Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
18.05.2010 Büşra “Çizgi”sini Zorlayan Büşra Esra Bulut

Karikatürist Bahadır Boysal’ın yaklaşık üç sene önce Leman’da çizmeye başladığı  “Büşra”, 2010’da beyazperdeye taşındı. “Büşra”nın çizgideki serüveni başörtüsünün kamusal alanda yasaklanması ile başlarken film, kamusal alandan tecrit edilmek istenen başörtülüler ile kamusal hayatın engellerine takılmamış olanlar arasında irtibatı sağlamak adına denenen yollardan biri olur. Ele alınan konunun sadece bir “sorun” şeklinde görülmesiyle başlayan serüven, çizerin, yönetmenin, oyuncunun elindeki malzemeye şekil vermekte zorlanmasına rağmen ortaya başörtülü bir kahraman çıkarır.

Büşra’nın “başındaki örtü”, ülke olarak sıkıntıdan kurtulamadığımız konulardan biri. Kamusal, sosyal ve İslâmi pratikleri anlamında tartışılagelen başörtüsü meselesi, mahrem bir alana işaret ederken bireysel bir tercih olmanın ötesinde üzerine yapıştırılan ideolojik göndermeler yahut yüklerle değerinden yoksunlaştırılarak merkezini yitiriyor. Yanlış bir zeminde işlenen ve pek çok sorunsalı peşinde sürükleyen bir meselenin tarifi, sinema konusunda rüştünü henüz yeni yeni ispatlamaya çalışan bir ülke olarak elbette bizi zorluyor. Meselenin toplumsal yönden handikaplar barındırması, ekstra sorunların ortaya çıkmasına sebebiyet veriyor.

 

Muhafazakâr aile yapısına sahip Büşra, okulunun bitmesiyle iş dünyasının kapısını aralar. Alis’in “Harikalar Diyarı”na girişi kadar fantastik sayılabilecek bu aralanış, seyirci üzerinde Büşra’nın dış dünyaya fırlatıldığı hissiyatını yaratacak kadar da güçlüdür. Büşra, olumsuz bir cevapla hayal kırıklığı yaşadığı iş yerinde “nihilist yazar” Yaman ile tanışır. Filmde nihilist/progresif olarak tanımlanan yazar, bohem bir kimliğin temsilidir. Yaman, Doğu’nun spritüel öğretileriyle hayatına yön vermeye çalışan kız arkadaşı Alara ile ayrılmak üzeredir. Yakın bir zamanda aile dostlarının oğlu “efendi-imanlı damat adayı” Ferit ile evlenecek olan Büşra ise tesettürlü bir genç kızdır. Dindar kız ile nihilist adam arasında imkânsız bir aşk doğar. İmkânsızlıklarla örtüşen hayat pratikleri her iki cephede tavizlere kapı aralar. Nihilist adam sınırlarını zorlayarak tesettürlü bir kıza âşık olduğunu çevresine yüksek sesle söylemeye başlar, hatta aşkı için kavgalar eder. Tesettürlü kız ise içinde bulunduğu “mahremiyet alanı”nın sınırlarında gidip gelir.

 

“Öteki”ni kabullenerek ya da reddederek varolmak 

Modernizmin getirisi olan bireysellik, filmin söyleminde içkinleşmemiş bir gönderme olarak kalır. Bu yüzden önyargıların bir yana bırakılıp “benzemeye ya da benzememeye çalışmak” şeklinde açıklanabilecek filmin ana teması her ne kadar altı çizilmek istense de yalnızlık değildir. Yönetmen sürekli dış ses kullanımıyla yalnızlık vurgusunu çoğaltsa da filmin asıl derdinin, kendini var ederken “öteki”ni kabullenmeye ya da reddetmeye zorlanma hâli etrafında geliştiği görülür.

Yönetmen Alper Çağlar’ın da vurguladığı üzere filmde tesettürlü bir insanın yaşam pratiklerini anlamak adına ciddi bir çaba sözkonusu. İşin problemli tarafı ise “öteki”leştirilen bir kahramanı anlamaya çalışırken tamamen anladığını varsayarak anlatma çabasına girişmekten kaynaklanır. Öteki, daha baştan tanımlandığından anlamak için önce tanımlamalardan kurtulmak ve yepyeni bir sayfa açmak gerekir. Oysa Çağlar’ın anlatmaya çalıştığı “öteki”,  kendi dünyasında hiçbir sahici göndermesi bulunmayan tesettürlü bir bireyin temsilidir. Yönetmenin yine bir röportajında tesettürlü bir insana duyduğu önyargının filmden sonra da yerini koruduğunu vurgulaması, Büşra ile tanımladığı “öteki”nin ötekiliğinin altını bir kez daha çizer. Tesettürlü bir kızın ev hâli, dışarıdaki giyim tarzı, bilgisayarda kamera açmak istediğinde hâlâ başörtüsü takıp takmaması gibi detaylar, vâkıf olunamayan ötekini anlama/anlatma çabasından öteye geçmez.

