Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
10.02.2012 Köstebek İngiliz İşi Bir Casusluk Klasiği Ebru Afat

 

Amerikan (CIA), İngiliz (MI6) ve İsrail (Mossad) gibi etkili istihbarat örgütlerinin, dünyayı Müslüman teröristlerden kurtarmak ve Çin ile Rusya’nın artan etkinliğini kırmak için giriştikleri maceraların, dijital teknoloji destekli ve bol aksiyon sosuna bulanmış halde servis edilmesi, casusluk temalı filmlerin günümüzdeki genel çerçevesini oluşturuyor. Kimin kiminle nasıl bir bağ ve alışveriş içinde olduğunun belirsizleştiği, düşman hatlarının sık sık kesiştiği hatta birbirine karıştığı günümüz uluslararası politikasının, istihbarat âlemine misliyle yansıyacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Dolayısıyla günümüz istihbarat savaşlarını ele alan düzgün filmlerin de her halükarda dikkatleri çekmesi normal. Yine de has sinema seyircisi için esaslı bir casusluk filmi demek, eninde sonunda Soğuk Savaş demektir. Kimin kime hizmet ettiği noktasında, günümüze göre epey bir net kalsa da, şaşırtma potansiyeli yüksek durumlar açısından yabana atılmaması gereken bir dönemdir 1945–1991 yılları. Liderliklerini ABD ile Sovyetler Birliği’nin yaptığı iki blok arasında yaşanan nüfuz mücadelesi, istihbarat alanında gayet ilginç maceralara kaynaklık eder. Böylesi bir ortamda geçen tamamen kurmaca yahut gerçeğe dayalı bir öyküyü, seyircinin başını aksiyon ile döndürmeden, sakin ve derinlikli bir tarzda aktaran bir film günümüz itibariyle az bulunan bir üründür ve o yüzden de hakkının teslimini gerektirir.

 

Nitekim, bu tür usta işi bir Soğuk Savaş casusluk klasiği ile karşılaşınca insan heyecanlanıyor ister istemez. İsveçli yönetmen Tomas Alfredson imzalı Köstebek (Tinker Tailor Soldier Spy, 2011), uluslararası politikanın görünen yüzü diplomasinin ardındaki görünmeyen kısımlarda arz-ı endam eden uluslararası istihbaratın çetrefilli faaliyetlerinden kesitler sunuyor. Üstelik de bunu gerek teknik gerekse de anlatım yönünden doyurucu bir biçimde kotarıyor. İngiliz yapımı Köstebek’in senaryosu, kendisi de zamanında İngiliz istihbaratında görev alan casusluk romanlarının büyük ustası John Le Carre’nin 1974 tarihli aynı adlı eserinden yine İngiliz senaristler Bridget O’Connor ve Peter Straughan tarafından sinemaya uyarlanmış. Bu uyarlama esnasında, olayların geçtiği ülkeler bağlamında büyük, öykünün bazı kahramanları bağlamında da küçük değişikliklere gidilmekle birlikte romana sadık kalınmış. Köstebek 1979’da BBC tarafından dizi olarak çekilmiş ve büyük beğeni toplamıştı. Küreselleşmenin cilvesine bakın ki, bu kadar İngiliz kokan bir eseri sinemaya İsveçli bir yönetmen aktarmış.

 

Filmin konusuna dönersek; Soğuk Savaş’ın iyice keskinleştiği 1970’lerin başında geçen Köstebek, Sirk olarak adlandırılan İngiliz Gizli İstihbarat Servisi’nin şefi Control’un elemanlarından Jim ile yaptığı görüşme sekansıyla açılıyor. Yaşlı kurt Control, Jim’i Doğu Bloğu ülkelerinden Macaristan’a gitmek ve orada Batı tarafına geçmek isteyen üst düzey bir askerle buluşup teşkilata sızmış köstebeğin kimliğini öğrenmekle görevlendirir. Lakin işler ters gider ve Jim’in Macaristan’daki görevi skandal bir başarısızlıkla sonuçlanır. Control ile en güvendiği adamı George Smiley emekli edilir. Ancak çok geçmeden Control’un şüphelerinin gerçeklik payı taşıdığı anlaşılır ve tecrübeli Smiley, bizzat Savunma Bakanlığı Müsteşarı Oliver Lacon tarafından teşkilatın içindeki köstebeği bulmak üzere göreve çağrılır.

