Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
01.03.2015 Exodus: Tanrılar ve Krallar Ne İsa’ya Ne Musa’ya Enes Çiçek
 
Ridley Scott’ın Exodus: Tanrılar ve Krallar (Exodus: Gods and Kings) filmi hak ettiğinden daha büyük bir tantana ile 2014’ün son günlerinde vizyona girdi. Film, hemen hemen her Ridley Scott filmi gibi, çekileceği haberlerinin yayılmaya başlamasından itibaren ilgi topladı. İlginin bir kısmının olumlu olduğunu söylemek ise güç: Film henüz oyuncuları belirleme aşamasındayken eleştiriler başlamıştı. Ten renklerinin koyu olduğu düşünülen Tevrat kahramanlarının beyazlar tarafından oynanmasını sıkıntılı bulanların haklı suçlamaları karşısında Scott, aldığı mâli desteği hatırlatıp yapılan harcamalardan kârlı çıkmaları gerektiğini söylerek “Bilmem nereden Muhammed bilmem kim isimli bir oyuncuya başrol oynatarak bunu sağlamayamam. Bu sebeple böyle bir soru aklıma bile gelmedi.” şeklinde hoyrat bir açıklamayla kararını savunmuştu. Scott bu kararına, Cennetin Krallığı’nın (Kingdom of Heaven, 2005) gişedeki görece başarısızlığını delil olarak gösterirken, film vizyona girmeden başlayan bu tartışma ortamı, oyuncu seçimi ile sınırlı kalmadı. Musa’yı oynayan sabık Batman Christian Bale, önce Eylül ayında kendisiyle yapılan bir röportajda Musa’nın muhtemelen şizofren, epey sorunlu, çalkantılı ve değişken bir karaktere sahip ve okuduğu en barbar kahramanlardan biri olduğunu, işin daha da ilginci, Tanrının Musa’dan daha da değişken olduğunu ileri sürerek dindar Amerikalıları ayağa kaldırmıştı. Şükran Günü’nün hemen öncesinde verdiği bir başka röportajda da Musa’nın “Yahudiler için kesinlikle bir özgürlük savaşçısı ama Mısır imparatorluğu gözünde bir terörist” olduğunu iddia ederek eklemişti: “Musa eğer bugün gelseydi ne olurdu? Arkasından insansız hava araçları gönderilmez miydi?” Söylediğine bakılırsa Bale bu kanaatlerine, Tevrat’ı, Kur’an’ı ve Jonathan Kirsch’ün Moses: A Life kitabını birçok defalar okuyarak ulaşmıştı. Bu beyanatların gölgesi altında Aralık ayında vizyona giren Exodus; hâlâ Alien (1979) ve Blade Runner (1982) gibi çektiği kült filmlerin ekmeğini yiyen Scott’ın bu son filmi, yönetmenin son birkaç filmi gibi izleyenleri hayal kırıklığına uğratmaktan geri durmadı.
 
Exodus, tüm Ridley Scott filmlerinin olduğu gibi göze fazlasıyla hitap ediyor. Filmde resmedilen eski Mısır şehirleri, Hititler ve Mısırlılar arasındaki savaş sahneleri, Mısırlıların üzerine yağan felaketler, tarihi kıyafetler ve oyuncuların makyajları seyirciyi Eski Mısır’a götürüyor. Fakat film, tarihi kıyafetler ve etkileyici görüntülerden ne kadar öteye gidiyor, cevabını vermek güç. Senaryonun tutarsızlığı ve bunun neticesinde aktörlerin hiçbir derinliği olmayan, kâğıttan kesilmiş kuklalar gibi durması, filmi seyri manasız bir hale sokuyor. Mamafih, görüntüleri üç boyutlu bir filmde, A-list oyuncuları bu kadar tek boyutlu gösterebilmek ayrı bir başarı olmalı.
 
Filmin, benzer damardan akan bir diğer başarısı da kime ve ne için hitap ettiğini kestiremeden çekilmesi. Senaryonun tutarsızlığı da muhtemelen bundan kaynaklanıyor. Exodus’un hedef kitlesi inanç sahipleri midir, sadece aksiyon peşinde eğlenceli birkaç saat geçirmek isteyen ortalama seyirci midir, hiçbir şeyden emin olmadıklarından başka hiçbir şeyden emin olmayan agnostikler midir, bin yılların mucizevi inanç hikayelerini rasyonel mantığın çemberinden geçirmeden anlamakta zorluk çeken ateistler midir? Anlaşılan o ki Ridley Scott yolun başında böyle alışılageldik bir tercih yapmak istememiş, zoru seçerek tam olarak hiçkimseye hitap etmeyen, muhtemelen kendisinden başka pek az kimseyi tatmin edecek bir film çekme yoluna gitmiş.
 
