Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
17.04.2015 Her Şeyin Teorisi Kara Delikte Biyografi Yazmak Havva Yılmaz

Dünyaca ünlü bir bilim adamının hayatıyla ilgili en çok neyi merak edersiniz? Nasıl çalıştığı, kimlerden ders aldığı, hangi fikir ekollerinden etkilendiği, okuduğu kitaplar, sevdiği yemekler, hobileri, hayranı olduğu sanatçılar, çocukluğuna dair hatıralar, ailesi, arkadaşları, aşkları… Aslında onu tanımaya yarayacak her türlü bilgi, biri diğerinden daha az ilginç bulunmayacak şekilde merak konusudur. Bir şekilde “önemli” işler yaptığına inandığımız birinin hayatının her anını kıymetli görürüz. Ancak söz konusu olan engelli bir bilim adamı olduğunda merakımız kaçınılmaz bir şekilde şu soruya odaklanır: Nasıl başardı? Bilimle uğraşmak ve bu alanda kayda değer çalışmalar ortaya koymak zaten ortalamanın üzerinde bir güç ve zeka gerektirirken, fiziksel bir engelle bu tür bir başarının altına imza atmak elbette ayrıcalıklı bir merakı hak ediyor. Bu noktada imdadımıza biyografik çalışmalar yetişiyor. Edebiyat ve akademi kadar sinemada da zengin bir biyografi birikimi mevcut.

2014 yapımı, bol ödüllü Her Şeyin Teorisi (The Theory of Everything) bu birikime eklenen son çalışmalardan. Ünlü astrofizikçi Stephen Hawking’in yaşam öyküsünü konu alan film, Eddie Redmayne’in Hawking rolünde gösterdiği başarılı performans nedeniyle yoğun ilgi topladı. Hawking’in ilk eşi Jane Wilde’ın yazdığı Sonsuzluğa Yolculuk: Stephen’la Hayatım (Travelling to Infinity: My Life with Stephen) adlı otobiyografiden sinemaya uyarlanan filmin senaryosu Anthony McCarten tarafından kaleme alınmış. Filmin kronolojik seyri genç doktora öğrencileri Stephen ile Jane’in tanıştıkları parti (1963) ile başlayıp, Hawking’in Kraliyet Madalyası aldığı günle (1989) sona eriyor. Bu zaman dilimi içerisinde evlenen, üç çocuk sahibi olan, sonra ayrılan fakat dost kalan ikilinin hayatı, kimseyi incitmemeye özen gösteren bir dille perdeye yansıtılıyor.

Kimin Biyografisi?

Filmde, hemen her biyografi çalışmasının yüzleşmek zorunda olduğu birtakım konular ilk bakışta göze çarpıyor. Öncelikle filmin temel aldığı eserin öznelliği film boyunca kendisini hissettiriyor. Stephen Hawking’in hayatına dair filmden edinilebilecek tüm izlenimler, Jane Wilde’ın süzgecinden geçerek izleyiciye ulaşıyor. Öyle ki, bir başarı öyküsünden söz edilecekse bunun Jane’in başarısı olduğunu düşünmek için filmde birçok sebep bulmak mümkün. Mesela, iki yıllık ömrü kaldığını öğrenen Stephen’ı çalışmalarına devam etmeye ve bir yuva kurmaya ikna eden, hem kendi ailesini hem Stephen’ın ailesini bu konuda seferber eden, birlikte kurdukları ailenin ağır sorumluluklarını korkusuzca üstlenen, Stephen’ın kişisel ihtiyaçlarıyla ayrıca ilgilenen, bununla da kalmayıp ailenin moral-motivasyonunu yükseltmek için çaba harcayan, kararlılığıyla hikâyeyi sürükleyen Jane’den başkası değil. Stephen’ın en büyük arzusu olan zamanı geriye sarıp her şeyin başlangıcına, her şeyin basit bir formülle açıklanabileceği bir noktaya ulaşmak için ilk harekete geçen, o henüz işin teorisiyle uğraşırken Stephen’ı zamanda yolculuk ettiren yine Jane’dir. Bu anlamda, filmin bir bakıma Jane Wilde Hawking biyografisi olduğunu söylemek abartılı bir yorum olmayacaktır.

Bu öznellik, filmin odak noktasını da Hawking’in bilim adamı kimliğinden ziyade özel hayatına taşımış. Filmde Hawking’i okulda, çalışma masasında, kürsüde gösteren sahneler kadar, belki de daha çok evde, piknikte, partide görmek mümkün. Film, Hawking’in ne gibi bilimsel süreçlerden geçtiğine dair çok fazla ipucu vermiyor. Hocaları, öğrencileri, akademik çevresi, güçlü figürler olarak yansıtılmamış. Örneğin, onu zaman konusunda çalışmaya sevk eden soru bir hocasıyla birlikte katıldığı özel bir programda aklına geliyor; Hawking, dönüşte yol boyunca bu konuyu düşünüyor ama ne hocasıyla ne de arkadaşlarıyla uzun uzun bu konuyu tartıştığını, birçok yazar, sanatçı, bilim adamı biyografisinde görmeye alışık olduğumuz gibi üretme sancıları içine girdiğini görmüyoruz. Hawking’in akademik başarıları filmde bir fon düzeyinde kalıyor ve ana hikâye olan Jane’le ilişkisine yardımcı bir rol üstleniyor.

