Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
24.05.2013 Lanetli Kan “Bay İntikam” Hollywood’da Ali Aslan

“Bay İntikam” olarak nam salmış Güney Koreli yönetmen Park Chan-wook’un son filmi Lanetli Kan (Stoker, 2013)’da yine bir intikam hikâyesine şahit oluyoruz. Senaristliğini Prison Break dizisinin başrol oyuncusu Wentworth Miller’ın yaptığı Lanetli Kan aynı zamanda Park’ın Hollywood’a giriş filmi özelliğini de taşıyor. Gotik öğelerle bezenmiş gerilim-dram özelliği taşıyan film, babasının ölümüyle birlikte yalnızlığa gömülen çocuk yaştaki bir kızın, India Stoker (Mia Wasikowska)’ın, birdenbire ortaya çıkan gizemli amcası Charlie (Matthew Goode)’nin de etkisiyle, peyderpey kontrol dışına çıkan şiddet patlamasını konu ediniyor.

 

Üst-orta sınıf bir Amerikan ailesinin tek çocuğu olan India’nın dünya ile olan tek bağı babası Richard (Dermot Mulroney)’dır. Babası ile evlerinin civarındaki ormanın derinliklerinde avlanarak zaman geçirmek başlıca eğlenceleridir. Babası ölünce India, ilgisiz ve orta yaş bunalımının pençesindeki annesi Evelyn (Nicole Kidman)’le ormanın ortasında ıssız ve kocaman bir evde yapayalnız kalır. Anne-kız sürekli çatışmaktadır ve çatışmanın zemininde anne ve kızın sosyal rollerinin gereklerini yerine getirmemeleri ve sevgisizliğin sancıları yatmaktadır. Buna bir de babasının ölümüne kadar varlığından haberdar olmadığı amcasının evde kalmaya başlamasının yarattığı karmaşa eklenecektir. Bu tekinsiz ve başıbozuk ortamda, annesi ile amcası arasındaki gereksiz samimiyet ve fiziksel yakınlaşma India’yı rahatsız etmekte, annesinin ölen babasına ihanet ettiğini düşünmektedir. Bu arada amcası sürekli India’yla arkadaş olmak istemekte fakat karşılık alamamaktadır. Ta ki India’nın annesine inat bir gece yaptığı kaçamak esnasında erkek arkadaşının saldırgan tavırlarına maruz kalmasına kadar. India ve amcası o gece ortak bir cinayete imza atarlar. Öldürmeye ve ölülere alışkın India’nın gözünde vahşice işlenmiş bu cinayet, amcayı daha da gizemli hale getirir. Ayrıca, evdeki derin dondurucuda evin kâhyasının cesedine rastlaması ve amcasıyla tartışan bir akrabalarının birdenbire ortadan kaybolması, India’nın aklını daha da kurcalar. Bunun üzerine amcasına dair gizlice bilgi toplamaya başlar ve sonunda karanlık bilgilere ulaşır. En önemlisi ise babasının kaza sonucu ölmediğini, amcası tarafından öldürüldüğünü keşfetmesi olacaktır. Bunun üzerine amcasını öldürmeye karar verir. Evde çıkan bir kargaşa esnasında pompalı tüfekle amcasını havaya uçurur. Ardından babasının arabasıyla evi terk eder ve yolda bir polis memurunu da hunharca katleder.

          

Hitchcock’a Saygı Duruşu

Park’ın Hollywood’a attığı ilk adımın ünlü yönetmen Alfred Hitchcock’a saygı duruşuyla gerçekleşmesi pek de şaşırtıcı değil. Park’ın yönetmenliğe ilgisinin Hitchcock’ın Ölüm Korkusu (Vertigo, 1958) filmi ile başladığı bilinen bir gerçek. Lanetli Kan’da Park, Hitchcock’ın Şüphe’nin Gölgesi (Shadow of a Doubt, 1943) ve Sapık (Psycho, 1960) filmlerine bariz göndermeler yapıyor. Gizemli amca, doldurulmuş kuşlar, röntgencilik, şizofreni, cinsel sapkınlık vs. gibi göndermeler bir yana, ebeveyn-çocuk arasındaki saplantılı ilişki ve bu ilişkinin sebep olduğu şiddet ve korku en fazla göze çarpan unsur olarak karşımızda durmaktadır. Hitchcock filmleri ile paralel bir şekilde, Lanetli Kan da şiddetin kaynağının anormal/kaçık bir şahsiyet olmaktan öte, toplumsal kültür ve normlar olduğuna – dolaylı yoldan da olsa – işaret etmektedir. Şiddete başvuran bu insanların karanlık yönlerinin baskın hale gelmesi mevcut toplumsal kültür ve şartların bir sonucudur.