 

Sirk'in şantaj, soygun, adam kaçırma ve gerektiğinde suikast gibi karanlık işleri yürüten birimi olan Kafatası Avcıları’nın başına geçen genç Peter Gulliam ve eskilerden birkaç elemanı yanına katan Smiley,  Sirk’in başındaki dört adamı hedefine alır. Acaba Sirk’in yeni şefi Percy Alleline ile yardımcıları Bill Haydon, Toby Esterhase ve Roy Bland’dan hangisi köstebektir? Kaldı ki bu dörtlü, sembolik anlamlar taşıyan Tinker, Tailor, Soldier, Spy; Rich man, Poor man, Beggarman, Thief (Tenekeci, Terzi, Asker, Casus; Zengin, Fakir, Dilenci, Hırsız) İngiliz tekerlemesindeki karakterlere de karşılık gelmektedir. Bu tekerleme, Le Carre’nin romanı ve filmin orijinal ismidir; lakin hem roman hem de film Köstebek başlığıyla Türkçeye çevrilmiştir. Bu çevirinin içerik bakımından doğruluğu su götürmese de aynı isimde çok sayıda film bulunduğu için biraz zaaf taşıdığı söylenebilir.

 

Londra’dan İstanbul’a Uzanan İstihbarat Ağı

Yukarıda da değindiğimiz üzere, Köstebek esas itibariyle Londra’da geçse de Smiley’nin araştırmaları boyunca geri dönüşlerle farklı ülkelere uzanıyor. Romanda Jim’in başarısızlığa uğrayan görevinin mekânı Macaristan değil, Çekoslovakya’dır. Kafatası Avcıları’ndan Ricki Tarr’ın bir Sovyet casusunun kâğıt üzerinde karısı gibi görünen güzel İrina’ya tutulup köstebek meselesinin patlamasına sebebiyet verdiği yer ise filmdekinin aksine İstanbul değil, Hong Kong’tur. Ülkesi İsveç’te çektiği Gir Kanıma (Lat den rate koma in, 2008) ile tanınan yönetmen Tomas Alfredson, Hong Kong yerine İstanbul’u mekân seçmelerinin nedenini, şehri çok farklı ve artistik bulmalarıyla açıklıyor. Bu seçimlerinde de haksız sayılmazlar, zira Beyoğlu ve Karaköy sokaklarında çekilen İstanbul sahneleri, filme daha etkileyici ve gizemli bir hava katıyor. Diğer yandan 70’lerin İstanbul’unu yansıtma açısından genelde başarılı denebilecek bir sanat yönetmenliği söz konusu. Sadece bir sahnede Tarr’ın sabah ezanının üç buçukta okunduğunu söylemesi (olayın kış aylarında geçtiği düşünülürse bu imkânsız) ve Rus casusun takıldığı Taksim’deki gece kulübünün o zamanın Türkiye’si için epey bir uluslararası kaçması dışında bir hata görünmüyor. Kaldı ki ezan meselesinde büyük yerli yönetmenlerin bile hata yaptığı göz önüne alınırsa, Alfredson’a karşı bu hususta hoş görülü olabiliriz.

 

Köstebek, oyunculuk yönünden de çok kuvvetli bir yapım. Gary Oldman, Colin Firth, Ciaran Hinds, Mark Strong ve Benedict Cumberbatch gibi tanımış İngiliz oyuncular, oldukça başarılı bir performans sergiliyorlar. Filmin esas adamı George Smiley rolündeki Gary Oldman kelimenin tam anlamıyla döktürüyor. Oyuncuların başarısı, filmin sadece seyircinin gri beyin hücrelerini çalıştırmakla yetinmeyip insan unsurunu ortaya koymasına katkı sağlıyor. Le Carre’yi diğer casus romanı yazarlarından ayıran başat özelliği, istihbarat örgütlerinin tehlikeli ve incelikli dünyasını resmederken, sadece olay örgüsüyle sınırlı kalmayıp casusların birey olarak yaşadıkları duygu geçişlerini ustalıkla anlatmasıydı. Onun romanlarında casuslar, James Bondvari süper kahramanlar değil acıları, pişmanlıkları, korkuları ve zaaflarıyla normal birer insandırlar. Tek farkları sıradan olmayan ve pek tabii ki cesaret gerektiren bir meslek icra etmeleridir. Yönetmen Alfredson, yazarın bu özelliğini iyice özümsemiş ve filme de yansıtmış.

 

19. yüzyılda üzerinde güneş batmayan imparatorluk haline geldiği günlerde istihbarat ağı ile de öne çıkan İngiltere, bu alandaki becerisini ABD’nin gölgesinde kendine alan açmaya çalıştığı İkinci Dünya Savaşı sonrasında da sürdürdü ve kuzenleri Amerikalılar ile bilgi edinme hususunda zaman zaman ciddi rekabete bile girişti. Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’nda yıkılmasında hatırı sayılır görevler ifa eden Çöl Kraliçesi lakaplı Gertrude Bell ve onun öğrencisi Arabistanlı Lawrence maruf T.E. Lawrence gibi casusluk tarihine geçmiş isimler hep İngiliz kökenlidir. Bu kadar güçlü bir gelenekten gelen İngiliz istihbaratının yakın tarihinden bir yaprak açan Köstebek’i izlerken, Bell ile Lawrence’ın koyu hayaletleri adeta beyaz perdenin etrafında uçuşuyor ve istihbaratı zayıf bir ülkenin asla büyükler liginde oynayamayacağını hatırlatıyor.

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..