Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
05.12.2014 Evliya Çelebi ve Ölümsüzlük Suyu Film Dilinden Uzak Bir Deneme Koray Sevindi
Yönetmenliğini, Fetih 1453’ün (2012) görsel efekt süpervizörü Serkan Zelzele’nin yaptığı, Haluk Bilginer, Nurseli İdiz, Ahmet Kural ve Murat Cemcir gibi oyuncuların sesleriyle hayat verdiği Evliya Çelebi ve Ölümsüzlük Suyu (2014), yılan hikâyesine dönen vizyon tarihinin netleşmesiyle sonunda izleyiciyle buluştu. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Başbakanlık Tanıtma Fonu ve Eurimages’dan aldığı destekle gündeme gelen film, Türkiye’nin ilk 3D animasyon filmi olma sıfatıyla önemli bir misyona sahip olsa da izleyiciden oldukça düşük bir not aldı. Zayıf senaryosuyla sadece çocukları hedef alıp yetişkin izleyiciyi es geçen film, kurgusal zaafları ve anlatım dilindeki sıkıntıları nedeniyle de bir sinema filmi olmaktan oldukça uzakta kalıyor.
 
Türkiye Animasyon Tarihine Kısa Bir Bakış
Türkiye’nin animasyonla tanışma süreci sanılanın aksine oldukça erken bir dönemde başlar. Walt Disney ve benzeri stüdyoların hazırladığı filmler yapıldıkları dönemde ülkemiz sinemalarında da gösterilmiştir. Selçuk Hünerli, Canlandırma Sineması Üzerine adlı kitabında bu filmlerin dönemin karikatüristlerini ve sanatçılarını etkilediğini, böylece animasyona olan ilginin arttığını söyler. 1940’larda İstanbul Reklâm Ajansı dönemin karikatürist sanatçılarını toplayarak sinemalarda filmlerden önce gösterilmek üzere kısa ve basit animasyonlar hazırlatır.(1) Daha sonra 1948-1949 yıllarında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde çizgi film üzerine kurslar verilmeye başlanır. Bu süreçte Türkiye’nin ilk animasyonu olan üç dakikalık Zeybek Oyunu filmi ortaya çıkar. 1951-1957 yılları arasında ise renkli olarak hazırlanan ve Türkiye’nin ilk uzun metraj animasyon projesi olan Evvel Zaman İçinde filmi yapılır. Daha sonra banyo işlemleri için ABD’ye gönderilen film ortadan kaybolur. Âlim Şerif Onaran, verilen bütün emekler boşa gittiği için o dönemde henüz başlangıç aşamasında olan animasyon sektörünün büyük bir darbe aldığını söyler. 1970’li yılların başında ise Tonguç Yaşar ve Sezer Tansuğ’un beraber hazırladıkları Amentü Gemisi Nasıl Yürüdü filmi Altın Koza Film Festivali’nden özel bir ödül alır ve Fransa’da 9. Annecy Çizgi Film Şenliği’nde gösterilmeye hak kazanan ilk Türk filmi olur.(2) O dönemde televizyonun yaygınlaşmasıyla birlikte reklâm filmlerinin önemi artar ve çizgi filmlere olan talep tekrar yükselmeye başlar. 1990 yılında Anadolu Üniversitesi’nde Çizgi Film (Animasyon) Bölümü açılır. 1993 yılında da Çizgi Filmciler Derneği kurulur. 1 Kasım 2008 tarihinde Türkiye’nin ilk yerli çocuk kanalı olarak yayın hayatına başlayan TRT Çocuk’la birlikte ise animasyon sektörü için yeni bir döneme girilmiştir. Evliya Çelebi ve Ölümsüzlük Suyu filmi de üretimin daha çok arttığı ve pek çok animasyon şirketinin açıldığı nispeten daha “canlı” olan bu yeni dönemin bir ürünü olarak ortaya çıkar.
 
