Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
28.03.2013 Lincoln İstisnai Bir Lider Ali Aslan

Son yıllarda Hollywood’un Amerikan başkanlarından Abraham Lincoln’e yönelik önemli bir ilgi geliştirdiğini görüyoruz. Bu ilginin sebebi nedir? Daha da önemlisi Lincoln neyi sembolize ediyor? Bu sorulara cevap vermeden önce, meselenin daha iyi anlaşılması için Lincoln hakkında birkaç ufak bilgi verelim. En başarılı Amerikan başkanlarından birisi olarak kabul edilen Lincoln, ABD’nin 16. Başkanı olarak 1861–1865 yılları arasında iki dönem görev yapmıştır. 1860 yılında köleliği kaldırma vaadiyle başkanlığa adaylığını açıklaması, tarıma dayalı ekonomiye sahip ve doğal olarak köleliğin devamını isteyen on bir “Güney” eyaletinin Birlik’ten (hâlihazırda devletleşme aşamasında olan Amerika Birleşik Devletleri’nden) ayrılmasına sebep olmuştur. Bu on bir eyalet, başkenti Richmond, VA’da kurdukları yeni bir siyasi oluşum ve ordu ile Washington, DC’deki “devlet” iktidarına meydan okumuş ve böylece kanlı çatışmaların yaşandığı Amerikan “iç savaşı” patlak vermiştir. 1861’de Washington’da başkanlık koltuğuna oturan Lincoln’ün önündeki en temel mesele de iç savaşı bitirmek, yani devlet otoritesini ve düzeni yeniden tesis etmek olmuştur.

 

Steven Spielberg’ün Lincoln (2012)’ü tam da bu iç savaş yıllarına odaklanmaktadır. Şüphesiz Amerikan örgün eğitim kurumlarında DVD’lerinin rafları süsleyeceği, tarihi ayrıntılar, anlatımının didaktikliği ve iki saati aşkın süresiyle izleyiciyi zaman zaman sıkan filmde temel çatışma unsuru, köleliğin kaldırılması ve iç savaşın sona erdirilmesi arasındaki ilişki etrafında şekillenmektedir. Köleliği kaldırmaya kararlı olan Lincoln (Daniel Day-Lewis),· köleliği sona erdirecek olan meşhur 13. düzenlemeyi iç savaşı sona erdirecek barış görüşmelerinden önce Kongre’den geçirmek istemektedir. Çünkü bu değişiklik anayasaya barıştan önce girmezse, barışın ardından birliğe geri dönecek olan “Güney” eyaletlerinin değişikliğe itiraz etme ve yasayı geri çevirme güçleri olacaktır. Bu arada, “Kuzey” orduları “Güney” ordularını nerdeyse dize getirmiş ve barış için şartlar yeterince olgunlaşmıştır, fakat Lincoln anayasal düzenlemeyi Kongre’den geçirecek çoğunluğu bir türlü sağlayamamaktadır. Bu sebeple de barış görüşmelerini bilinçli olarak ertelemektedir. Aynı zamanda halkına koruyucu bir “baba” gibi yaklaşan Lincoln – filmin açılış sahnesi ve kamera açıları buna iyi bir örnek sunmaktadır – bu durum karşısında vicdan azabı çekmekte ve akan kanı biran önce durdurmak istemektedir. Oğlunun (Joseph Gordon-Levitt) da, Lincoln’ün tüm itirazlarına rağmen, savaşın sonuna doğru savaşa katılma kararıyla Lincoln’ün üzerindeki baskı, ilk çocuklarını kaybetmelerinin ardından psikolojisi alt üst olan ve diğer oğlunu da kaybetmek istemeyen eşinin (Sally Field) serzenişleriyle katlanarak, gün geçtikçe artmaktadır. Filmin büyük bölümünü, Lincoln ve adamlarının zamana karşı verdikleri mücadele ve Kongre’de çoğunluğu sağlama çabaları – bu ikna çabaları bir yandan ateşli ve duygusal konuşmaları içerdiği gibi Kongre üyelerine sunulan yasadışı vaatler ve rüşvetleri de içermektedir – oluşturmaktadır. Neticede zor da olsa çoğunluk sağlanır, kölelik kaldırılır ve hemen akabinde de barış görüşmeleri başlar. Lakin Lincoln kölelik taraftarlarınca “hain” olarak görülmektedir; tüm uyarılara rağmen, 15 Nisan 1865’te eşiyle birlikte gittiği bir tiyatro salonunda uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybeder. Özetle, Lincoln düzenin yeniden sağlanması için kendini feda etmiş, devlete ve halkına kendini kurban olarak sunmuştur.

