Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
03.10.2013 Elysium: Yeni Cennet Hollywood Devrimi Ali Aslan

Spoiler Uyarısı: Bu yazı filmdeki kilit sahnelerle ilgili bilgiler içermektedir. Filmi izledikten sonra okunması önerilir.

 

Güney Afrika kökenli Neill Blomkamp’ın yönetmenliğini üstlendiği Yeni Cennet,  (Elysium) insanlararası siyasi-ekonomik ayrımcılığı konu ediniyor. 2009’da çektiği Yasak Bölge (District 9) filminde de benzer bir temayı işleyen Blomkamp, yerlisi olduğu ve çocukluğunu geçirdiği Güney Afrika’dan esinlenerek apartheidvari ayrımcı toplumsal yapıların insan hayatı üzerindeki yıkıcı etkisine dikkat çekmeye devam ediyor. Diğer taraftan, Yeni Cennet’te insanlığın kadim zamanlardan itibaren hayallerini süsleyen ve birçok edebi esere de esin kaynaklığını yapan, ölümsüzlük ve insani yüklerden arındırılmış bir hayatı vaat eden “yeryüzü cenneti” fantezisini bir kez daha gündeme getiriyor. Başka bir ifadeyle, bir yanda bilim ve teknolojik gelişmelerin en nihayetinde bize yeryüzü cennetini sunacağına yönelik inancı işlerken, diğer taraftan insanın ahlâki-siyasi yönde bir ilerleme kaydedemeyeceğine yönelik karamsarlığı da beyaz perdeye taşıyor.     

 

Dünya vs. Elysium

Birbirine zıt bu duygularla harmanlanmış film, 2154 yılında geçiyor. 2154’ün anti-ütopik dünyasında zenginler dünyanın yörüngesinde konumlanmış Elysium adı verilen bir uzay istasyonunda kurulan “cennet”te yaşarken, insanlığın geri kalanı aşırı nüfus yoğunluğu, yoksulluk, hastalıklar, çevre felaketleri ve savaşlarla “cehennem” haline gelmiş dünyada hayatlarını sürdürmeye çalışır. Bu iki dünya arasındaki sınırlar, filmin başrolündeki Max (Matt Damon)’in çalıştığı fabrikada geçirdiği bir kaza sonucu radyasyona maruz kalmasıyla zorlanmaya başlanır. Doktorun beş günlük ömrünün kaldığını söylemesinin ardından Max biran önce Elysium’a giderek tedavi olmak ister. Bunun üzerine Elysium’a belli bir ücret karşılığında insan kaçıran Julio (Diego Luna)’ya başvurur. Yeterli parası olmadığından Julio ile bir anlaşma yaparlar. Max vücuduna monte edilecek özel bir robot-giysisiyle, Elysium’u dizayn eden şirketin sahibi Carlyle (William Fichtner)’ın hafızasını kendi vücuduna yükleyip bilgileri Julio’ya getirecektir.

 

Zamanla yarışan Max kendisi gibi eski bir suçlu olan yakın arkadaşı Spider (Wagner Moura)’ın da yardımıyla hemen işe koyulur. Operasyon başarıyla gerçekleşir, Elysium’un gizli şifrelerini ele geçirirler. Ne var ki operasyon sırasında önemli bir de terslik olur; Elysium’un güvenliğinden sorumlu Delacourt (Jodie Foster) da aynı bilgilerin peşindedir. Delacourt’un pis işlerini yapan Kruger (Sharlto Copley) Max ve arkadaşlarına saldırır, saldırıda Spider ölür. Yaralı bir şekilde kaçmayı başaran Max, uzun bir süredir görmediği ve hemşire olan çocukluk aşkı Frey (Alice Braga)’in evine sığınır. Frey’e hala aşık olan Max burada Frey’in lösemi hastası bir kızının olduğunu öğrenir. Bu haberle yıkılan Max’ten Frey, kızını Elysium’a götürüp tedavi ettirmek için yardım ister. Max bir cevap vermeden hışımla evden çıkar; lakin Kruger ve çetesi Max’in, yani Carlyle’ın hafızasının peşindedir. Sonunda Kruger, Max’le bağlantısından dolayı Frey ve kızını ve de Max’i alarak uzay aracıyla Elysium’a götürür. Elysium’a yapılan gürültülü iniş ortalığı birbirine katar, Kruger ile Delacourt’un tartışmasına sebep olur. Sonuçta Kruger Delacourt’u öldürür. Bu arada, yaşanan karmaşadan fırsatla Julio ve adamları Elysium’a ulaşırken, Max ile Kruger’ın arasındaki amansız kavgadan Max galip çıkar. Julio sonunda Max’teki bilgilerle Elysium’un şifrelerini kırıp “cennet”in yönetimini ele geçirir. Ne yazık ki Max hayatta kalmayı başaramaz fakat dünya ile Elysium arasındaki sınırlar ortadan kalkar. Filmin son sahnesinde dramatik bir şekilde Elysium’a dünyalı “göçmenler” akın akın gelmeye başlar.