 

İç dünyasına girilemeden sadece dış gözlemlerden yola çıkılarak tarif edilen Büşra, dindarlığı ve zaafları arasında gidip gelirken ayakta durmakta zorlanır. Büşra’ya ilişkin en çarpıcı şey ise ne kadar yanlış yaparsa yapsın aslında özünde iyi birisi olmasıdır. Her muhabbetin geyik unsuru hâline gelen, ağırlığı hafifleten, zaafları silikleştiren “özünde iyi” olma hâli onca yanlışa rağmen vurgulandığı için işe yaramaz. Büşra’nın zaman zaman saflıkla karıştırdığı iyiliği, çevresindeki hiçbir tehdit unsurunun farkında olamama sınırına kadar varır. İyilikle örtülmeye çalışılan zaaflar, filmin diğer karakteri Yaman üzerinde meşrulaştırılır. Karakterlerin ideolojik düzlemdeki farklılıkları, birini doğru diğerini yanlış kılar; Yaman’da normalleştirilen hâller, diğerinin zaafları olduğu için Büşra’yı iyileştirmek adına masum, “özünde iyi” olma mecburiyetini beraberinde getirir. Tesettürlü bir bireyin, “öteki”nin yaşam pratiklerini anlamak adına yapılan onca antreman tutarsızlıklarla dolu bir filmi doğurur.

 

Mahremiyetin sınırlarında, resmi ideolojinin safında

Aşk rüzgârıyla savrulan Büşra, insani zaafları ve dindar kimliği arasında kalarak filmin en çelimsiz karakteri hâline gelir. Başına taktığı örtü, maddeden ayrı tanımıyla etrafına mahrem bir alan çizip gözetilmesi gereken bir mesafeyi anlatırken o, beşeriyetle yoğrulmayı seçerek bu mahremiyeti ihlâl eder. Henüz başörtüsünü çıkarttığı sahneye gelmeden bu sınır zaten çoktan aşılmıştır. Mahremiyeti zedeleyen tavizler, biçim ve muhteva arasındaki tezat, seyirci üzerinde bir meşrulaştırma vesilesidir. Bu durum yönetmen kadar “öteki”leştirileni içkinleştiremeyen seyirci kitlesi için de “dindar insanların mahremiyet alanı” ile alâkalı sıkıntılı soruları beraberinde getirmeye açıktır. Dindar kimliğinin çok uzağında bir tavırla âşık olduğu adamı öpen, bir barda düzenlenen davete katılan, en nihayetinde sevdiği adamın yarasına merhem olmak için dans ettiği meydanda başörtüsünü çıkartan Büşra, bu feda ediş ile film içerisindeki başörtüsü vurgusunu zedelemez. Çünkü Büşra iyidir ve başörtüsünü sevdiğinin yarasına sarmak için, yani insani bir durum adına “feda” (!) eder. Büşra’nın masum kimliği dindar kimliğini film boyunca bastırır ve başörtüsünü bir aksesuar gibi taşımasına neden olur. Nihayetinde başörtüsü masumiyete feda edilse de feda edilen aslında masumiyetin ve mahremiyetin ta kendisidir.

 

Atatürk heykelinin önünde dans ettikten sonra aynı heykelin önünde başörtüsünü çıkartan Büşra, yönetmeninin ve çizerin kendisine yük ettiği ideolojik örtüden kurtulur ve artık resmi ideoloji ile aynı safta yer alır. Büşra’nın başörtüsü, resmi ideoloji ile barışırken dağınık saçlarını koklayan Yaman sayesinde başörtüsünü araçsallaştıran bir tanımlamanın da imajına dönüşür. Aslında Büşra, Türk sinemasının vazgeçilmez klişelerinden birinin tekrarı şeklinde okunabilir: Dindar bir karaktere yahut tiplemeye yakıştırılan yahut yapıştırılan ideolojik yük, insani doğanın önüne geçer ve herhangi bir insanda normalleştirilen hâller ondaki (aslında ideolojisindeki) çelimsizliğe, zayıflığa ve tutarsızlığa atıfla açıklanır. Filmde dindar bireyin (Büşra’nın) zaafları, insani doğasına bitişik algılanması gerekirken her nasılsa yaslandığı değerler sisteminin çürüklüğünü, dünyaya uymazlığını, uyumsuzluğunu anlatır.

 

Büşra, prototiplerinin zenginliği, eski Türk filmlerine göndermeleri ve replikleri ile son derece eklektik bir yapıda ilerler. Yalnızlık çatısı üzerine kurulmaya çalışılan film, nihilist yazar Yaman ile dindar kız Büşra’nın imkânsız aşkından yönetmenin kendi değimi ile bir Romeo-Juliet hikâyesi doğurtmaya çalışır. Oysa film, bu çıkarımın çok uzağında kavga sahnelerindeki gibi karikatür kıvamında bir seyirle izlenebilir. Ne Yaman entelektüelliğinin ve nihilistliğinin hakkını verir ne de Büşra başındaki örtünün; karakterler de film gibi kafası karışık ve sallantıda kalır.

 

Şüphesiz film üzerine en çelişkili yorumlar başörtüsü konusundaki önyargıları kırıp kıramayacağı noktasında gelişti. En hüzünlü tarafı ise Müslüman bir ülkede yaşayan başörtüsü takan bireylerin “öteki”likten kurtularak hoşgörü kazanmaları için bir filme muhtaç olmaları sonucuna varılmasıydı. İslâmi pratiklerden yoksunluğu ve tüm eksiklerine rağmen tesettür meselesinin ülkede nasıl algılandığının bir çeşidi olarak izlenebilir Büşra. Kendi toplumsal sorunlarımızı ithal edemeyeceğimizi ve kendi değer yargılarımızla imtihana sokabileceğimizi hatırlayarak bu meseleyi klişelerden uzak daha sahici yorumlarla işleyebilmeliyiz. Aksi takdirde çizgi karakter olarak başlayan Büşra’nın serüvenini sinemada da çizgiden öte izleyemeyeceğiz. 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..