Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
21.10.2013 Arada Kalan Çocukların Gözünden Ebeveynler Banu Bozdemir

Arada Kalan (What Maisie Knew) altı yaşındaki bir kızın tercihleri sorulmadan etrafında yaşananları konu alıyor. Scott McGehee ve David Siegel’in birlikte çalıştıkları beşinci filmlerinde iki şey dikkat çekiyor: Birincisi, filmin Henry James’in 1897 tarihli romanından uyarlanmış olması. Bir diğer dikkat çeken şey ise, hikâyenin altı yaşındaki küçük Maisie’nin gözünden anlatılması… Ve onun filmin içinde doğaçlama davranmasına izin verilmiş olması! Onata Aprile de büyük bir başarıyla hakkını vermiş rolünün…

Tabii film izlerken başka filmlerin de izleri beliriyor kafanızda. Kramer Kramer’e Karşı (Kramer vs. Kramer, 1979) tam anlamıyla bu öyküye denk gelmese de ebeveynlerin çocukları ne kadar tanıdıkları ve onlarla iletişim kurma konusunda ne kadar yol aldıklarını gösterme açısından başarılı bir filmdi. Onun grafiği ebeveynlik mücadelesi verme açısından yükseliyordu, oysa ki Arada Kalan’da Maisie gerçek anne babasının ellerinden üçüncü şahıslara kayacak kadar yalnız ve başıboş kalıyor. Noah Baumbach imzalı Mürekkep Balığı ve Balina’da (The Squid and the Whale, 2005) boşanma sürecine girmiş bir ailenin umursamaz tavırlarıyla çocuklarının yaşadığı savrulmayı anlatıyordu, farkına vardıklarında geç olanı dönüştürme gayreti ve başka bir gerçekliği işaret ediyordu. Bu açıdan, Arada Kalan’ın “dönüştürmeye çabalama” durumuyla da paralellik taşıyor.

 

Babası bakıcısıyla çekip gittiği için Maisie, babasına gittiğinde aslında çok da yalnızlık çekmiyor; çünkü annesinden çok kendisiyle ilgilenen bakıcısıyla birlikte. Orada da bakıcının babasıyla samimiyeti dikkatini çekiyor. Annesi yıllar önce yaptığı vokalistlik işine dönmek istiyor, bu arada bir sevgilisi oluyor ve turnede olduğu zamanlarda “yeni baba” Lincoln, Maisie’nin yanında kalıyor. Maisie her şeyi gören ama susan ve yargılamayan küçük bir bilgelik anıtı gibi dikiliyor karşımızda. Yalnız kalışlarının ve büyüklerin dünyasında topaç gibi sürüklenişinin dozu arttıkça, seyirci olarak siz de kıpırdanmaya başlıyorsunuz. Şimdi ne olacak diye? Maisei’nin verdiği tek tepki, bazı yerlerde onun için verilen kararlara durmak oluyor. Sessizce duruyor ve tepki koyuyor!

 

Bakıcı Margo ilk başta baştan çıkarıcı tavırlarıyla babaya yakın, Maisie’ya uzak bir durum arz ederken gelinen noktada anne, sorumsuz, Lincoln ise bir babaya dönüşüyor. Zaten yönetmenlerin tercihi de filmin yan karakterleri gibi duran Margo ve Lincoln’ün ana karakterlere, gerekirse Maisie için ideal ebeveynlere dönüşmesi… Bu ikili yönetmenlerin anlatımına, hikâyenin rahatlamasına, kötü bir örneğin karşısına iyi örneği koymaya kadar gittiği, bir nevi bir deney içerdiği için başarılı bir yöntem gibi duruyor.

 

Julianne Moore yine farklı bir rolde ve muhteşem bir performans sunuyor. İdealleri uğruna kızından uzaklaşan, kocasıyla yaşadığı didişmenin her zerresini etki kıvamında çocuğuyla paylaşan bir anne. Kitabın yazıldığı yılları düşünüyorum da kendini bulmak isteyen kadının isyanı, yapmaya çalıştıkları bir nebze daha anlamlı gelebilirdi kulağa. Film, kırsalda bir çocuğun yalnız kalması daha doğaldır ama şehirde taşınması gereken bir yüke dönüşebilir yönünde bir mesaj üzerinden, çocuk en azından bir süre sizden ayrı bir nesne değildir demeye getiriyor.

Susanna filmin sonlarına doğru kızını almaya geldiği sahnede anlıyor aslında hayatın bir dengesi olması gerektiğini. Margo, Lincoln ve kızı Maisie arasında önce anlamadığı ama sonra Maisie’nin ona gösterdiği bir aile bağı kurulduğunu, onun o kadar dışında kaldığını gözyaşları içinde fark ediyor. İki turne arası kızını görmek isteyen kadının dramı uzun bir sahneyle, yönetmenlerin özellikle kat kat artırdığı duygu dozuyla sonuca ulaşıyor. Herkesin dozu artsa da Maisie yine sakin, olgun ama acıtıcı tavrıyla annesine ders veriyor. Yönetmenlerimiz Hollywood kalıplarında bir hikâyeyi iyi bir anlatıcı kıvamında seyirciye ulaştırmayı başarıyorlar, bunun için duygu sömürüsü yapmaları, abartılı sahneler, duygu selleri ve hezeyanlar kullanmaları gerekmemiş. Arada Kalan’ın başarısı da bu sanırım. Her duygu yettiğince veriliyor, fazlasına gerek duymadan da bir duygu seli yaratılabileceğini gösteriyor Scott McGehee ve David Siegel.

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..