 

Bir Hollywood Devrimi mi?

Yeni Cennet’in Amerikan iç siyaset gündeminde üst sıralarda yer alan Latin Amerika’dan ABD’ye gerçekleşen gayri-yasal göçmenlik meselesine de el attığını söylemek abartı olmaz. Filmde dünyalıların önemli bir kesiminin ağırlıklı olarak İspanyolca konuşmaları, Latino fiziksel görünüme sahip olmaları, dünyanın neredeyse “kızıl şehir” Mexico City görünümünde olması gibi ayrıntılar filmin temel meselelerinden biri olan gayri-yasal göçmenlik meselesi ile birleşince dünyanın Latin Amerika’yı, Elysium’un da ABD’yi sembolize ettiğini söyleyebiliriz. Bunu istersek küresel çapta, fakir “Güney’den zengin Kuzey”e doğru yaşanmakta olan insan hareketliliği şeklinde de okuyabiliriz. İnsanlar daha iyi yaşam fırsatlarına sahip dünyadan Elysium’a, yani Meksika’dan ABD’ye, ya da Güney’den Kuzey’e geçmek istiyorlar. Böyle bir insan hareketliliği durumunun varlığını kimse inkâr edemez.

 

Lakin filmin kurmaca düzeyinde meseleyi çözme biçimi, açıkça deklare edilmemiş amacıyla yani insanlararası ekonomik-siyasi ayrımcılığın eleştirisiyle çelişiyor ve filmin ideolojik eleştiri düzeyini aşağıya çekiyor. Daha da ileri gidecek olursak, Amerika ve Kuzey’i Elysium üzerinden idealleştirerek, Amerika ve Kuzey’in ayrıcalıklı konumunu borçlu olduğu siyasi-ekonomik düzeni yeniden üretmekten başka bir şey yapmıyor. Eğer Latinoların ve Güneylilerin tüm dertleri sınırları aşıp ABD’ye ya da herhangi bir Kuzey ülkesine kapak attıklarında bitecek ise, sorun ABD’nin ve diğer Kuzey ülkelerinin de içinde bulunduğu kapitalist siyasi-ekonomik düzende değil, ABD ile dışarısı arasındaki sınırlardadır. Başka bir ifadeyle, sorun aşırı lüks hayat standartlarında ve bunu mümkün kılan düzende değil, o standartlara herkesin ulaşmasının engellenmesindedir. Sormak lazım, Elysium’un lüks hayat standartlarına – çalışmadan yeşillikler arasında şampanyanın tadını çıkarmak gibi – herkes aynı anda sahip olabilir mi? Eğer tarih bizi yanıltmıyorsa, birileri ayaklarını uzatıp tıkınırken birilerinin de mutfakla ilgilenmesi gerekiyor. Devam edecek olursak, halk ayaklanması sonucu zengin ile fakir arasındaki sınırlar kalksa dahi, mevcut kapitalist siyasi-ekonomik anlayış devam ettiği sürece o sınırların başka şekillerde yeniden oluşmayacağını kim garanti edebilir? Bu çözüm takip edilirse ancak Kuzey’de başarabilen Güneylilerin “kişisel” devrimleri yaşanır, Kuzey-Güney ayrımını ortadan kaldıracak “genel” bir devrim değil. Filmin sol eğilimini göze alarak konuşursak, gerçek anlamıyla devrim insanların Kuzey’e ulaşmak istemesiyle değil, Kuzey’i ayrıcalıklı bir yer kılan zihniyeti ve bunun somutlaştığı yapıları reddetmeleri ve yıkmalarıyla gelebilir. Özetle, Elysiumvari bir “cennet” ancak bir dünya “cehennem” olduğu sürece var olabilir. Hatırlatmakta fayda var, Elysium’u dizayn eden Carlyle, aynı zamanda dünyanın iş gücünü de acımasızca sömürmeye devam eden Max’in hastalandığı fabrikanın da sahibidir.  

 

Filmin ideolojik eleştiri noktasında yaşadığı iç çelişkisi bir başka noktada daha kendini ele veriyor. Ezilenleri filmin sonunda muzaffer kılarak sıradan seyirciyi rahatlatan ve soru sordurmayan bir meta olmanın ötesine geçemiyor film. Oysa insanlığın yeryüzündeki serüveni boyunca eşitsizliğin neden bir türlü çözülemediğine yönelik bir soruşturmaya girişse belki de bir meta olmanın ötesine geçme ve esaslı bir sanat eseri olmanın sınırlarını zorlama şansına sahip olabilirdi.  Başka bir ifadeyle, eşitsizliğin ve adaletsizliğin giderilmesine yönelik eğlencelik kolay ve romantik çözüm önerileri değil, bu kadim sorunları doğuran ve yeniden üreten sebepler üzerine zorlu ve gerçekçi bir soruşturma filmi yukarılara çekebilirdi.

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..