Prometheus (2012) filminden de bildiğimiz gibi Ridley Scott, din ve tanrı hakkında kanaatlerini bildirmekten hoşlanıyor. Prometheus’u çekerken ateist olduğunu söyleyen Scott, Exodus’u çektiği günlerde ise agnostik olduğunu ifade etmiş ve agnostik olmasının Kitab-ı Mukaddes’ten bir hikâyeyi film ederken işine epey yarayacak bir özellik olduğunu söylemişti: “Çünkü, kendimi hikâyemin iş yaptığına ikna etmem gerekiyor.” Ridley Scott, kendisini Musa’yı çektiği hikâyesinin ne kadar iş yaptığına inandırabilmiş midir bilinmez ama seyircileri inandırmakta güçlük çektiği kesin. Bunun sebeplerinin en başında ise, yine Scott’ın sözlerinde aramalıyız belki de: “Kendimi daima ana karakterin yerine koyarım ve kendi mantığımdan yola çıkarak onu anlamaya çalışırım.”
 
Böylece, Exodus’ta Scott’ın kendi mantığından yola çıkarak vardığı bir Musa hikâyesini izliyor seyirci. Exodus, bu manada bilinen “Çıkış” hikâyesinin yeniden anlatımı değil. Bu hikâyedeki kahramanlar da Tevrat’ta anlatılan kahramanlarla isimden başka bir benzerlik içinde değiller, Ridley Scott’ın havsalasından çıkan kahramanlar. Belki de bu sebeple, filmin ilk anlarından itibaren Musa, erdem ve hikmet sahibi biri olarak değil, Gladyatör’ün eski Mısır versiyonu olarak yansıtılıyor. Kâhinlere inanmayan, onları “Kendi mantığımız dururken, seninkiyle mi iş yapacağız?” diye hakir gören Musa, Mısır’dan bir adam öldürdüğü için değil -çünkü başarılı bir komutan ve belki de yüzlerce insan öldürmüş zaten- kuzeni bildiği kan kardeşi Ramses’in, onu Yahudi sanması sebebiyle sürgüne gidiyor. Sürgünde evleniyor, çoluk çocuğa karışıyor, inançlı bir insan olan karısının aksine çocuğunu bu safsatalarla yetiştirmeye niyetli değil. Fakat, sonra bir dağdan düşüp başını kayalara çarpıyor ve ardından Rabb’in ulağı Malak ona on yaşlarında şımarık bir oğlan çocuğu şeklinde görünmeye başlıyor. İnançlı karısı bile Musa’nın peygamber olabileceğine inanmakta zorluk çekiyor olmalı ki Musa’ya “Saçmalama hayatım, Rabb’in sana görev mörev verdiği yok. Başını taşa vurdun, hayal gördün, haydi yat da dinlen” diyor. Musa, karısına kulak asmayıp Mısır’a geri dönüyor ve İbranlar’ı özgürlüklerine kavuşturmak için onlardan gizlice bir ordu kurup onları eğitmeye başlıyor. Musa’nın peygamberden çok gladyatöre benzemesi kendini burada da belli ediyor. Tabii, yolda sadece firavunla değil, Tanrısının ulağı ile de çekişiyor, tartışıyor. İsyan ve ayrılığın yavaş gitmesinden şikayet eden tanrı ulağına “Dört yüz senedir ortalarda yoktun, şimdi mi aklın başına geldi, biraz sabret,” diyerek pasif-agresif ayarlar veriyor, “Ben bir komutanım, eğer dediklerimi yapmayacaksan beni neden ailemden ayırdın?” diye kızarak patronundan memnun olmayan bölge amiri gibi şikayet ediyor; verilen kararlar hoşuna gitmediğinde “Bir ulakla konuşmaktan bıktım,” diye haykırarak, Tanrının meleğine “sen git patronun gelsin” diyen memnuniyetsiz bir mağaza müşterisi gibi davranıyor, sonra Tanrı işleri eline aldığında, başlarına gelen felaketlerden dolayı ölen Mısırlılar için üzülerek, Tanrıya yaptığının insanlık dışı ve zalimce olduğunu haykırıyor, böylece tanrıya karşı siyaseten doğruculuk yapan ilk peygamber olarak tarihe geçiyor. Sonrasında, Kenan çöllerinde gezerken, daha önce kafasını yardığı dağ başında Tanrının ulağı ile birlikte taş tabletlere emirleri kazırken eğer tabletlerde yazılan emirlerle aynı fikirde olmasaydı yazmayacağını ifade ederek, Tanrının aklı ile kendi aklını eşitleyen Aydınlanmacı bir hümanist oluveriyor. Küçük bir karşılaştırma yaptığımızda, 2014’ün başlarında vizyona giren Aronofsky’nin Nuh’unun tüm eksikliklerine rağmen, Scott’ın Musa’sından daha çok peygamberi andırdığını söyleyebiliriz.
 