Sinemasal Dilden Oldukça Uzak Bir Film
Evliya Çelebi ve Ölümsüzlük Suyu filmi dünyanın her yerini görebilecek kadar uzun yaşamak isteyen Evliya Çelebi’nin Nil Nehri’nden başlayarak İstanbul'a kadar uzanan hikâyesine odaklanır. 17. yüzyılda ölümsüzlük suyunu içen Evliya Çelebi, kraliçeyle mücadele ederken zehirlenir ve uzun bir uykuya dalar. 400 yıl sonra gözlerini günümüz İstanbul'unda açan seyyah, üzerine dökülen ölümsüzlük suyuyla yarı-ölümsüz olan ve böylece 400 yıl boyunca hayatta kalabilen kraliçeyle mücadelesini sürdürür. Film, tarihimizin önemli figürlerinden biri olan Evliya Çelebi'yi başkahraman olarak kullanmasına rağmen onun dünyasına yönelik çok fazla bir şey barındırmıyor. Filmde Çelebi'nin Seyahatnâme adlı eserinin adı geçse de bu biraz göstermelik kalıyor ve Çelebi'nin dünyayı dolaşma isteği filmin senaryosunda bir çeşit araç olmaktan öteye geçemiyor.
 
Filmin iki boyutlu animasyonla yapılan jenerik bölümü oldukça güzel bir çalışma olarak göze çarpıyor. Üçüncü boyuta geçişle beraber ise animasyonun zorluklarını örtmeye çalışan bazı “tercihler” başlıyor. Örneğin, giriş kısmında neredeyse yakın plân kullanılmıyor ve karakter sırtı kameraya dönük olacak şekilde ekrana getiriliyor. Böylece karakter konuşsa da ağzı görünmediği için dış ses kullanılıyormuş gibi bir etki oluşuyor. Sinematografik bir anlatımın olmadığı, kurgunun sarktığı ve ortalama plân süresinin de bir animasyona göre oldukça uzun tutulduğu bu giriş bölümünde, izleyici filmden kopmaya başlıyor. Filmin senaryosu ise klasik anlatıya uydurulmaya çalışılsa da “detay” eksikliğinden kaynaklı bir zayıflığa sahip. Senaryoda ne bir karakter yolculuğu ne de belirgin bir giriş kısmı var. Filmin diyalogları da oldukça zayıf ve çoğu zaman gereksiz bir şekilde kullanılıyor. Bu durum anlatım dilindeki zayıflıkla da birleşince sıkıcı bir film ortaya çıkıyor. Hollywood animasyon filmlerinin senaryolarının okullarda ders olarak okutulacak derecede kapsamlı olduğu düşünüldüğünde, Evliya Çelebi ve Ölümsüzlük Suyu’nun senaryo zafiyetiyle yola çıkması, özellikle yapımı uzun yıllar süren animasyon filmler için pek de kabul edilebilir görünmüyor.
 
Filmde İstanbul'un üç boyutlu modellemesi oldukça başarılı. Galata Kulesi, Sultanahmet Camii, İstanbul Boğazı, Eminönü, Karaköy gibi pek çok yer başarıyla modellenmişse de karakter kullanımı oldukça kısıtlı. Şehirde geçen sahnelerde ana karakterler dışında hemen hemen hiç yardımcı karakter yok. Bu, filmin hikâyesindeki detay eksikliğinin yanında görsel detay eksikliğinin de olduğunu gösteriyor. Bir de filme yerleştirilen ve göze sokulan reklâmlar da eklenince filmin oluşturmaya çalıştığı görsel atmosfer gittikçe azalıyor. Hele ki THY’nin maskotunun filmin baş karakterlerinden biri olarak kendi ismiyle filmde yer alması, sinema filminden çok reklâm filmi zihniyetine yaklaşan bir filmin ortaya çıkmasına neden oluyor.
 
Evliya Çelebi ve Ölümsüzlük Suyu filmi taklide dayanan biçimsel tercihleri, yetersiz hikâye anlatımı, didaktik göndermeleri ve “karton” karakterleriyle TV için yapılan “basit” animasyonlardan öteye geçemiyor. Filmin altyapısını oluşturan güçsüz stereotip karakterler, filmin üç boyutlu olan ve iki boyuta göre daha gerçekçi bir zemin isteyen yapısına adapte olamıyor ve filmi taşıyamıyor. Senaryonun yetersizliğine bir de teknik sıkıntılar eklenince filmin seyir zevki oldukça düşüyor ve ortaya ne yazık ki yapmış olmak için yapılmış, özensiz ve hedef kitlesi olan çocuklara bile ulaşamayan bir iş çıkıyor.
 
 
(1) Selçuk Hünerli, Canlandırma Sineması Üzerine, İstanbul: Es Yayınları, 2005, s. 58-9.
(2) Âlim Şerif Onaran, Türk Sineması, 1. Cilt, Ankara: Kitle Yayınları, 1999, s. 196-7.

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..