Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
26.01.2013 Düşler Diyarı Korkuyla Örülü Evrenlerde Fantastik Bir Yolculuk Esra Bulut

Bathtub, New Orleans kıyılarında bir su bendinin arkasında kalan bölgedir. Su bendi iki bölgeyi kültürel bir dikotomiye referansla birbirinden ayırır. Birinin diğerine indirgenmesi değildir mesele. Birini kavrayabilmek adına diğerinin varlığının da tarif edilmeye ihtiyacı vardır. Çünkü bu iki taraf anlamlarını birbirleri sayesinde kazanırlar. Senaryoda Bathtub, modern dünya kadar varlık gösteren ya da göstermesi gereken bölgeyi temsil eder.

Bathtub’da, yoksul ama kendi dünyalarında mutlu olan bir topluluk yaşar. Diğer taraf ise modern dünyanın tamamı, Bathtub dışındaki her yerdir aslında. Film bu bölgeyi tanımlama gayretiyle açılır. Altı yaşındaki Hushpuppy babasıyla birlikte Bathtub’da yaşar. Yaşadıkları bölge harabe denecek kadar kötü durumdadır. Hushpuppy henüz altı yaşında olmasına ve envai çeşit hayvanla mutlu bir çocukluk geçirebilecek kadar doğal bir ortamda yaşamasına rağmen korkularıyla yüzleşmek zorunda kalır. Heidi gibi Alp Dağları’nda yaşasa optimist ruha sahip olabilecek bir çocuğa Bathtub’daki yaşam savaşı olgun olmaktan başka tercih bırakmaz. Babası tarafından Hushpuppy’e öğretilen “Bir gün her şey sular altında kalacak.” korkusu, çocuksu bir iyimserliğin istilasına uğrar sürekli. Her şey sular altında kalsa bile o yine babasıyla Bathtub’da yaşayacaktır. Çünkü dünya aslında suda yaşayanlar, yani Bathtub’lılar içindir.

Hushpuppy, Bathtub’ı diğer dünya üzerinden tanımlarken karadaki (su bendinin diğer tarafı) yaşamda, balıkların plastik ambalajlarda, bebeklerin pusetlerde, tavukların şişlerde olduğunu düşünmektedir. Roland Barthes Çağdaş Söylenler1 kitabında, oyuncağın tümüyle işlevsel oluşundan değil taşıdığı tözden belli olacağının altını çizer: “Bugünkü oyuncaklar nankör bir maddeden yapılmıştır, bir doğanın değil bir kimyanın ürünleridir.”Bu yüzden tahtanın cana yakın ve şiirsel bir tözden oluştuğunu söyleyerek doğal hayata vurgu yapar. Hushpuppy, doğal tözün içinde süregelen hayatında çamurla ve gerçek hayvanlarla oynayarak babasının ona seçtiği alternatif dünyada yaşar. Kendi dünyasındaki bebekler toprağın üzerinde, balıklar ellerini daldırıp yakaladığı suyun içindedir. Bu yüzden su bendinin diğer tarafı onun için anlaşılmaz bir korku ülkesidir.

Tabiatla modern hayatı ayırmaya çalışan çocuk zihni, kendini dış dünyaya karşı koruma güdüsüyle, babasının öğrettiği gibi savaşçı bir kimlik edinme ihtiyacı hisseder. Baba-kız farklı barakalarda yaşarlar. Farklı barakalar aralarındaki bağı ve bireyin tek başınalığını tanımlamak adına önemli birer metafordur. Baba ile kızın hikâyesi aslında balık yemek için balık tutmayı öğrenme hikâyesidir. Baba, Hushpuppy’nin güçlü bir birey olabilmesi için merhamet dilini ondan esirger. Acımasız dünyaya yapılan hummalı hazırlık, Hushpuppy’nin çocukluğunu güç egzersizlerine dönüştürür. Annenin olmaması, babanın ise hasta olması yalnız bir hayatın habercisidir. Yeşilçam melodramlarından hatırlanacağı gibi baba, ardında ağlamaklı bir evlat bırakmaktansa acımasız bir baba olarak hatırlanmayı tercih eder. Neredeyse bir antrenman gibi geçen hayata hazırlık denemeleri babanın hastalığının kötüleşmesine tezat, aralarındaki iletişimsizliğin iyileşmesini sağlar.