İş Ridley Scott’ın mantığına düştüğü için, mucizeler de bu mantıktan nasibini alıyor. Ridley Scott, küçük bir çocukken izlediği On Emir (The Ten Commandments, 1956) filmine atıfta bulunarak: “Öyle, devasa bir ayrılmayla, insanların arasından geçtiği iki büyük, titreyen su duvarı yapamazsınız” diyor ve sözlerine “sinemada, üçüncü sırada otururken o sahneyi izlediğimde inanmamıştım. O hissimi hatırlayarak, daha bilimsel ya da tabii bir açıklama bulmalıyım dedim.” diye devam ediyor. Ridley Scott’ın bu mucizeye bulduğu mantıklı açıklama ise tsunami. Mısır tarihini araştıran Scott, milattan önce 3000 yıllarında İtalya sahillerine yakın bir yerde, denizde büyük bir depremin tsunamiye sebep olduğu bilgisine erişmiş. Böyle büyük bir felaketten önce ne kadar çok suyun karşı kıyılardan çekileceğini hesap ederek, Musa’nın mucizesine sebep olarak bu tsunmayi göstermeye karar kılmış. “Mantıken, suların ikiye ayrılmasının suların çekilmesi olması gerektiğini düşündüm. Ve sular geri geldiklerinde, büyük bir hızla geri geleceklerdi.” Böylece Musa’yı asasından da eden Scott, onu da geleceklerinin ne olacağından habersiz ve endişeli İsrailoğulları gibi Kızıldeniz’in kıyısında bir tarafında deniz diğer tarafında firavunun orduları sıkışmış halde bırakıyor. Musa, bu durumda yapılabilecek en mantıklı şeyi yaparak uyuyor ve sabah uyandığında suların çekildiğini görüyor ve denizden kaçış başlıyor. Ridley Scott, Tevrat’ta geçtiği gibi Kızıldeniz’in sularını Musa’nın asası ile yarmamak için “tesadüfü” kullanıyor. Tsunami, bir asa ile suların ikiye yarılmasından daha mantıklı bir açıklama olarak görülebilir. Ama Scott, o tsunaminin neden tam da İsrailoğulları’nın en ihtiyacı olduğu anda ortaya çıktığını açıklamıyor.
 
Ridley Scott, İsrailoğulları’nın gitmesine izin vermeyen Mısırlılar’ın başına gelen felaketleri açıklamak için de mantığının sağladığı gerekçelere sığınıyor. Nil nehrinin suyu kana dönüşüyor çünkü çok büyük timsahlar önce insanları, sonra birbirlerini yiyerek suyu kana buluyorlar. Su kana bulanınca balıklar ölüyor, suda yaşayan kurbağalar sudan dışarı çıkıyor, balık ölüleri sivrisineklerin ve karasineklerin istilasına sebep oluyor, onlar da çeşitli hastalıklara. Scott, bu zincir içinde açıklayamayacağı birkaç mucizeyi anlatmayı atlayıp (İsrailoğulları’na kaçışlarında yol gösteren bulut gibi mesela) anlattığı felaketlerin hemen hepsine mantıklı açıklamalar bulsa da, bu felaketlerin neden o zamanda ve tam o anda gerçekleştiğine dair bir cevap veremiyor. Scott’ın mantıklı gerekçeleri sadece mucizelerin işleyiş şekline cevaplar haline geliyor, o mucizelerin oluş sebeplerine ve doğasına dair değil.
 
Herhalde, on yaşındaki Ridley Scott, yetmiş yedi yaşındaki Ridley Scott’ın peygamberlere ve mucizelere bulduğu bu çözümlerin her birinden ayrı ayrı memnun kalacaktır ama geri kalanlara sorulacak olursa Ridley Scott Musa’yı, başından geçenleri, vahiy ile ilişkisini ve mucizelerini anlamakta ve anlatmakta, ancak, evrimi anlatmaya çalışan bir Evanjelist kadar başarılı.
 
 
YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..