Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
16.05.2011 Munyurangabo Ulusal Kimliğin İnşası Barış Saydam

Munyurangabo, iki çocuğun şehirden taşraya yolculuklarını, Ruanda'nın içinde bulunduğu durumu da ekrana yansıtacak bir şekilde anlatıyor. Çocukların yolculuğunun arka plânında böylece bir yandan Ruanda’daki iç savaşın taraflarına ve acımasızlığına şahit oluyoruz, diğer yandan da Afrika kıtasındaki açlık, sefalet ve dağılan çekirdek ailenin durumuna ortak oluyoruz.

 

Filmin klasik bir Batılı sinemacının bakış açısına öykünmeyişi, yaşanılanları yerel bir gözden aktarması filmin en büyük artısı olurken; bununla koşut olarak Munyurangabo ulusal kültürün inşa edilmesi bağlamında da önemli bir çabaya karşılık geliyor. Batının otantiklik merakından uzak, Afrika’yı ve Afrikalıları belli stereotipler içine hapseden klişe anlatılarından oldukça farklı bir yerde duruyor. Bu noktada, Osman Sembene’nin zamanında Film Quarterly’e verdiği röportajda söylediklerine kulak vermekte fayda var: “Başlangıçtan beri sinema yerli kültürümüzü ve kahramanlarımızın efsanelerini yıkmaya çalıştı. Afrika’ya ilişkin bir dolu film yaptı, ama tümü de Afrika’nın dekor görevi yaptığı, Amerikalı ve Avrupalı istilacıların serüvenleri. Atalarımızın serüvenleri yerine öğrendiğimiz tek şey Tarzan oldu.” Sembene bunları söylerken, Afrika sineması yeni yeni filizleniyordu. İşin daha vahim tarafı ise, daha sonra –özellikle de Fransa’nın sömürgelerinde- yetişen Afrikalı sinemacılar da Batılıların yolundan giderek, Afrika’yı ilkel ve arkaik bir şekilde resmederek, kendi ülkelerini oryantalist bir bakışın boyunduruğu altında Batıya sunmaya başladı. Gerek kültürel gerekse de tarihsel olarak kolonyal dönemin klişelerini ve çarpıtılmış algısını devam ettiren filmler üretildi.

 

Bu açıdan Munyurangabo, Ruanda’yı ve yaşanan iç savaşın yol açtığı sıkıntıları Batıya ve Batılılara değil de, öncelikle Afrikalılara ve kendi halkına göstermek isteyen bir tavır benimsiyor. Kendi kültürünü, kendi coğrafyasını ve iyisiyle kötüsüyle kendi halkını olduğu gibi resmeden yapımda, bu yüzden Batının kolonyalist ve hegemonik tavrının ve indirgemeci tarih ve kültür anlayışının karşısına ulusal bir kimlik inşasının çıktığını görüyoruz. Terry George’un 2004 yılında çektiği ve iyi niyetli bir çaba olarak da yorumlanabilecek Hotel Rwanda filminin stilize ve “dışarlıklı” anlatımına kıyasla, Munyurangabo ne konvansiyonel sinemayı taklit etmeye yöneliyor ne de klişe bir 3. dünya sineması örneği oluyor. Batının Afrika’ya yönelik açlığın, sefaletin ve trajedinin hiç eksik olmadığı otantik bir coğrafya imajını kendine has bir dil tutturarak reddediyor. Ruanda’da yaşanan yıkımı, çözülen çekirdek aileyi, otorite boşluğunu ve kıtlığı ekrana taşıyor; ama bunları doğal hayatın işleyişiyle koşut bir şekilde yapıyor. Yerel kahramanlardan, Afrika’nın uzun yıllara yayılan mitolojisinden ve ülkenin kıtayla ilişkisinden de güç alarak, bütünlüklü bir resim sunuyor. Bu yüzden de, bütün karamsar tablonun tam ortasında geleceğe dönük bir umut ışığı beliriyor.

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..