büyük bütçeli bir Tolkien uyarlamasını ya da Age of Empires oyunun bir tanıtım filmini izledikleri zehabına kapıldıklarını, aktörlerin makyajlarını lenslerinden takma burunlarına kadar gördükleri için filmin tümüne adapte olamadıklarını söyleyerek şikayet etti. Bu şikayetlerin benzerlerinin siyah-beyaz filmden renkli filme, plak ve kasetlerden cd’lere geçilirken de yapıldığını belirterek gelişimin önünde durulamayacağını ve bunun nihayetinde kabul edileceği gibi herkesin yararına olacağını söyleyenler de vardı. Peter Jackson da sinemaya artık daha genç bir neslin devam ettiğini belirterek yeniliklerin takipçisi ve uygulayıcısı olmaktan pişmanlık duymadığını açıkça ifade etti.

 

“Yeniliklerin önünde duramazsınız ve nihayetinde bu herkesin kabul edeceği gibi, iyi bir şeydir.” Alenen söylenmemiş olsa da filmin yapımına, sunumuna ve sonrasına hakim olan bu söylemin ta kendisi Tolkien eserlerinin ruhu aykırı. Tolkien’i tanıyan seyirciyi tedirgin eden, tam olarak ne olduğunu anlamasa da filme dair içine sinmeyen şey de bu aykırılık. Bu sebeple, Peter Jackson ne çektiğini iddia ederse etsin, Tolkien’e sorsa söyleyebileceği gibi sıradan seyirciyi kandıramaz. Hobbit: Beklenmedik Bir Yolculuk filminde, herkesin çıktığı en ufak serüvende kendi halinden sıyrılıp eli kılıçlı, korkusuz savaşçıya dönüştüğü dünya, Tolkien’in sade, zarif ve gerçek Orta Dünya’sı değil, olsa olsa Universal Stüdyoları’nda bir settir.

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..