Korkunun Yarattığı Paralel Evrenler ve İmgeler

Hushpuppy’ye miras kalan korkular zihninde paralel evrenler yaratır. Yaşadığı dünya/ Bathtub, anımsadıkları ve düşleri küçük kızın içinde gidip geldiği üç paralel evrendir. Bu evrenlerdeki mitler form değiştirerek birbirini takip eder. Çünkü filmdeki tüm mitler Hushpuppy’nin korkularının tezahürüdür. Yaşadığı dünyada/Bathtub’daki en güçlü imge babadır. Baba aynı zamanda Hushpuppy’nin paralel evrenlerinin de bağlayıcısıdır. Günden güne kötüleşen hastalığı Hushpuppy’nin yaşadığı dünyadaki güç savaşını ve düş evrenindeki yaratıkların tahakkümünü besler. Babanın, şehirdeki insanların hayatlarını devam ettirmeleri için Bathtub’la aralarına ördükleri barajı yıkması, hastalığının da son dönemlerine denk düşer. Zorunlu tahliye nedeniyle Bathtub’da yaşamanın yasak olması, barajın yıkımı ile şehirlilerin bu bölgeye istilasını başlatır. Bathtub’lılar apar topar dış dünyaya sürüklenirler. Bu sürükleniş Hushpuppy’nin hazırlandığı dış dünyaya ilk adımıdır. Güç egzersizleri işe yarar ve küçük kız gezindiği tüm paralel evrenlere hükmedebileceğini keşfeder. Baba kadar baskın diğer figür ise annedir. Hushpuppy zihninde oluşturduğu gerçeküstü anne figürünü fantastik dünyasına yerleştirir. Anne, babanın zalim görünümünün karşısında sığınılacak tek yerdir. Dış dünyaya adım attığında cesaretle gitmeyi seçeceği yerlerden ilki annesinin yanıdır. Paralel evrenler arasındaki gezintisinde neon ışıkları ile donatılmış, yer altı mekânlarından birinde rastladığı kadın, tam da anne reflekslerini taşır. Hushpuppy, kadının timsah etinden sihirli yemeğini yiyip ona sarılarak dinginleşmeye çalışır. Düşlerini süsleyen bu kadına sarıldığında hayatında kaç kez kucağa alındığını hatırlar. Az da olsa gösterdiği çocukluk zafiyetlerini fantastik dünyasındaki bu kadınla giderir. Sihirli timsah etini hasta babasına getiren Hushpuppy, kurduğu paralel evrenler arasında bir aracıya dönüşür. Düşlerini, anımsadıklarını ve Bathtub’daki yaşamını bütünleştirir.

Bir Kral Kadar Güçlü Olmak

Filmde antik çağdan miras alınan ve Auroch olarak tanımlanan uzun yeleli mamut benzeri hayvanlar Hushpuppy’nin düş evreninin en güçlü imgesidir. Bu hayvanlar filmde tarih öncesi dönemde ilkellerin bizonları konumlandırma çabasına eş değer bir anlatıma sahiptir. İspanya’da ve Güney Fransa’daki bizon resimleri, Buzul Çağı’nda ilkel topluluklar tarafından mağara duvarlarına resmedilmiş ilk sanatsal çabalar olarak kabul edilir. Bathtub’da yaşayan ve modern hayata direnen insanlar da yaşam pratikleriyle ilkel olanın devamlılığını temsil ederler. Gombrich’in anlatımına göre ilkeller için bir kulübe ve bir imge arasında yararlılık açısından hiçbir fark yoktur.2 Kulübeler onları yağmurdan, rüzgârdan, güneşten ve kendilerini yaratmış olan ruhlardan korurlar; imgeler ise, onları, doğal güçler kadar gerçek olan öteki güçlere karşı korurlar. Küçük kızın düşlerinin en güçlü imgesi olan Auroch’lar da bir tür inanıştan beslenir. Hushpuppy bir monologunda Auroch’ların dünyanın kralları olduğundan bahseder. Auroch’ları düş evreninde konumlandırdığı kral arketipi, hem kralların tarihsel serüvendeki kutsiyetinden hem de sahip oldukları yenilmez güçten beslenmektedir. İlkel insanların bizonları resmederek onlara daha kolay hükmetme inancı gibi Hushpuppy’nin düşler evreninde sürdürdüğü macera da Auroch’ları dize getirene kadar devam eder. Auroch’ları karşısına alacak cesarete sahip olduğu zaman diğer tüm evrenlerdeki serüvenini de tamamlar. Karşılaştığı anne figürü ile hasret gidermiş, babasını kaybedecek kadar ölümü kabullenmiştir. Ölüm ister Auroch’ların acımasız dünyasındaki kadar amansız bir savaşla olsun ister annesine seslendiği kadar boş bir yokluk sunsun, herkes onu kendisi yapan şeyi bir gün kaybedeceğini öğrenir.

Mit, yaşam-deneyiminin tahayyül ediliş biçimidir.3 Simgesel bir bakış tarzı olarak da kabul edilebilecek mitler Hushpuppy’nin tüm evrenlerine kolayca adapte olmamızı sağlarken modern hayat ile tabiat arasındaki mesafenin de altını çizer. Fantastik bir film ya da bir belgesel gibi izlenebilecek Düşler Diyarı iki dünyayı kesin çizgilerle ayıran alternatif söylemiyle de dikkat çekicidir. Ekolojik dengenin bozulmasıyla süregiden modern hayat, çocuk zihninde çok da masum imgeler bırakmaz. Hushpuppy, bilgece laflarıyla yaşam deneyiminin mükemmelliğini anlatmaya çabalarken modern hayatın doğal töze olan mesafesini bir kez daha vurgular. Tüm evren bir uyum içinde hareket ediyorsa ve bu uyumu bozacak ufak bir parçanın dahi düzeltilmesi gerekiyorsa, misyonunu kendi adına tamamlar. Kral kadar güçlü olmaya niyet eden küçük kız sonunda koca bir evrenin minik bir parçası olduğunu kabul eder. Su bendinin diğer tarafı içinse durum daha vahimdir. Çünkü Hushpuppy, şehir hayatını, içinde su olmayan bir akvaryum olarak tanımlayarak, modern insana yaşam şansı tanımaz.

 

1 Roland Barthes, Çağdaş Söylenler, çev: Tahsin Yücel, İstanbul, 2003, Metis Yayınları, s. 54.

2 E.H. Gombrich, Sanatın Öyküsü, çev: Erol Erduran ve Ömer Erduran, İstanbul, 1997, Remzi Kitabevi s. 39.

3 Ünsal Oskay, Popüler Kültür Açısından Çağdaş Fantazya -Bilim-Kurgu ve Korku Sineması-, İstanbul, Der Yayınevi, s. 47.

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..