Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
10.05.2015 Gizli Kusur Karnavalesk Bir Seyir Havva Yılmaz

Bakhtin, 1940’da yazdığı Rabelais’te, Rönesans döneminde ideolojinin dönüşümünü, edebi formların değişimiyle ilişkilendirerek, Rabelais’in Gargantua ve Pantagruel metni üzerinden dilin karnavallaşmasını örneklendirir. Buna göre, ortaçağ ideolojisinin, kutsal metinler ve dini ayinler ile ürettiği katı ve kuralcı dilin yapısı ile halk dilinin, sadece karnavallarda vücut bulan gayriciddî ve esnek formuyla tam bir karşıtlık içerisindeydi. Kurulu düzenin tüm normlarının askıya alındığı, dayatılan düzeni geçici bir süre için yok sayıldığı, her türlü kuralsızlığa açık, eğlence ve mizaha dayalı bir kutlama biçimi olan karnaval, Bakhtin’e göre, ürettiği bu özgün ve özgürleştirici dili, Gargantua ve Pantagruel’de temsil edebilmişti.(1) Anlatının kalıplaşmış formlarını yıkıcı gücü nedeniyle, ideolojiyi de sarsan ve kutsalları yerinden eden karnavallaşma süreci, Bakhtin’e göre edebiyatın ve sanatın dönüştürücü etkisini, aynı zamanda da temsiliyet kabiliyetini ortaya koymaktadır.  

Kavram, Türkiye’de henüz gösterime giren, 2014 yapımı Gizli Kusur (Inherent Vice) filminde de karşılığını bulmuş. Gizli Kusur, Paul Thomas Anderson’un, Amerikalı yazar Thomas Pynchon’un aynı isimli romanından uyarladığı son filmi. Anderson’un senaryosuna da imza attığı film, hem biçim hem de içerik açısından karnavalesk bir niteliğe sahip. 1970’lerde Los Angeles’ta geçen filmde, “hippi” yaşam tarzına sahip bir özel dedektif olan Larry “Doc” Sportello’nun (Joaquin Phoenix) eski sevgilisi Shasta Fay Hepworth’ün (Katherine Waterston) gizemli davetiyle araştırmaya koyulduğu bir dava etrafında gelişen olaylardan oluşur. Shasta Doc’a, emlak kralı yeni sevgilisine kurulan bir komplodan bahseder ve olayı aydınlatmasını ister. Doc, hem bu buluşmadan sonra kayıplara karışan sevgilisini bulmaya, hem de olayların iç yüzünü öğrenmeye çalışır. Böylece, bir yandan, adım adım büyük bir suç şebekesini keşfederken, diğer yandan “Amerikan rüyası”ndan bir kâbus panoraması çıkartmış olur.
 
Gizli Kusur, komedi, dram ya da polisiye türlerinden birine dâhil edemeyeceğimiz kadar karmaşık bir kompozisyona sahip. Birçok türü anımsattığı halde hiçbirini temsil etmemeyi başarmış. En yakın durduğu kara film kategorisine bile tam olarak dâhil edilemiyor, çünkü türün klasik özelliklerinden farklılık gösteriyor. Uzun Veda (The Long Goodbye) ya da Çin Mahallesi (Chinatown) gibi filmlerle benzerliği dikkat çekse de, bu yakınlık da sınırlı bir düzeyde kalıyor. Anderson, farklı türler gibi, sevdiği filmleri ve yönetmenlerini de kırkyama gibi Gizli Kusur’da birleştirmeyi tercih ediyor. Ancak buradan bir bütünsellik üretmek yerine panoramik bir çerçeve çiziyor. Bu çerçeve içinde film, konu edindiği suç ilişkileriyle, olayların kendisinden çok, hiyerarşinin tepesinde ya da en altında olmalarına bakmaksızın bireyleri içine çektiği trajik ilişkiler ağına dikkat çekmekte. Çoğu zaman suçluyla masumun da birbirine karıştığı filmde, uyuşturucu temasıyla örtüşen bir bulanıklık her aşamada kendisini hissettiriyor. Çözülen her düğümle, olay örgüsü daha çok karışıyor, isimler ve olaylar bir görünüp, bir kayboluyor, duygu durumları sürekli değişiyor ve hiçbir hâl kalıcı olamıyor. Bağlantı noktalarını tespit etmenin çok mümkün olmadığı bir imgeler evreninin içinde, kimi karakterler sadece bir kez kendilerine yer bulabilirken, bazısı tekrar tekrar karşımıza çıkıyor.
 
Birçoğu farkında olmadan Doc’un davayı çözmesine yardımcı olan karakterlerin, genellikle, Doc onları arama zahmetine girmeden karşısına çıkmaları da filmin gizemli atmosferiyle örtüşüyor. Shasta’nın ilk ricasından itibaren Doc, her çağrıya icabet ediyor ancak gizli bir güç tarafından yönlendiriliyormuşçasına karşısına çıkan ipuçları olmasa bu puzzle oyununun eksik kalacağı da ortada. Hikâyeyi astrolojiyle ilgilenen üçüncü bir kişiden dinliyor olmanın getirdiği metafizik çağrışımlar da bu buğulu atmosferi destekliyor.  Öte yandan, parçaların tamamına asla erişemeyeceği bu metafizik yolculukta Doc’un sezgisel bir şekilde aldığı kararlarının adalet ve merhamet duygusuyla alakalı olduğunu da biliyoruz. Her şeyi çözdüğü ama hiçbir şekilde meselenin içinden çıkamadığı bir aşamada Doc’un “beynini kemiren” tek şeyin “çocuk üzüntüsü” olması, bu yüzden Coy’u esaretten kurtarıp kızına kavuşturmak için çabalaması, filmin en anlaşılır kısmı.
 
Doc’un bir başka sezgisel yönlendiricisi ise aşk, ne başını ne de sonunu anlamamış olmasına rağmen Shasta’yla ilişkisine duyduğu özlem. Bu ruh hali “zaman denizinde, hatıralar ve kayıtsızlık denizinde yıllarca verilen” ancak “kaybolup giden ve geri dönmeyen sözler” gibi hikâyedeki boşlukların içine sızıyor.  Ancak, anlatıcı, filmin başında Doc’un çıktığı yolculuğu “Neptün’ün sonunda akrep burcundaki ölüm yolculuğundan çıkması ve yay burcundaki asil ruhun ışığında yükselmesiyle” ilişkilendirip “bunun aşk ile bağlantılı bir şey olması gerektiğini” hatırlatmasa fark edilemeyecek kadar gizli olan bu özlem, filmin karnavalesk atmosferinde zorlukla seçilebiliyor.
 
 
 
(1) Jale Parla, Don Kişot’tan Bugüne Roman, İletişim Yayınları (2000), sf.60-61.
 
 
YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..