Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
20.07.2013 Hayallerin Ötesinde Hayallerin Ötesine Geçebilmek Banu Bozdemir

Konu birebir körlükten ilham alınca hafızamda körlükle ilgili filmler de sıralandı ister istemez. Hayallerin Ötesinde filminin değişik atmosferine bakmadan önce onları da anmak istedim. En yakın zamanlı olarak Fernando Meirelles imzalı Körlük (Blindness, 2008) geliyor aklıma; körlüğün kaosla yükselen dramı, (bu filmin kokuyla yükselen gerilim karşılığı ise bana göre Yeryüzündeki Son Aşk filmi) aynı zamanda çaresizliği ve bunu kullanan güçlerin üstünlüğüyle iktidarın dengesini küçük bir grup üzerinden bir hayli dramatik bir şekilde sorguluyordu. İran yapımı Majid Majidi imzalı Cennetin Rengi (Rang-e Khoda, 1999) ise kör bir çocuğun gerçek dünyasındaki acıları masalsı bir üslupla kırmayı deneyen, dokunmanın ve duymanın önemine dikkat çeken filmlerden biriydi. İspanyol korkusu Julia’nın Gözleri (Los ojos de Julia, 2010) ise bir cinayetin arka planını çözmek için kolları sıvayan görme engelli bir kadının gerilimle bezeli öyküsünü anlatıyordu. Örnekleri çoğaltmak mümkün elbette ama Hayallerin Ötesinde körlük ve onun etrafa yaydığı gerginlik ve aynı zamanda naiflik hakkında gayet okkalı ve cesur laflar eden filmlerden.

32. İstanbul Film Festivali’nde kimsenin listesinde yer teşkil etmeyen, ancak el yordamı, biraz da hissiyatla bulunabilecek filmlerden biriydi Hayallerin Ötesinde. Andrzej Jakimowski imzalı film yönetmenin 2007 yapımı Tricks filminden de kahramanların özdeşliği dolayısıyla ilham alıyor gibi. Filme ismini veren Tricks buradaki Ian adeta. İkisinin misyonu da kader değişimi yaratmak, çevrelerindeki insanların hayatlarına absürd katkılar sunmak üzerine kurulu! Tabii Hayallerin Ötesinde’nin gerçekle hayal dünyası arasına kocaman bir tahta atıp, gerçek dünya keşfine çıktığını da söyleyebiliriz!

Görme engelli Ian uzun yıllar gördüğü ekolokasyon (uzaklığı saptama yöntemi) yöntemiyle baston kullanmayı bırakmış, hayatın içinde hisleriyle yol alan genç bir adam. Lizbon’da ve oranın başkent olmasına rağmen küçük bir kasaba havasında geçen atmosferinde Ian, görme engelli insanlara özel bir eğitim veren bir kliniğe eğitmen olarak atanıyor ve kendisi gibi kör olan çocuklarla yaşadıklarını izliyoruz. Film körlüğün etrafı kuşatan dünyasına sıkışıp kalmak yerine onu alt etmeye çalışan hatta bunu öğrenmiş ve öğrencilerine aşılamaya çalışan Ian etrafında gelişiyor. Filmin çıkış noktası güven dengeleri üzerine, tek başına yollara düşmek hatta bastonsuz çok dar ve trafiğin yoğun olduğu bir caddede güzelim cafeye ulaşmakla ilgili bir nevi. Cafe, özgürlük alanının temsilcisi; sanki oraya ulaşınca okulun kasvetli ve dış dünyanın tehlikeli atmosferinden kopmuş oluyor kahramanlarımız.

Ian elini kolunu sallayarak, üstelik bazı çocukların ufak tefek kazalar yaşamasına sebebiyet vererek körlük duygusunu yok saymaya çalışsa da, manastırdan maddi ve manevi destek alan klinik yöneticileri için önemli bir sorun oluyor bu. Hatta Ian’ı gören ama kör numarası yapan sahtekâr olarak suçluyorlar. Ian güven sorunu yaşadığı için odasından pek de dışarı adım atmayan, yem verdiği kuşların pencere önündeki pıtırtılarını duyarak mutlu olan Eva’yı dışarının kendileri için pek de tekin olmayan ama adım attıkları anda hedef odaklı dünyasıyla tanıştırıyor. Eva’yla Ian arasında geçen, cafenin yakınlarındaki deniz ve vapur odaklı gerçek/hayal dünyasını O. Henry hikâyelerine benzettiğimi söylemeliyim, tamamen umut odaklı pembe bir yalan çünkü o! O bölüm filmin sonlara doğru ve can alıcı noktalarından biri olduğu için sürprizi bozmak istemedim ama filmin işleyişi içinde özellikle Ian’ın çarptığı kurumsal gerçeklik dikkate değer bir hal kazanıyor. Onlara göre körlerin bastona sığınmaktan başka şansı yoktur, bu vazgeçilmez bir araçtır. Bunun diktesini sıkı bir şekilde yiyen Ian, yasaklara dirense de, öğrencilerini dış dünyanın hayalleriyle duyumsadıkları dünyalarında var etmeye çalışsa da başarılı olamıyor. Filmin genel olarak hüzünlü bir havası var zaten, görme engellilerin dış dünyadaki tedirginliği, aynı zamanda azimleri görülmeye değer. Özellikle de Eva’nın Ian’dan devraldığı mirası yerine getirmek için çıktığı kısa yolculuğun bitiş çizgisindeki anlamı…

Ian ve başhekim arasında yaşanan güçle bezenmiş idareci tavrı ile naiflikle yolunu çizmeye çalışan öğretmen tavrı filmin can alıcı noktalarından biri adeta. Farklılıklar her zaman bürokrasiye takılır ve insan olarak sana kalan çoğu zaman gitmektir. Tabii Türkçe adı Hayallerin Ötesinde olan filmin öteye geçerek kendisini yollara vurmuş bir hali de var, sana dayatılan ortamı yaşamaktansa tehlikelerle dolu bir yolda ne kadar ilerlediğini görmeyi salık veriyor. Gözünü karartmak deyiminin uygun olduğu bir film ve yine de sonuna kadar yumuşaklığını koruyor!

Yönetmen Jakimowski Polonya sinemasının samimiyetini kuşanan bir film çekmiş. Öykü aslında görme engelli insanların hayatlarından bir kesiti anlatıyor ama yönetmen bunu derin bir ustalıkla perdeye yaymayı başarmış. Bir de özdeşlik hissiyatı yaratmış ki, filmi izlerken duyumsama noktasına odaklanıyorsunuz zaman zaman. Rahatlıkla izlemenizi öneririm.

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..