 

Lincoln Neyi Anlatır?

Başta sorduğumuz sorulara dönelim: Lincoln neyi anlatır? Doğrudan bir neden-sonuç ilişkisi kurmak veyahut niyet okumak doğru olmayabilir, fakat ne insanların amaçsızca ve aklına estiği gibi davrandığına ne de sinemanın sadece bir eğlence aracı olduğuna ikna olmamız oldukça zor. Mesela, Spielberg’ün köleliği kaldıran Lincoln üzerinden ülkenin ilk siyahî başkanına (Barack H. Obama) ayar vermek, “diyetini öde,” gibi bir amaç taşıdığı yabana atılır bir iddia değil. Fakat kanaatimce Amerikan devletine olan düşkünlüğü ile bilinen Spielberg’ün hesabı bununla sınırlı değil. Daha açık ifadeyle, Spielberg’ün Lincoln’ünün erozyona uğrayan Amerikan devlet otoritesine destek çıktığını söylemek abartı olmaz. Devlet otoritesi (evet, Amerika’da bile!) i) günümüzde artan aşırı dünyevileşme ve bireyselleşmeyle toplum olma duygusunun (asabiye) ve toplum ve devletin çıkarları için kendini feda etme düşüncesinin zayıflaması, ii) neo-liberal ideolojiyle birlikte siyasetin ekonomiye kurban edilmesi, iii) medya ve kültürel alanda oldukça etkili olan sol-liberal söylemin devlet otoritesinin aşkınlığı fikrinin altını oyması ve iv) ekonomik krizin ardından toplumu tutmada ve devlet otoritesinin sağlanmasında önemli bir işlevi olan mitin, yani meşhur “Amerikan rüyası”nın, derin yara alması ile ciddi bir biçimde zaaf göstermektedir. Bu gelişmeler, liberaller tarafından “özgürlüğün zaferi” olarak kutsanırken, muhafazakârlara göre “ufuktaki anarşinin” habercisinden başka bir şey değildir.         

 

Bu açıdan bakıldığında, Lincoln’ü muhafazakârlar için önemli kılan iki husus var. Birincisi, Lincoln tam da devlet otoritesinin ciddi bir şekilde sekteye uğradığı bir dönemde -iç savaş anında - başkanlık koltuğunda oturmaktaydı. Elbette o dönemle günümüz arasında kapsam ve mahiyet yönünden ciddi farklılıklar olsa da, devlet otoritesinin düştüğü durum açısından önemli benzerlikler bulunmaktadır. İkincisi ve daha da önemlisi, Lincoln anarşiye son vermek ve devlet otoritesini yeniden inşa etmek için “yazılı kuralları” (daha açık ifadeyle Anayasa’yı) çiğnemekten ve nerdeyse tek taraflı değiştirmekten çekinmeyerek “gerçek bir lider” gibi davranmıştır. Bu açıdan bakıldığında, egemenliği kullanma hakkını elinde tutan “lider,” ama “gerçek bir lider,” gerektiğinde devletin ve toplumun iyiliği için oyunun kurallarını mevcut kuralların dışına çıkarak yeniden tesis etme veyahut da değiştirme iradesi gösteren, yani “istisna olana karar veren” kişidir. Bu haliyle, Spielberg Lincoln aynasında Obama’ya “gerçek bir lider gibi davran” mesajı verdiği gibi Amerikan halkına da önemli uyarılarda bulunmaktadır: “gerektiğinde düzenin bekası için egemen devlet mevcut kuralları askıya alabilir ve aynı zamanda insanlardan canlarını feda etmeyi isteyebilir, buna hazır olun.”



· Burada bir parantez açacak olursak, filmde Lincoln’ün köleliği neden kaldırdığına dair kapsamlı bir tartışma yapılmıyor; anladığımız kadarıyla Lincoln’ü harekete geçiren daha çok “siyasi” değil “insani” nedenler. Fakat bazılarına göre, Lincoln’ün köleliği kaldırma siyasetinin arkasında “Kuzey”e göre ekonomik olarak daha önde bulunan “Güney”in önünü kesmek olduğudur. Bu bilgi ışığında, bu dönemde ABD’nin tam anlamıyla bir siyasi bütünlük kuramadığının, yani henüz bir “devlet” olmadığının, altı bir kez daha çizilmelidir.

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..