 

Bilindiği üzere Hitchcock’un Sapık filmi Amerikan sinemasında birçok açıdan bir dönüm noktası niteliğindedir. Sapık, idealize ve sterilize edilmiş bir Amerikan toplumu imajının sergilenmesinden, Amerikan toplumsal kültürüyle yapılarının insanların karanlık yönlerini harekete geçirmesi ve ortaya çıkan akıl-almaz şiddet ve korkunun sahnelenmesine geçişi simgelemektedir. Sapık ve benzeri filmler, direkt bir toplumsal eleştiri amacı taşımasa dahi, Amerikalı sosyolog Philip E. Slater’ın 1970lerde ortaya attığı “tuvalet faraziyesi” (the toilet assumption) argümanının tersine hareket etmektedirler. Slater’a göre Amerikan toplumu sorunlarını görünümlerini azaltarak (mesela yaşlılar için huzurevi açmak gibi), yani sifonu çekerek halletmeyi ilke edinmiştir. Bunun temelinde de Amerikan toplumunun göç ettikleri memleketlerin sorunlarıyla yüzleşmek yerine onlardan kaçan bireylerden oluşması yatmaktadır. Hitchcock filmleri, temelde toplumsal sorumluluk bilinciyle hareket etmeseler dahi, hasıraltı edilen sorunların ve sıradanlaşan şiddet ve korkunun toplumsal alanda yarattığı tahribatı ortaya sermekte ve bir nevi toplumsal eleştiri özelliği taşımaktadırlar.

 

Lanetli Kan da açık bir şekilde tatminsizlik, yabancılaşma, yalnızlık, sevgisizlik ve güven eksikliğinin, çocuk yaşta gayet varsıl ve steril bir ortamda yaşayan bir kız çocuğunu gözünü kırpmadan insanları öldüren bir caniye nasıl dönüştürdüğünü konu ediniyor. Böylesine bir hayatı üreten ve bunu da “norm”al olarak gören bir toplumdan ve çevresinden babasına ve babasıyla vahşi hayatta kurduğu dünyaya sığınan India’nın, babasının ölümüyle birlikte düştüğü boşluk ve anlamsızlık ortamı, dışa dönük (bu intiharla da sonuçlanabilirdi), hesap edilmemiş ve anonim şiddetin türediği odak noktası olarak karşımızda duruyor. İnsanlar arası etkileşimin dayanışma ve paylaşmadan ziyade rekabet ve çatışma üzerine bina edildiği ve toplumsal alanın daha çok egonun dışa doğru uzanımı görüntüsündeki bu ortamda şiddetin, özgürlüğün tecrübe edilmesinde yegâne bir araç olması ve insanın yapıp ettiklerine yönelik bir sorumluluk hissetmemesi şeklinde meşrulaştırılması hiç de zor değil. Filmin açılışında India bunu açık bir şekilde ortaya koyuyor: “Nasıl bir çiçek hangi rengi aldığından sorumlu değilse, biz de kim haline geldiğimizden sorumlu değiliz; işte özgürlük tam da bu!” 

 

Lanetli Kan kamera açıları ve sahne geçişleri ile şiddeti yalnızca duygusal ve mental değil, fiziksel olarak da iliklerimize kadar hissetmemizi sağlayarak Park’ın kendisine koyduğu başarı kriterini karşılıyor. Aynı şekilde, bir dereceye kadar India’nın şiddetini de meşru görebiliyoruz; şiddete karşı şiddet. Lakin yukarıda da belirttiğim gibi, Lanetli Kan’ı bir şiddet şöleni ya da intikam hikâyesinden öteye taşıyan unsurların da farkına varmak gerekiyor. Babasının gözlükleri (yani kimliği veyahut benliği) takılıyken, yani korunaklı dünyasına çekilmişken India’nın polise sıktığı kurşunların hedefinde aslında canını yakan Amerikan toplumu olduğunu söylemek abartı olmaz. Yine, vurulan polisin çiçeklere sıçrayan kanının, masumiyetin böylesine bir toplum tarafından kirletilmesi, yitirilmesi anlamı taşıdığını da söyleyebiliriz. Fakat bu “dolaylı” toplumsal eleştiri herhangi pozitif bir öneri ile sonuçlanmıyor. Elbette bu hiç de şaşırtıcı değil. Haliyle bu nihilist tavır, şiddeti ortaya çıkaran şartların ve duyarsızlığın yeniden üretilmesi riskini taşıyor.

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..