Filmin odaklandığı zaman dilimi de bir başka sorunsal olarak değerlendirilebilir. Söz konusu zaman dilimi Hawking’in yaşam öyküsünde önemli bir döneme tekabül ediyor olsa da, bunun her izleyiciyi tatmin edecek bir tercih olmadığı muhakkak. Hawking’in Kraliyet Madalyası’ndan sonraki hayatı akademi dünyasına kazandırdıkları bakımından en az öncesi kadar ilgi çekici. Aynı şekilde, ikinci evliliğini yaptığı bu dönemin de en az ilk evliliği kadar renkli ve meraka değer olduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan, bütün bu öznelliklerin bir eleştiri konusu olmaktan ziyade, tercih meselesi olarak değerlendirilmesi gerektiğini kabul etmek gerek. Bir yaşam öyküsünü objektif bir şekilde senaryolaştırabilmek, neredeyse o yaşamı tümüyle izleyiciye aktarmakla eş anlamlı. Bu ise, tüm teknik sorunları bir kenara bırakıldığında bile kahramanın deneyiminin biricikliği nedeniyle imkânsızdır.

Bu açıdan, çoğu zaman bir yaşam öyküsünün özeti olarak dahi adlandıramayacağımız biyografi çalışmalarının baş etmek zorunda olduğu sınırlılık probleminden Her Şeyin Teorisi de kaçamamış ve sadece Stephen Hawking’le Jane Wilde’ın hayatından küçük bir kesit olmayı başarabilmiş. Ancak, eskinin kıssalarını andıran bir üslupla bazı dersler vermeyi ihmal etmemiş. Filmde, inanç, kararlılık, sevgi, bağlılık, iyimserlik gibi temalar sık sık vurgulanıyor. Örneğin, Jane’in Katolik kimliği ile sevgisine sahip çıkması, doktorların iki yıl ömür biçtiği bir adamla yuva kuracak cesareti kendisinde bulabilmesi arasında bir paralellik kuruluyor. Herkesin ümidini yitirdiği bir noktada ümide sımsıkı sarılanın ve herkesi motive edenin Jane olması da bu açıdan tesadüf değil. Aynı şekilde, Jane’in inancı ve umudu taşımaktan yorulduğu bir noktada tüm aileye yardım eden inançlı Katolik bir figür olarak Jonathan’ın ortaya çıkması da anlamlı görünüyor.

Film, en başından beri inançsız olan Stephen’ın, Jane’in inancı sayesinde gösterdiği kararlılık olmasa belki de yoluna devam edemeyecek, Tanrısız bir evreni mümkün kılacağını umduğu her şeyin teorisini açıklayan basit formülü arayacak motivasyonu kendisinde bulamayacak olduğunu düşündürüyor. (Kazayla döktüğü kahveyi ve kazağını giymeye çalışırken göz göze geldiği şömineden aldığı ilhamı saymazsak) Hawking’e “zeki ateistlerin dini” olarak tanımladığı kozmolojiyi sarsma gücünü ve cesaretini veren Jane’in inancı oluyor, fakat o Jane’nin inancını paylaşmıyor. İkiliyi bir arada tutan sevgi bağının çözüldüğünü, ikisinin de kendilerine inanç yönünden benzeyen yeni insanlarla tanışmalarıyla öğreniyor olmamız bu bağlamda ince bir gönderme olarak değerlendirilebilir.

Tüm bunlar filmde Hawking’e şu cümleyi kurdurabilmek için yapılmış gibi: “Hayat ne kadar kötü görünürse görünsün yapılacak, başarılacak bir şey vardır. Hayat varsa umut da vardır.” Tek sorun, filme hâkim olan Jane Wilde öznelliğinin bu başarının tam olarak ne olduğunu ve nasıl gerçekleştiğini anlamamıza yeterince izin vermeyen müdahalesi. Tarafların anlayışlılığı ve hoşgörülülüğü ise şüpheyle karşılanacak bir abartıya sahip. Filmi izledikten sonra hiç kavga etmeden ve birbirlerini incitmeden evlenen, üç çocuk sahibi olan ve boşanan bir ailenin dünya gerçekliğiyle ne kadar örtüşebileceğini düşünmemek elde değil. Bu yönüyle filmin, izleyicide en azından çiftin hayatına dair daha fazla merak uyandırmayı başardığını söyleyebiliriz. Hawking’in hayatındaki “her şeyin teorisini” keşfedebilmek için daha fazla kara deliğin aydınlanmasına ihtiyaç var.

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..